Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

480 syf.
·
Puan vermedi
·
3 günde okudu
Merhabalar, Kitabın bitimine 50 sayfa kalmışken tutamadım kendimi ve hemen bir şeyler yazmam gerek diye düşündüm. Kitabın mükemmel içeriğini anlatmaya geçmeden önce bu şaheseri kimin yazdığını anlatmak istiyorum. Kimdir bu
Vamık Volkan
Vamık Volkan
yazarımız? Vamık Volkan, 1932 Lefkoşa/Kıbrıs doğumludur. Kıbrıs İslam Lisesi'nde okudu; son sınıftayken çıkan isyanla adı değişen Kıbrıs Türk Lisesi'ni bitirdi. 1956 yılında Ankara Tıp Fakültesi'nden mezun oldu. 1956 yılında Ankara Tıp Fakültesinden mezun olduktan sonra ABD’ye gitti. 45 yıl Virginia Üniversitesinde psikiyatri hocalığı ve 18 yıl bu üniversitenin hastanesinde başhekimlik yaptı. 2002’de emekliye ayrıldı. Volkan, Washington Psikanaliz Enstitüsünde Emeritus Eğitim ve Gözlemci Analisti olarak görev yaptı. Emekli olduktan bir yıl sonra, Massachusetts'teki Erikson Enstitüsünde kıdemli akademisyen olarak 10 yıl boyunca çalıştı. Amerikan Psikiyatri Birliği Uluslararası İlişkiler Komitesi Başkanlığını da yapan Volkan, 1987 yılında Virginia Üniversitesi Tıp Fakültesinde Zihin ve İnsan Etkileşimi (CSMHI) Çalışması Merkezini kurdu. Uluslararası Siyasi Psikoloji Derneği, Virginia Psikanaliz Derneği ve Amerikan Psikanalistler Koleji başkanlığı görevlerinde bulundu. Amerikan Psikiyatri Birliğinin sponsorluğunu yaptığı bir projeye katılan ve 6 yıl süren Arab-İsrail gayri resmi diyaloglarında yer aldı. Ayrıca dünyanın sorunlu birçok yerinde “hasım” delegeleri bir araya getiren gayrı resmi diplomasi toplantılarına başkanlık yaptı. Bunlar arasında ABD –Sovyetler Birliği, ABD-Rusya, Rusya-Baltık ülkeleri, Hırvatistan-Bosna, Gürcistan-Güney Osetya, Türkiye-Yunanistan da yer alıyor. Travma geçirmiş toplumlara da yardım etti. Bunlar arasında Diktatör Enver Hoca’nın ölümünden sonra Arnavutluk ve Saddam Hüseyin’in kuvvetlerinin çekilişinden sonra Kuveyt toplumları da vardı. Türkiye'de üç üniversitede Psikiyatri Misafir Öğretim Üyesi olarak çalıştı. 50’nin üzerinde yayımlanmış ve birçok dile çevrilmiş kitabı ve 500’e yakın da bilimsel yazısı bulunuyor. 2016 yılında Nobel'den sonra dünyanın en saygın ödüllerinden biri olarak kabul edilen ve psikanaliz dalında verilen Mary Sigorni Ödülüne layık görüldü. Kitaplarına gelirsek; Nesne İlişkileri Kuramı Çevresinde Gelişim ve Organizasyon (1992) Psikanaliz Yazıları (1992) Politikal Psikoloji Etnik Terörismin Psikolojisi (1993) Depresyonun Psikodinamik Etiyolojisi (1994) Psikoanaliz Öyküleri Bilinçdışında Kardeşler ve Psikopatoloji Ölümsüz Atatürk: Yaşamı ve İçdünyası Türkler ve Yunanlar (1994) Kanbağı: Etnik Gururdan Etnik Teröre (2000) Psikoanaliz kitapları; Kozmik Kahkaha (2002) Atlarla Yaşayan Kadın (2003) Kadın Tiryakisi olan Adam (2004) Psikoterapide Nesne İlişkileri (2007) Özsevinin Dokusu (2007) Fanustaki İnsanlar (2009) Divanda Kılıç Dövüşü (2010) Gidenin Ardından Kayıptan Sonra Yaşam Politik psikoloji kitapları; Kimlik Adına Katillik (2007) Kıbrıs-Savaş ve Uyum (2008) Osmanlı’nın Yasından Atatürk’ün Türkiye’sine: Onarıcı Liderlik ve Politik Psikoloji (2010) Atatürk/Anatürk: Mustafa Kemal’in Yaşamı, İç Dünyası, Yeni Türk Kimliğinin Yaratılışı ve Bugünkü Türkiye’deki Kimlik Sorunları (2010) Şimdi de söz konusu olan 'mükemmel' kitabı tanıtmaya geçelim. Kitaba geçilmeden önce; "TARiHSEL PERSPEKTİF İÇİNDE ATATÜRK'ÜN OSMANl ARKAPLANI" başlığı altında Atatürk doğmadan önceki Osmanlı'yı anlatıyor. •Bölüm 1 MUSTAFA: MATEM İÇİNDEKi BiR AiLENiN YENi DOĞAN ÇOCUĞU Başlığı altında Mustafa Kemal'in doğum sürecini, Zübeyde hanım ve Ali Rıza Bey'in o zamanki yaşamlarını, Ali Rıza Bey'in yaşadığı zorluklar ve iş sürecini anlatıyor. Çocuk doğurmakla ve onların bakımıyla meşgul olan Zübey­de, zamanının önemli bir bölümünde kocasından ayrıydı. Ali Rı­za Osmanlı gümrük işlerinde görevlendirilmiş, Osmanlı nüfuz bölgesi ile Yunanistan sınırındaki Olimpos dağının ormanlarla kaplı eteklerinde bulunan ıssız bir kontrol noktasına tayin edil­mişti. Paşaköprüsü olarak adlandırılan kontrol noktası Sela­nik'ten 120 kilometre kadar uzak olmasına karşın son derece ıs­sız bir bölgeydi; öyle ki, bu iki yer arasında ulaşımın doğrudan sağlandığı bir yol bile yoktu. Buraya ancak ilkin deniz, ardından kara yoluyla ulaşılıyordu. Mesafe ve ulaşım güçlükleri, Zübeyde ile Ali Rıza'nın uzun ayrılıklara katlanmak zorunda kalmaları an­lamına geliyordu. Bunlar, özellikle de genç ve deneyimsiz Zübey­ de için zor yıllardı. Kızları Fatma henüz bir bebek olduğu sıra bu dönemde öldü. Askerden dönen ve yeniden Paşaköprüsü'ne ata­nan Ali Rıza, yalnızlığa ve uzun ayrılıklara katlanmakta güçlük çekiyordu. Ailesinin Selanik'ten ayrılarak görevli bulunduğu yere yerleşmesi gerektiğini düşünüyordu ve bunu gerçekleştirmede kararlıydı. "Gülzar-ı Cennetim Zübeydem" diye hitabettiği genç karısıyla (Aydemir 1969, i. Cilt, s.26) yeniden bir araya gelen Ali Rıza, böylelikle yazgılarını büyük ölçüde belirleyecek olaylar dizi­ sini başlattığını bilemezdi. -Sayfa 41 Çetecilerin saldırısına uğrama korkusu, Ali Rıza ve ailesinin yaşadığı ne tek, ne de en sıkıntı verici duyguydu. Psikanalizin ba­bası Sigmund Freud, bir keresinde, anne baba için çocuklarının ölümüne tanık olmak kadar dehşet verici bir şey olamayacağını yazmıştı. Ali Rıza ile Zübeyde, Atatürk doğmadan önce bu fela­keti üç kez yaşadılar. ilk çocukları Fatma, aile Paşaköprüsü'ne ta­şınmadan önce ölmüştü. Diğer iki çocukları Ömer ve Ahmed, tespit edebildiğimiz kadarıyla, üç yaşlarında iken öldüler. Aile içinde Ahmed'in ölümüyle ilgili olarak anlatılan öykü çok acıdır ve böyle bir acının anne baba üzerinde olağanüstü bir etki yarat­mış olduğuna kuşku yoktur. Buna göre, küçük çocuk ölümünden sonra sahil kenarındaki