Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

1926'ya gelindiğinde Mussolini tek partili bir devleti yönetiyordu. Ama diğer otoriteryan diktatörlüklere göre daha ileri gitti. Planı eski burjuva parlamenter sistemi, seçilmişlerin farklı partileri temsil etmek yerine mesleki rütbelerine göre seçileceği birleşik milli bir meclisle değiştirmekti. Bu korporatif devlet idealiydi ve başka yerlerde de benimsendi; ancak İtalya'da bile tam anlamıyla gerçekleşemedi. Yine de dikkate değer bir olgudur çünkü Mussolini'nin her şeyden önce devleti güçlendirmek doğrultusundaki temel hedefini -hatta dünya görüşünü- temsil eder. Bu, özellikle 1870'e kadar birleşmiş bir devlet olmayan, bölgesel farkların ve yerel otoritelerin bulunduğu İtalya için uygundu. 1926'dan sonra, Mussolini'nin militarist eğilimlerinin ülke içindeki görece başarılı reform programlarından daha baskın olduğunu gösteren deliller arttı. Giderek daha fazla askeri üniformasıyla görünmeye başladı. Üniversite öğrencilerine sürekli tekrarladığı mottosu "Libro e moschetto"ydu: "Kitap ve silah". İtalyanları militer (ve ırk bilinci sahibi) bir halk yapma planının tamamıyla başarısız olduğu, İtalya'nın 1940'ta II. Dünya Savaşı'na girmesinden kısa bir süre sonra anlaşıldı. Ama bunun olmasına hâlâ on yıl vardı. Bu arada ünü heyecan uyandıracak denli büyüdü ve İtalya sınırlarını aştı. Ne de olsa onun yönetimindeyken bile İtalya, kayda değer kişisel özgürlüklerin, sanatsal başarıların, geleneksel keyiflerin, işleyen kurumların ve azımsanmayacak entelektüel özgürlüklerin olduğu medeni bir ülke olmaya devam etmişti. 1929'da Papalık ile imzaladığı Laterano Antlaşması Vatikan ile İtalyan devleti arasında yüzyıllardır süren anlaşmazlık ve hatta düşmanlığa bir son verdi. 1930'lar boyunca tüm dünyada çoğu Katolik ve özellikle de üst düzey din görevlisi Mussolini'ye neredeyse koşulsuz bir hayranlık duydu. Ünü İtalya'nın, dinin ve hatta siyasetin ötesine geçti. 1927 ve sonrasında, İtalya'nın ezeli düşmanı Avusturya (ve Macaristan) onun desteğini ve ittifak kurmayı hedefliyordu. Winston Churchill onu ziyaret etti ve birkaç yıl sonra ona saygı duyduğunu belirtti. "Bizim bir Mussolini'ye ihtiyacımız var," diyen Amerikalı kongre üyesi ve siyasetçilerin sayısı az değildi. Bazı yerlerde Mussolini'yi ve İtalya'yı örnek alan faşist partiler ortaya çıktı; şaşırtıcı bir biçimde, 1930'lar boyunca küçük de olsa dikkate değer bir faşist kitlesi bulunan İngiltere'de 1931'de böyle bir parti kuruldu. Bunların hiçbiri kalıcı olmayacaktı. Aynısı diğer birçok otoriteryan devlet için de geçerliydi; Mussolini'nin Hitler'in gölgesinde kaldığı (bu, 20'lerdeki durumun tam tersiydi), Mussolini ve İtalya'nın Hitler'in uyduları haline geldiği II. Dünya Savaşı ve öncesinde gerçekleşti. 1938'e gelindiğinde Nasyonal Sosyalizm faşizmden daha güçlü ve evrensel bir hale gelmişti. Mussolini belki de bunu engelleyebilirdi. Ama bunu yapacak bir kişilikte değildi.
Sayfa 85 - Ketebe YayınlarıKitabı okudu
26 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.