Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Ayna ? yorumda
***** Bil ki vech‐i Hakk’a mir’âttır özün bir hoş gözet, Men aref sırrındaki ma’den senin kânındadır. (Hoş gözet ve bil ki özün Hakk yüzüne aynadır, Men aref sırrındaki ma’den senin içindeki ocaktadır.) *****
·
395 görüntüleme
Yahya Saygan okurunun profil resmi
AYNA; Farsça bir kelime olan âyîne, karşısındaki şekli ve renkleri aksettiren madenî levha veya arkası sırlı düz cam olan süslenme eşyasının adıdır. Arapçası mir’ât, Türkçesi ayna ve gözgüdür. Âyîne ve diğer karşılıkları, mecâzen, bir nesneyi veya bir hali aksettiren ve göz önünde canlandıran şey, kavram ve hal manasına da kullanılmıştır. Tasavvuf şiirinde, tecellî, varlık, gibi tasavvufî kavramlar, dervişin halet‐i ruhiyesi, hayal, heyecan, hayret gibi duyguları, yani soyut kavramlar olan hal ve durumlar, somut unsurlarla birleştirilmiş; soyut kavramlar somut eşyalar ile biçimlendirilerek zihinde canlandırılmıştır. Böylece ayna da bazı kavram ve unsur‐ ların sembolü olmuştur. Sadece şiirde değil, tasavvufun nazariyatında da vah‐ det‐i vücûd, eşyanın ve insanın mahiyeti, yaratılış ve tecellî gibi kavramlar izah edilirken ayna sembolü kullanılmıştır. “Mistisizmin özünü ifade etmeye en uygunu ve aynı zamanda temelinde irfânî (gnostik) veya aklî özelliğe sahip olanı ayna simgesidir. Ayna manevi tefekkürün en dolaysız simgesidir; çünkü öznenin ve nesnenin birliğini temsil eder.” Tasavvufî şiirde ayna “tecellîgâh”tır. Sevgilinin göründüğü, kendini gösterdiği yerdir. Tüm âlem, âlemdeki eşyanın, yaratılmışın her biri, insan, insan‐ı kâmil, mümin, insanın gönlü, kalbi Allah Teâlâ’nın mazharıdır; göründüğü yerdir; yani aynadır. Ayna bütün bunların benzetilenidir; sembolüdür. “Anlam çokluğu bir simgenin özündedir ve akılcı (rasyonel) tanımlamalardan üstün olduğu yön budur. Çünkü akılcı tanımlama bir kavramı akılcı bağlantıları‐ na göre düzenlerken aynı zamanda onu belli bir düzeyle sınırlarken, simge nitelik ve açıklığından zerre kadar kaybetmeden “yukarıya (üst düzeylere) açık” kalır. Hepsinden öte, simge akıl ötesi gerçekliklerin anahtarıdır.” “Ayna simgeciliğinin bu kadar açıklayıcı olmasının nedeni, aynanın bir an‐ lamda simgenin simgesi olmasıdır. Aslında simgecilik en iyi, salt kavramsal terimlerle tamamıyla ifade edilemeyen fikirlerin veya prototiplerin görünen yansıması olarak tanımlanabilir.” Tasavvuf inanışında, âlem tecellî ile meydana gelmiştir. Mutlak ve gerçek güzelliğe, iyiliğe, kudrete, ululuğa sahip olan Allah Teâlâ kendini görmek ve göstermek istemiş, bu aşk‐ı zâtî ile cihanı yaratmıştır. İnsan nasıl kendini görmek için aynaya bakarsa, Allah Teâlâ da kendi gü‐ zelliğini görmek ve göstermek için, ayna durumunda, âlemi meydana getir‐ miştir. Âlem, Allah Teâlâ’nın kendini gösterdiği aynadır. Öyle bir ayna ki içinde âlem var, her şey var, ama bu varlık yokluktan ibaret, sadece bir görüntü; gerçek gibi görünüyor, fakat gerçekliği yok. Allah Teâlâ’dan başka mevcut yoktur. Tek ve gerçek varlık Allah’tır. Kâinatta gördüğümüz ve var zannettiğimiz eşyanın, ay‐ nadaki görüntünün bir cisminin bulunmaması