kumlukta açılan bir mezara gömülmüş­tü; ancak gece dalgalar cesedi yerinden çıkarmış, çakallar çocu­ğun ölü bedenini parça parça etmişlerdi (Aydemir 1969, i. Cilt, s.35-36). Aile içinde tekrar tekrar yinelenen ve Atatürk'ün küçük kızkardeşi tarafından yetişkinliğinde hatırlanan bu öykünün elem verici ayrıntılarının gerçek olup olmadığı önemli değildir; öykü, anne babanın yaşadığı derin kederin çarpıcı ve dokunaklı bir yansımasıdır. Bu ölümlerle, Ali Rıza ile Zübeyde'nin mutlu ev­leri bir matem evine dönüşmüştür. Başından bu tür olaylar geçen Ali Rıza'nın, eşinin de isteği ve onayı ile gümrük memurluğundan ayrılmanın bir yolunu arama­ya başlaması hiç de şaşırtıcı değildir. Ali Rıza, bu görevi sırasın­ da, Olimpos dağı ormanlarında kereste tüccarlarıyla tanışmıştı. Bunlar, Ali Rıza'nın kereste ticaretinin tüm ayrıntılarını bildiğin­den, onun bu işin tehlikelerinden ve avantajlı yanlarından haber­dar olduğundan eminlerdi. Bu tüccarlardan biri olan Cafer Efen­di, Ali Rıza ile ortaklık kurmaya karar verdi. Bu ortaklık için Cafer Efendi sermayesini, Ali Rıza ise bilgisini ve uzmanlığını kattı. Elde edilecek karı paylaşacaklardı. -Sayfa 42 •BÖLÜM 2 MUSTAFA'DAN MUSTAFA KEMAL'E Ali Rıza'nın, henüz küçük bir bebek olan kardeşi Mustafa'yı bir kaza sonucu beşiğinden düşürerek ölümüne neden olduğu söyleniyor (Kinros 1965, s.10); bu durum dikkate alındığında, Mustafa isminin seçilmesi duygusal bir nedene dayanıyor görü­nüyor. -Sayfa 45 Zübeyde'nin yeni doğmuş oğluna ilişkin düşüncelerinin neler olduğunu tam olarak bilme şansına sahip değiliz; fakat kesin olarak bilinen şey şu ki, Zübeyde bebeğini beslemeye yetecek düzeyde ana sütüne sahip değildi. Ona bebeğin emzirilmesinde yardımcı olması için siyah bir sütanne tutuldu. Fiziksel bir açlık duygusu yaşamamış olduğu varsayılabilir bir durum olmakla bir­likte, Mustafa'nın ilk düş kırıklığını bebeğine tam bir tatmin sağ­layacak miktarda ana sütü veremeyen kederli bir anneye sahip olma dolayısıyla yaşamış olabileceği kanısındayız. -Sayfa 46 Mustafa'nın ileride tekrar değineceğimiz ilk yaşam anısı altı ya da yedi yaşına karşılık gelir. Çocukluğunun erken dönemlerin­deki sorunlara ilişkin algılarının neler olduğunu, kaleme almış ol­duğu yazıların birinden çıkarsamak mümkün görünüyor. Özgür­lük üzerine elli yaşına yaklaştığı sıra yazmış olduğu 27 Ocak 1930 tarihli makale (ki bugün hala kendi el yazısı ile okunabilir durumdadır), insanla doğa arasındaki ilişkiyi konu alan bir tartış­ma açar: "Mesela, dünyaya gelmek veya gelmemek insanın elin­ de olmamıştır ve değildir. insan, dünyaya geldikten sonra da, daha ilk anda, tabiatın ve birçok mahlûkatın zebunudur. Himaye edilmeye, beslenmeye, bakılmaya, büyütülmeye muhtaçtır " (Afe­tinan 1971, s.77-78). Bu ifadeleri annesinin memesinden yok­sunluğunun yanı sıra, doğumlarından hemen sonra ölmüş kar­deşlerine, onun ve annesinin