Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde masal ülkesinde anne, baba, babanın babası olan büyükbaba ve yukarıda bahsi geçen sekiz yaşında bir oğlan çocuğundan oluşan bir aile yaşarmış. Oldukça ihtiyarlamış olan büyükbabanın elleri titrer, bu yüzden de ne zaman sofraya otursalar adamcağızın lokmaları sağa sola saçılırmış, bu durum oğlunu ve gelinini had safhada rahatsız ettiğinden, her ikisi de sürekli olarak adamı biraz daha dikkatli olması için uyarıp dururlarmış, zavallı adam ne kadar uğraşırsa uğraşsın titremesine hâkim olamaz, aksine uyarılar arttıkça titremesi de artar, masa örtüsü de yerler de yemek içinde kalırmış, boynuna bağlanan peçeteden bahsetmeye gerek yok, her öğünde, kahvaltıda, öğle ve akşam yemeklerinde değiştirilmesi gerekirmiş. Olup bitenden rahatsız olan ve hiçbir iyileşme ihtimali olmadığını gören oğul, bu tatsızlığa bir son vermek için harekete geçmiş. Günlerden bir gün eve elinde tahta bir tabakla gelmiş ve doğruca babasının yanına gitmiş, Bundan sonra burada, avluda yemek yiyeceksiniz, burayı temizlemek daha kolay, böylelikle gelininiz kirlenen masa örtüleriyle ve onca peçeteyle uğraşmak zorunda kalmayacak. Öyle de olmuş. Kahvaltıyı, öğlen ve akşam yemeklerini yalnız başına avluda yemeye başlayan ihtiyar, yemekleri ağzına götürebildiği ölçüde yemeye çalışıyor, yiyeceklerin yarısını daha ağzına götüre meden düşürüyor, kalan kısmın bir miktarı da ağzından düşüyormuş, sonuçta kursağından birkaç lokma ya geçiyor ya geçmiyormuş. Büyükbabasına yapılan kötü muamele, torunun pek umurundaymış gibi görünmüyormuş, büyükbabasına, annesine ve babasına bakıyor ve konuya önem vermezmiş gibi yemeğini yemeye devam ediyormuş. Günlerden bir gün baba işten eve döndüğünde, oğlunu elinde bir çakıyla bir tahtayı yontarken görmüş, ama konuya fazla önem vermemiş, o günlerde çocukların kendileri için tahtadan oyuncaklar yapmaları olağanmış. Adam ertesi gün tekrar dikkat ettiğinde yontulan nesnenin oyuncak bir arabaya benzemediğini, en azından tekerlek takılabilecek yerleri olmadığını görmüş ve çocuğa ne yaptığını sormuş. Çocuk duymamış gibi davranarak, elindeki tahta parçasını yontmayı sürdürmüş, tüm bu olayların anne ve babaların daha az korkak olup, çocuklarının elinde oyuncak yapımı için son derece faydalı bu tür kesici aletleri gördüklerinde koşup hemen almadıkları bir dönemde geçtiğini de hatırlatalım. Beni Beni duymadın mı, o tahtayla ne yapıyorsun, diye tekrar sormuş baba, ve oğlu, gözlerini yaptığı işten ayırmadan, cevap vermiş, Büyükbabam gibi yaşlandığında, ellerin titreyince avluda yemek yiyeceğin günlerde kullanman için tahta bir tabak yapıyorum. Bu sözler sihirli bir etki yaratmış. Babanın gözlerindeki perde bir anda aralanmış, gerçekleri görmeye başlamış, hemen babasının yanına koşup ondan binbir özür dilemiş, yemek vakti geldiğinde de onu masaya kendi elleriyle oturtup, yemeğini elleriyle yedirmiş, büyükbabanın bunları yapacak gücü olmadığından, babanın gücü de henüz yerinde olduğundan kendi elleriyle silmiş ağzını. Sonra neler olduğunu bilemiyoruz, ancak bu küçük çocuğun işinin yarım kaldığı, buna karşın tabağa dönüşebilecek tahta parçasının ortalıkta dolaştığı da bir gerçek. Bu öykünün öğretici yanının kaybolmaması için kimse o tahta parçasını yakmak ya da atmak istememiş, öte yandan çocuğun yarım bıraktığı işi bir başkasının bitirmesi de her zaman mümkünmüş, özellikle de insanoğlunun ruhunun karanlık yönlerinin hiç yok olmadığını gördüğümüz bugünlerde. Hani derler ya, yaşamak ve görmek gerek, bu zamana bağlı bir sorundur ve bazı şeyleri görmek nasip olmazsa eğer, bu sadece yeterince yaşamadığımızdan olacaktır. Her neyse, olayların hep karanlık ve kötü yanlarını göstermekle suçlanma durumuna gelmemek için, bu güzel öykünün, toplumsal hafızanın tozlu raflarından alınıp, üzerindeki örümcek ağları bir gazete yardımıyla temizlendikten sonra televizyona uyarlanabileceğini, bu tür bir girişim sayesinde geçmişte toplumu besleyen manevi değerlerin geri geleceğini, ailelerin örselenmiş vicdanlarının onarılmasına katkıda bulunulabileceğini düşünenler olduğunu da söyleyelim. Tabii bugün her şeye hâkim olan maddiyat o dönemlerde henüz insanların iradelerini ele geçirmemişti, bizler irade gücüne inanıyorduk ve böylesi olaylar ahlaki zayıflığın canlı ve iflah olmaz örnekleri olarak görülüyordu. Yine de umudumuzu yitirmeyelim. Bu rolü oynayacak çocuk beyaz camda belirdiği anda ülke nüfusunun yarısının gözyaşlarını silmek için bir mendil arayışına gireceğinden emin olabiliriz, nüfusun daha metin olan diğer yarısı da büyük bir ihtimalle gözyaşlarının yanakları boyunca sessizce süzülmesine aldırmayarak, yapılan ya da göz yumulan kötü bir davranış karşısında hissedilen vicdan azabını ifade etmenin tek yolunun içi boş sözcükler olmadığını ortaya koyacaklardır. Büyükbabaları ve büyükanneleri kurtarmak için çok geç olmadığını umuyorum.
Sayfa 79
·
23 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.