gibi, gerçek ve kendine mahsus bir varlığı yoktur; Allah Teâlâ’nın birer şekilde görüntüsünden ibarettir. Allah Teâlâ âlemde isim ve sıfatlarıyla tecellî etmiştir. İsim ve sıfatlarını âlemde be‐ lirtmiş, göstermiştir. Vahdet (birlik), kesret (çokluk) halinde belirmiştir. Allah Teâlâ’nın isim ve sıfatlarıyla onların zıtları âlem aynasında birlikte görünürler. Her şey zıddıyla belli olur. Çirkin olmadan güzel; yokluk olmadan varlık; açlık hissi, yeme ihtiyacı olmadan rızk vericilik; affedilecek günahkâr olmadan rahm edicilik; verilecek muhtaçlar olmadan cömertlik kavramlarının belirmesi müm‐ kün değildir. Birincileri kesretin, ikincileri vahdetin sıfatlarıdır. Vahdet kesreti meydana getirir; kesret vahdeti gösterir, belli eder; karşılıklı aynalardır, birbi‐ rini aksettirirler. Bu nesneler âleminin çokluk, zıtlık ve çelişmeler şeklinde be‐ lirmesi, vahdetin kavranması ve anlaşılmasını sağlamaktadır. Bu duruma Hz. Mevlânâ kaddese’llâhü sırrahu’l‐aziz, Mesnevi’de bir ayna temsiliyle örnek verir. Birisinin, Hz. Yusuf’u ziyarete giderken ona, hediye olarak ayna götürdüğü ve “Senin güzelliğine layık bir şey bulamadım; aynaya bakıp kendi güzelliğini gördükçe beni de hatırlarsın” dediği anlatıldıktan sonra Mevlânâ şunları söylü‐ yor. “Varlığın aynası nedir? Yokluk. Varlık yoklukta görülebilir; zenginler yoksula cömertlikte bulunabilirler. Bir yerde yokluk, noksan var mı, orası, bütün sanatların hünerlerin aynasıdır. Elbise biçilmiş dikilmiş olursa terzinin hüneri nasıl görünür? Marangoz ağaçları yontup birleştirmeli ki bir iş yapmış olsun. Bakırın horlu‐ ğu, bayağılığı meydanda olmazsa kimya nasıl görünür? Noksanlar olgunluğun aynasıdır; o horluk üstünlüğün, ululuğun aynasıdır. Gerçekten de zıddı meydana çıkaran onun zıddı olan şeydir. Kendi noksanını gören olgunlaşmaya on atla koşar.” 1217 Mesnevi’de, temiz, saf, parlak aynanın gerçeği aksettirdiğine, her şeyi, güze‐ li‐çirkini, iyiyi‐kötüyü, noksanı‐olgunu, olduğu gibi gösterdiğine dair başka hikâ‐ yeler de vardır. Bunlardan ikisi şöyledir. “Güzeli çirkinleştirebilir miyim? Rab değilim ya; çirkine de bir aynayım ben, güzele de. Hintli, bu, adamı kara yüzlü gösteriyor diye dertlere düştü de aynayı kırdı. Ayna dedi ki: Suç benim değil, benim yüzümü cilalayana kabahat bul.” 1218 “Düşte çirkin şeyler görüyor, onlardan ürküp kaçıyordun; oysa ki gördükle‐ rin senin halindi, senin yaptıklarındı. Hani kendi yüzünü aynada çirkin görüp aynaya tüküren zenci gibi. Sen demişti, ne de çirkinmişsin, layığın budur ancak. Ayna da, a kör aşağılık kişi demişti, bende gördüğün çirkinlik senin çirkin‐ liğin. Sen kendi çirkin yüzünü kirletmektesin; bu pislik bana bulaşmaz; çünkü apaydınım ben”1219 Her tarafı aynadan yapılmış bir eve benzeyen bu âlemde misafir, yani bu aynada geçici bir görüntü olan insan, hangi yöne baksa sevgilinin, Allah’ın tecellîlerini görecektir. Sevgilinin güzelliğini bütün yönleriyle görmenin zevki ki‐ şiyi hayrete düşürür; ondan başka bir şey göremez ve konuşamaz. Tasavvufî şiirde ayna “tecellî‐gâh” dır. Allah Teâlâ’nın delili olduğu düşünülen her şey, ayna sembolüyle göste‐ rilmiştir. Allah