güvenlik kaygısına yönelik örtük bir gönderme (reference) olarak yorumlamak mümkün görünüyor. "insan, dünyaya geldikten sonra da, daha ilk anda, tabiatın ve birçok mahlûkatın zebunu" olduğunu söyledikten sonra, makale­ sini "iptidaî insanlar "a değinerek devam ettiriyor. "Gök gürültü­sünden, geceden, taşan bir nehirden ve vahşi hayvanlardan ve hatta birbirlerinden korkan insanlar" (Afetinan 1971, s.78) olarak tanımlamaya giriştiği bu "iptida'i insanlar", muhtemelen, onun ço­cukluk dönemine ait temsili imgelerdir. Bu ifadelerde adeta, kü­çük bir çocuğun bedenini parçalayan çakallar anlatılmaktadır. -Sayfa 47 Ali Rıza, Mustafa yedi yaşındayken öldü. Zübeyde, kocasının ölümünden uzun yıllar sonra, onun ömrünün son üç yılı boyun­ca yaşadığı ruhsal çöküntüden söz etmiştir. Buna göre, anılan dönemde Ali Rıza aşırı alkol alıyordu; bağırsak tüberkülozu oldu­ğu söylenen bir hastalığa yakalanmıştı. Mustafa'nın, babasının bu "düşkün" imgesine yönelik algısı ile cesur bir serüvenci olarak bu adam hakkında sahip olduğu daha önceki ülküleştirilmiş im­gelerin birbiriyle örtüşmediği inancındayız. Ali Rıza'nın ölümüyle birlikte Zübeyde yirmi yedi yaşında dul bir kadın durumuna düştü. Eline geçen mütevazı bir emekli aylığı ile Mustafa'ya ve ondan sonra doğurduğu iki kızına bakmak durumunda kaldı. Kocasını yitirdikten kısa bir süre sonra kızlarından biri öldü. Mustafa'nın dünyaya geldiği ev bir ölüler evi olmayı sürdürdü. Ali Rıza ve Zübeyde'nin dünyaya getirdikleri altı çocuk­ tan yalnızca iki tanesi yetişkinlik dönemine erişebildi. -Sayfa 48 Zübeyde, Mustafa'nın orduya girme arzusundan hoşnut de­ğildi. Bu, anne ile oğlunun birbirinden ayrılması anlamına geli­yordu ve ayrıca subaylık tehlikeli bir meslekti. Atatürk, annesinin bu konudaki duygularını şu şekilde tanımlamıştır: "Asker olma­ma şiddetle mümanaat ediyordu. Kabul imtihanı zamant ona sezdirmeden kendi kendime askeri rüşdiyesine giderek imtihan verdim. Böylece valideye karşı bir emr-i vaki ihdas edilmiş oldu" (Yalman 1922). -Sayfa 60 Atatürk, kendisine Kemal lakabını ve­ren kişinin matematik öğretmeni olduğunu söylemiştir: "Bir gün bana dedi ki 'oğlum, senin de ismin Mustafa benim de. Bu böyle olmayacak. Arada bir fark olmalı. Bundan sonra adın Mustafa Kemal olsun...' O zamandan beri ismim filhakika ' Mustafa Kemal' kaldı." -Sayfa 62 •BÖLÜM 3 MUSTAFA KEMAL: BiR OSMANlI SUBAYI Bu kısımdan sonra Mustafa Kemal'in askerlik sürecini anlatıyor kitap. Mustafa Kemal, evliliğe duyduğu öfke nedeniyle, annesini ve onun yeni kocasını korkutabileceği bir silah aradı. Bereket versin, o böyle bir silahı bulduğunda annesi ve kocası orada değillerdi. Atatürk, yaşamının daha sonraki yıllarında evlat edindiği kızların­dan birine kitaplarını toplayıp annesinin evini nasıl terk etmiş ol­duğunu anlatmıştır (Gökçen 1974). Annesi onun görkemlik ihti­yaçları için bir tatmin