Başında sarığı, sırtında cübbesi, günün erken saatinde evinden çıkar, mektebine giderek akşama kadar talebeleriyle haşır-neşir olduktan sonra herzamanki ciddî ve huzurlu hâliyle evine dönerdi. Ne ki bu dönüşe, evinden ziyâde, kitaplarına kavuşmak denebilirdi. Zirâ Bergamalı Cevdet Efendi ile kütüphânesi arasında âdetâ ezelden ebede uzanan plâtonik bir aşk vardı.
Canlı, neş'eli ve kabına sığamayan genç karısının itiraz, isyan ve ricâlarına rağmen sevgilisinin birini rafa koyarken bir başkasını alır, gözünden ev-bark çoluk-çocuk silinircesine okur okurdu.
Ama bâzan, içine dalıp kaybolduğu bu dünyâ ile kendi arasında bir el, genç bir kadın eli hiddet ve şiddetle uzanır ve kocasının okuduğu kitabı kaptığı gibi fırlatıp pencereden bahçeye atardı.
Bergamalı Cevdet Efendi, karısının bu haklı protestosuna içinden kızmış olsa bile, belli etmez, aşağı inerek kitabı çiçek tarhlarının arasından alır; tozlarını temizler, şâyet cildi bozulmuşsa, ertesi gün tâmîre götürür; yukarı çıkıp karısıyle karşılaştığı zaman da bütün sitemi:
– Hanımcığım Allah sizi affetsin! demekten ibâret kalırdı.
Sayfa 138 - Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul - 1977