Teâlâ’nın göründüğü yerler: a) Âlem, halk, Allah Teâlâ’nın tecellîsiyle meydana gelmiş; Allah Teâlâ, âlemde isim ve sıfatlarıyla kendini göstermiştir. O kendi isim ve sıfatlarının bi‐ linmesi için zıtlarını da halk etmiş; teklik, çokluk halinde belirmiştir. Çokluk bir‐ liği, yokluk varlığı işaret eder. b) Allah Teâlâ’nın göründüğü, kendini gösterdiği bir ayna da “insan ve insan‐ ı kâmil”dir. İnsan Allah Teâlâ’nın halifesidir. Allah Teâlâ, zat, sıfat ve fiilleriyle en mükemmel şekliyle insanda tecelli etmiştir. Dolayısıyla insan Allah Teâlâ’yı gös‐ teren en mükemmel aynadır. “Allah âdemi kendi suretinde yarattı” hadisi de bunu anlatır. Âlemde bulunan her şeyin insanda bir örneği vardır. Allah Teâlâ kendisinde bulunan bütün isimlerden bir pay da insana vermiştir. O, isimlerini insanda göstererek insan vasıtasıyla âlemde görünmüştür. Yani toptan âlem, Allah Teâlâ’nın isim ve sıfatlarının tümü olduğu gibi, insan da kâinatın bir küçük nüshası olarak Allah’ın bütün isim ve sıfatlarının yekûnudur. İnsan âlem‐i ekberdir; âlemin özü ve âlemlerin göz bebeğidir. İnsan ezelde, âlem‐i ervahta Allah Teâlâ ile bir ve beraber iken, bedeni yaratıldığında vahdetten ayrılıp, kesrete düşmüştür. Yeniden aşk ile vecd ile bedeninden, kesretten kurtulup vah‐ dete erebilir. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz en üst derecede insan‐ı kâmildir. Hz. Âdem aleyhisselâmdan başlayarak bütün nebiler de insan‐ı kâmil‐ dirler. c) Ayna sembolüyle ifade edilen bir kavram da mümindir. Mümin sözüyle inanan insan ve insan‐ı kâmil kastedilir. Aynı zamanda mümin, Allah Teâlâ’nın ismidir de. “Mü'min mü'minin aynasıdır” 1220 hadisi tasavvufi düşünceye uyar‐ lanmış ve Yârın âyînesi dildir dilin âyînesi yâr mısraında gönül ile Allah Teâlâ’nın mukabil ayna oldukları hayaline ulaşılmış; böylece ayna Allah Teâlâ’nın sembo‐ lü olmuştur. Mürşit aynadır. Bu aynadan müritlerinin gönlüne nur yansır. Müridin gön‐ lü aynadır; o ayna da mürşitten gelen feyzi görüntü gibi içine alır. Mümin müminin mürşidi olarak da düşünülmüştür. Müminlerin gönülleri karşılıklı ay‐ nadır; birbirlerine irşat, feyiz ve İlahî sır aksettirirler. d) Allah’ın göründüğü en geniş ayna gönüldür. Gönül Allah Teâlâ’nın evidir. Allah Teâlâ müminin, insan‐ı kâmilin gönlünde tecellî eder. Böyle bir gönül bü‐ tün âlemleri kapsayan bir açıklığa sahiptir. Gönül insandır yahut insan gönüldür. İnsan, insan‐ı kâmil, mümin, gönül birbiriyle çok ilgili, zaman zaman biri diğerinin yerine geçen kavramlardır. Tasavvufî hayatın merkezi kalptir. İç duyulara bağlı bütün faaliyetler gönül‐ de meydana gelir. Gönül, tasavvufî bilginin, marifet ve irfanın kaynağı; keşif ve ilhamın meydana geldiği yerdir. Kalp tecellî aynasıdır. Allah Teâlâ isim ve sıfat‐ larıyla gönülde tecellî eder. Âlemlere sığmayan Allah Teâlâ, insanın gönlüne sığmıştır. Böyle olunca da insanın gönlü âlemlere sığmaz. Gönül aşk ile aşk ıstı‐ rabı ile saflaştırılan bir aynadır. Allah Teâlâ bu aynada tecellî ederse, gayb âle‐ minin, Cebrail’in dahi bilmediği sırları gönülde belirir. s.553
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.