aracı, yıpratıcı olmasına karşın hoşnutluk da veren içten bir sevgi kaynağı değildi artık. Kocası gümrük da­iresinde katip olan uzak bir akrabasının yanına yerleşti. Böylece, Mustafa bir düzeyde evden kaçışını gerçekleştirmiş oluyor, fakat, bastırılmış ya da ilişkisizleştirilmiş olması gerektiğini düşündüğü­müz bir başka düzeyde, babasının bir gümrük memuru olduğu zamana karşılık düşen çocukluk yıllarının ev yaşamına simgesel olarak geri dönmüş oluyordu. -Sayfa 66 Zübeyde, oğluyla olan ilişkisini düzeltmeye çalıştı. Mustafa Kemal'in ikinci kocasından hoşlanmadığını bilen Zübeyde, bu iki­si arasında dostane bir ilişki kurulması için çabaladı. Mustafa'nın kendisini ziyarete geldiği zamanlarda kocasından Mustafa'nın gönlünü alacak davranışlar içine girmesini istiyordu. Örneğin on­dan Mustafa odaya girdiğinde ayağa kalkmasını rica ediyordu. Bütün bunlar kabul edilen Türk davranış kalıplarına aykırı düşen şeylerdi. Zübeyde, bunu Mustafa Kemal'in üvey babasına karşı daha saygılı olmasını sağlamaya yönelik bir çaba olarak açıklı­yordu; fakat, bu, daha ziyade Zübeyde'nin oğlunun savunma amaçlı abartılı özkavramını desteklemeye yönelik bilinçsiz bir ça­ba gibi görünüyor. Mustafa Kemal'in üvey babasını kabullenme­ye başlamış olduğu söyleniyor: Bu durum dikkate alındığında, söz konusu dalkavukça davranışlar' arzulanan sonucu yaratmış görünüyor. Bununla birlikte, Mustafa Kemal üvey babasıyla hiç­ bir zaman tekrar aynı çatı altında yaşamadı -üvey babasının kendi annesinin evinde yatılı kalmak üzere evden ayrıldığı kısa süre­ler istisna olmak üzere. -Sayfa 67 Merak etmeyin, bu hep böyle kalmadı tabii Mustafa Kemal daha sonraları üvey babası ile olan ilişkilerini bir düzene koymuştur. Mustafa Kemal 1905 yılında Harp Akademisi'ndeki öğrenimi­ni tamamladı; elli yedi kişilik sınıfta beşinci sıradaydı. Yirmi dört yaşında bir kurmay yüzbaşıydı artık. -Sayfa 77 •BÖLÜM 4 SÜRGÜN Siyasal faaliyetleri yüzünden Şam'a sürgüne gönderilen Mustafa Kemal kendisini yıkıma uğramış hissetti. Balkan­lar'da bir yere atanacağını umuyordu; annesine bir mektup yaz­mış, yakında Selanik'te olacağını bildirmişti. Bir süre sonra bir­birlerini göreceklerdi. Yegane teselli kaynağı, arkadaşı Ali Fuat'ın da kendisiyle birlikte Şam'a tayin edilmiş olmasıydı. Tayin edil­dikleri yeri öğrendiklerinde; Mustafa Kemal ile Ali Fuat bir şişe viski ve birkaç şişe maden suyu alarak Ali Fuat'ın anne babasının evine çekilmişlerdi. Evde içerek birlikte efkar dağıtmışlardı. -Sayfa 78 Mustafa Kemal, Suriye'ye döner dönmez ingiliz denetiminde­ki Mısır hükümeti ile Akabe Liman'ı konusunda yaşanan anlaş­mazlıkta Osmanlıların çıkarlarını kollamakla görevli bir Türk birli­ğine katılmak üzere doğrudan Berşeba'ya gitti. Hakkında resmi soruşturmalar yürütülürken, sanki Mustafa Kemal bütün bu süre zarfında Berşeba'daki birlikle berabermiş gibi bir izlenim yaratı­lacaktı. idari