Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

112 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
Absürt yaşam
Albert Camus’un Yabancı romanı, varoluşçuluğu insanı ve karşı karşıya olduğu dünyası ile arasındaki ilişkiyi inceleyen çok etkileyici bir eser. Kitaptaki ana karakter olan meursault diğer insanlardan farklı ve karşılaştığı olaylara kayıtsız kalan hayatı absürt ( saçma ve mantıksız) bulan bir insan olarak tasvir edilmiş. Albert Camus oluşturduğu bu karakter ile absürt felsefesini okuyucuya çok iyi bir şekilde aktarmaktadır. Öyle ki kitabı okuduğum günlerde bende neredeyse karakterin kişiliğine bürünmüştüm. Bu da yazarın felsefesini yabancı eseri ile ne kadar iyi bir şekilde karşıya aktardığına bir örnek olarak verilebilir. Ancak hikayede bahsi geçen baş karakterin davranışlarının sebebinin kendi yaşam felsefesinden kaynaklanmasından çok sanki psikolojik bir sorunu (duygusuzluk hastalığı vs.) olan bir hastaymış gibi hissettim. Bu durum karakterin veya kitabın temasının yanlış anlaşılmasına sebep olabilir. Ben bile kitap hakkında araştırma yapmasaydım karakteri sadece psikolojik sorunları olan biri olarak görecektim ve kitabın altında yatan derin felsefi anlamları şimdi ki kadar iyi anlayamayabilirdim. Bu durumu yazar güçlü özlü ve etkileyici üslubu ile çok iyi bir şekilde kapatmış. Yazım tarzı, duygusal bağlantısızlığı artırıyor. Camus’un duvarlardaki saçma lekeler için yaptığı yine saçma olan betimlemeleri ve meursault’un dünyayı ve karşılaştığı olayları algılayış biçimini anlatırken yazar okuyucuyu karakterin zihnine davet ediyor resmen. Anlatım, okurları hayatın anlamını, ahlakı ve toplumsal beklentilerin sonuçlarını düşünmeye yönlendirir. Örneğin “sadece güneşin alnımdaki zonklayışını... Seziyordum. Bu yakıcı kılıç... gözlerimi oyuyordu. İşte o an, her şey titreşti.” kitabin bu kısmındaki ve daha pek çok kısmındaki güneş ve sıcak betimlemelerini karakterin içinde olduğu durumu yazar yine o kendine özgü üslubu ile okuyucuya saçma ve absürt olarak aktarıyor. Bir okuyucu olarak bende bu kısımlarda bende kendimi güneş altında bir sahilde alnım terler bir şekilde saçma bir olayın içinde olduğumu ve o duygular ile orda olsam belki kendimin de tetiği çekebileceğini hissettim. “ Bugün annem öldü. Belki de dün, bilmiyorum “ Kitabın bu giriş cümlesi beni çok etkiledi. Sadece bu cümle ile yazarın felsefesinin anlaşılabileceğini düşünüyorum. Daha sonra kitap hakkında yaptığım incelemelerde de daha bir çok kişinin kitabın bu cümle ile başlamasının ne kadar etkileyici olduğunu düşündüklerini gördüm. Hatta bazıları edebiyat tarihindeki en etkileyici giriş cümlesi olduğunu dile getirmekten hiç çekinmediler. Gerçekten edebiyat tarihindeki en etkileyici giriş cümlesi olduğunu söyleyemem ama daha öncede belirttiğim gibi yazar bu cümle ile okuyucuyu kendi dünyasına direkt davet ediyor ve kitabın devamında bu cümle kafanızın içinde yankılanmaya devam ediyor. Yazarın kitabın buna benzer en etkileyici noktalarında bile kullandığı sade ve düz anlatım biçimi beni çok etkiledi. Sebebi ise Karakterin annesinin ölümüne olan kayıtsızlığı kadar onun bu şekilde düz ve sade verilmesi de insana o absürtlüğü ( kayıtsızlığı, saçmalığı, uygunsuzluğu) hissettiriyor. Kitapta beni rahatsız eden bir durum ise cinayete kurban gitmiş olan “Arap’ın” ve diğer bahsi geçen Arapların hikaye boyunca sadece Arap olarak geçmeleriydi. Duruşma sırasında bile Arap’ın ismi geçmedi ona sadece bir Arap olarak görüldü. Oysa kitapta geçen Fransız karakterler çok iyi bir şekilde betimlenmiş. Bu da bana yazarın kendi içinde yaşamış olduğu topluma ( cezayir ) karşı kötümser bir tavır içinde olduğunu hissettirdi. Belki de yazar bu şekilde hayatın anlamsızlığını absürt felsefesini işlemeye çalışmıştı kitapta, bilemiyorum. Bir cezayirli okuyucunun bu duruma sitem ettiğini okudum bir yazıda okumuştum. Bu cezayirli Camus’u vatanına arkasını dönmüş biri olarak görüyordu. Kitap gerçekten çok etkileyici şekilde yazılmış, yazar okuyucuya absürt felsefesini de çok iyi bir şekilde aktarmış. Ve evet yazar gerçekten de edebiyat tarihine Nobel ödülü alarak girmeyi hakediyor. Ancak kitabı okuduğum süre ve yazar hakkında araştırma yaptığım süre boyunca yazarın benimsediği yaşam felsefesi beni çok rahatsız etti. Belki de kitap hakkında yapılabilecek en olumsuz eleştiri barındırdığı felsefi görüşün olumsuzluğudur. Albert Camus’un felsefesini anlayabilmek için önce Nietzsche yi “ Tanrının ölümü’nü ” anlamak gerektiğini düşünüyorum. Ki şunu der yazar “ dünyayı ne kadar anlamaya çalışırsanız çalışın o her zaman absürt ve saçmadır “. Gelelim bu felsefeyi neden bu kadar eleştirdiğime çünkü bu felsefe insanı umutsuzluğa, hayatın ve yaşamın anlamsız olduğu düşüncesine sürüklüyor. Hatta bu kısımda bir uyarı vermek istiyorum intihar veya kendine zarar verme düşüncesi olan kişilerin bu kitabı okumamasını tavsiye ediyorum. Kitap gerçekten de yazarın absürt felsefesini o kadar iyi aktarıyor ki bu kişileri kötü bir şekilde etkileme ihtimali çok yüksek. Bu konuda kitaptaki bu alıntıyı da vermek istiyorum “Hayatın anlamını aramak, aslında yaşamanın en güzel anlamını kaçırmaktır.” Daha önceden de yazdığım gibi kitabı okumaya başlarken çok mutlu ve hayat dolu bir ruh hali içinde olsam da yazar ikna edici anlatımı ile bu iyimser ruh halini içimden söküp kendini absürt felsefesini yaşamın ve dünyanın mantıksızlığı hissini yerleştirdi resmen. Her ne olursa olsun hayatın her zaman yaşamaya değer olduğunu, her birimizin hayatımızın anlamlarını ayrı ayrı bulabileceğimize iyimser bir bakış açısıyla inanıyorum. Evet hayat bazen çok saçma olabilir ama ona anlam katmakta elimizde. Yazımı şu söz ile bitirmek istiyorum hayat ona anlam kattığınız derecede yaşamaya değerdir.
Yabancı
YabancıAlbert Camus · Can Yayınları · 2019111,3bin okunma
·
51 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.