kifayetsizlik ve arkadaşlarının yardımı sayesinde bu başarıldı. Nihayet, okuldaki siyasi faaliyetleri dolayısıyla katIan­mak zorunda kaldığı sakıncalı statüsünden kurtuldu. Sadık bir subay olduğu resmen ifade edildi ve Mustafa Kemal 1907 yılı Ey­lül ayında Selanik'teki ordu müşirliği kurmaylığına gönderildi. "Sürgün" yaklaşık üç yıl sürmüştü. -Sayfa 84 •BÖLÜM 5 JÖN TÜRKLER Prens Sabahattin'in zihninde, adem-i merkeziyet ilkesi çerçe­vesinde yapılanmış meşruti bir Osmanlı imparatorluğu vardı. Kendi kurtuluşlarını Avrupalı devletlerden bekleyen ve günün bi­rinde ayrı, egemen birer devlet olacaklarını uman imparatorluk içindeki azınlıklar, Prens Sabahattin'in fikirlerine karşıydılar. Azınlıklar arasında gözlenen milliyetçi arzular karşısında, Türk ordusu, federalizmi Osmanlı imparatorluğu'nun varlığına yöne­lik doğrudan bir tehlike olarak görüyordu. 2. Abdülhamid'in is­tibdadına karşı Prens Sabahattin'den ve onun adem-i merkeziyet yanlısı fikirlerinden başka bir çözüm bulunmalıydı. Bu kavrayış, ordu içinde 2. Abdülhamid karşıtı hareketi yeniden canlandırdı. -Sayfa 88 •BÖLÜM 6 KADINLAR VE MUSTAFA KEMAL: İSTANBUL VE SOFYA'DA EGLENCE DÜŞKÜNÜ BİR SUBAY Burayı kısaca özet geçeyim; Mustafa Kemal'in aşk hayatını ve karmaşık ilişkilerinden bahsedilmiştir. •BÖLÜM 7 ÖlÜMSÜZLÜĞÜN BİLLURLAŞMASI Kendisine aktif askeri görevler verilmesini sağlayacak emirle­rin sabırsızlığı içinde olan Mustafa Kemal kiralamış olduğu oda­dan ayrıldı, beklediği emir gelir gelmez hemen ülkeyi terk etmek için elçilik binasına taşındı. İstanbul'daki liderliğin Sofya'da göre­vi başında kalmasının ne kadar önemli olduğu konusunda çeşitli bahanelerle onu sürekli devre dışında bırakması karşısında Mus­tafa Kemal'in hissettiği şey derin bir çaresizlik duygusuydu. Olayların bu şekilde gelişmesini sağlayan gerçek kişinin başta ge­len rakibi Enver olduğunu, komutanlık konusundaki yazgısının Enver'in iki dudağı arasında bulunduğunu biliyordu ve bu durum onun depresif ruh halini daha da derinleştiriyordu. Umut­suzluğa kapılan Mustafa Kemal, oturup Enver'e bir mektup yaz­dı: "Eğer birinci saf subayın olmak yetkililiğinden mahrum isem, kanaatiniz bu ise, lütfen açık söyleyiniz" (Aydemir 1969, 1 . Cilt, s.126). Enver bu mektuba karşılık vermedi. -Sayfa 120 Bir Osmanlı şairi olan Süleyman Nazif, durumu kısa ve özlü bir biçimde yo­rumladı: "Enver Paşa, Enver Paşa'yı öldürdü". Enver'in artık impa­ratorluğun kahramanı ve önde gelen Osmanlı kadınlarının taptığı erkek olmadığı çok açıktı. Narsisist kişiliğinin aldığı bu ağır darbe, Enver'in özde ve üslup olarak daha diktatörce bir tutum takınma­ sına neden oldu. Jön Türkler, artık gençliklerini yitirmişlerdi. -Sayfa 122 •BÖLÜM 8 DÜŞKIRIKLIĞI İÇİNDEKİ BİR KAHRAMANIN YOLCULUKLARI Emin olunuz ki bu büyük insan bir­ gün yalnız Türkiye'nin değil, bütün dünyanın en meşhur adamı olacaktır. -Sayfa 136 O an Mustafa Kemal'in yaşadığı duygular her ne olursa olsun, kendisini şu düşünceyle yatıştırdı: Enver daha önce de kendisini adı var kendi yok bir birliğin komutanlığına atamış, ama o süreçten Gelibolu kahramanı olarak çıkmasını bilmişti. -Sayfa 149 Ve sonrası bilinen malûm askerlik hayatı, mücadeleleri ve galibiyetlerle beraber gelen şan ve şöhreti. Atatürk'ü anlatan herhangi bir kitabın bu kadar derinlemesine anlatmadığına eminim. Hangi kitapta Lâtife hanım ile boşanma sebebine değinilmiş? Yahut hangi kitapta Zübeyde Hanım'ın oğluna olan düşkünlüğü yüzünden oğlunun hayatına giren her hangi bir kadını sevmeyip oğlunu kıskandığına değinmiştir? Ben söyleyeyim, belki de 0. Ya da niceleri. Ya peki Mustafa Kemal Atatürk'ün ikizler meselesini biliyor musunuz? Ben bilmiyordum, bilmediğim bir sürü şey vardı ve hepsini öğrenmiş oldum. Kitabın yarısında şaşkınlık geçirerek okudum diyebilirim, o kadar fazla ayrıntılı bahsedilmiş ki, muazzam! Okumanızı tavsiye ederim demeyeceğim, herkesin elbette okuması gerektiğini düşündüğüm bir kitap. Hangi Türk Mustafa Kemal Atatürk'ün hayatını bu kadar detaylı öğrenmeyi istemez ki? Haksız mıyım? Gereğinden fazla uzun yazdığımın farkındayım ama az bile geliyor bana. Kaynakça; mykibris.com/kim-kimdir/habe... tr.m.wikipedia.org/wiki/Vam%C4%B1k... politikaakademisi.org/2016/11/23/kita...
Ölümsüz Atatürk
Ölümsüz AtatürkVamık Volkan · Bağlam Yayıncılık · 200085 okunma
··
21 artı 1'leme
·
646 görüntüleme
HELİN KURT okurunun profil resmi
Öncelikle eline ve emeğine sağlık. İnceleme yazısına emek vererek ve detaylı bir şekilde hazırladığın için. İnceleme yazınla alakalı birkaç şeye değinmek isterim. O da şu, kitaptaki bölümlere göre ayırman gayet güzel olmuş. Fakat inceleme yazısı uzun olduğu için başlıkların daha görünür olmasını istiyorsan onları bir simgenin arasına alıp daha belirgin hale getirebilirsin veyahut da bölümler arasındaki boşluğu birazcık daha uzatarak bölümlerin daha net anlaşılmasını sağlayabilirsin ki bu daha kolay bir okuma sağlayacaktır, kendi neznimde öyle düşünüyorum :)) Son olarak değinmek istediğim şey de şu Atatürk hakkında spesifik olarak bildiğimiz şeyler vardır. Hatta incelemenin son kısmında belirtmişsin "Ve sonrası bilinen malum askerlik hayatı, mücadeleleri ve galibiyetlerle beraber gelen şan ve şöhreti" nedense benim gözüm bunları da aradı. Galiba bu hep bunları bilmenin bilinciyle görmek isteğiydi. İnceleme için teşekkür ederiz :D
Sevgi okurunun profil resmi
O kadar dikkat etmeme rağmen onları yapmaya çok üşendim aslında. Birazdan düzeltirim. Teşekkür ederim :) Geri kalan kısmını da anlatacaktım aslında ama 24 bölümden oluşuyor ve yazmayı bıraktıktan sonraki bölümler lisede gördüğümüz konular neredeyse, yani bilindik şeylerdi ve fazla ayrıntılı haliydi sadece. 🫶🫠
2 sonraki yanıtı göster
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.