Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Vorontsovlar, muazzam bir hayat sürüyordu. Çar ailesinden sonra ülkenin en önde gelen ailesiydiler. Her zaman sevilmeseler de daima konumlarına yaraşır bir muamele görüyorlardı. Aris­tokratların birçoğu bu aileyi kıskanıyordu. Ailenin üstünlüğünü kabul eden halk, Vorontsovları seviyordu. Soyluların aksine halk, Vorontsovların huzurunda ayakta bekletilmeye, odadan ancak onlardan sonra çıkmaya ya da masada alçak bir yerde oturmaya gücenmiyordu. İster başkent Tiflis'te, isterse Odesa' da olsunlar, Vorontsovlar soylulara yaraşır bir hayat tarzına sahipti. Deniz kuvvetlerinin meşhur mimarı Zaharov tarafından Rus mimari tarzına göre Odesa'da inşa edilen saray, ülkedeki en güzel par­kelerle süslenmişti. Kırmızı beyaz üniformalarıyla üç yüz uşak, ailenin isteklerini yerine getiriyordu. Günlük davetlerde en az yirmi çeşit yemek çıkar ve ziyafete elliden fazla misafir katılırdı. Gerçi misafirlerini birkaç yüz köle kızının çıplak dans gösteri­siyle ağırlayan Prens Yusupov kadar işi abartmazlardı. Belki de Vali, İngiltere' de yetiştiği için ülkesindekiler kadar gösterişli bir ev sahibi değildi. Yine de Vorontsovlar, Valilik Sarayı'na (Sara­yın yanından geçen bütün askerler, selam durmak zorundaydı) gelen misafirlerini rahat ettirmek için ellerinden geleni yapardı. Özellikle kendilerine biat eden yerel yöneticilere, şemhallara, beylere, hatta Hacı Murat gibi pek güvenmedikleri kişilere dahi özen gösterirlerdi. Gençliğinde Puşkin'in delicesine aşık olduğu Prenses, elli ya­şında olmasına rağmen cazibesinden hiç bir şey kaybetmemişti. Birden fazla dilin konuşulduğu toplumlarda sık görüldüğü üzere ortama tuhaf bir sessizlik çöktüğünde, yumuşak ve tatlı üslubuy­la yeni konular açıp sohbeti devam ettirirdi. Ne dediğini anla­madığı Gürcü güzellerin yanında oturan generallerin yüzü kıza­rırdı. Yerel yöneticilerse, sadece kendi dillerini konuşabiliyordu. Böyle bir geceye şahit olan Amerikalı bir seyyah gördüklerini kayda geçirmişti. Sohbet, büyük bir güvenle yerel sorunlardan bahseden Koçubey'in sözleriyle başlıyor: "Bu Çerkesler, sizin ül­kenizdeki yerlilere benziyor. Onları ne terbiye etmek mümkün ne de medenileştirmek. Seslerini kesmenin tek yolu, onları yok etmek . . . Bir gün Rus hakimiyetine girerlerse uygulanacak tek güvenli politika, onların vahşi ve savaşçı niteliklerini başkalarına karşı kullanmak olacaktır." Prenses Yelizaveta Vorontsov'u özenle tarif eden seyyah, onun mahmur bakışlarından, mavi gözlerinden ve parlak teninden bahsediyordu. Kestane rengi dalgalı saçları yüzünün iki yanı­na sarkan Prenses'in yaklaşık otuz beş yaşında göründüğünü söylüyordu. Başına bir devekuşu tüyüyle kocaman bir inci taç taktığını, turkuaz ve elmaslarla süslenmiş büyük bir kolyesinin olduğunu anlatıyordu. Kim bilir, belki de bu mücevherler Po­temkin'den miras kalmıştır. Yemekten sonra misafirlerini ağır­ladığı tamamı kırmızı brokarla kaplı salon, ziyafet sofrasına ben­ziyordu. Gösterişli çiçekler ve meyve tabaklarıyla donatılmıştı. Tropik çiçeklerden yapılan piramitler, altın ve kristal kaselere ya da nadide porselenlere konulmuştu. Sarayda yaşayan bir ressam, hiç durmadan çalışıyor ve her gün mekana bir dizi yeni natür­mort asıyordu. Feodal dönemlerde evde gökbilimci, ilahiyatçı ve eczacı bulundurmak adetti. Bütün misafirler salonda toplandık­tan sonra Prenses ellerini çırptı ve nargilesini istedi. Doğululara özgü bu alışkanlık, Amerikalı ziyaretçiyi hayrete düşürmüş ve kızdırmıştı. Özenle giydirilmiş, pala bıyıklı bir cüce, Prenses'e nargilesini getirdi. Kibarca birkaç nefes çeken Prenses, kehri­bar ağızlığı yere bıraktı. Bütün dikkatini, misafirlere aldırmadan parkelerin üzerinde dolaşan, uçan bir tilkiye benzeyen vahşi kü­çük bir hayvana verdi. Kucağına oturan hayvana elleriyle üzüm yedirdi. Mazurka oynayan genç subaylar, mahmuzlu çizmelerini yere vuruyor, Gürcülerse hareketli danslarıyla onlara eşlik edi­yordu. Sevdiği misafirlerini kütüphanesine götüren Prens, sa­hip olduğu nadide parçaları sergiliyordu. Saray, bu tür eserlerle dolup taşıyordu. Güzel sanatlardan konuşurken birden konuyu değiştirip İmereti'de açtığı yeni kömür madenlerinden tutkuy­la bahsetmeyi ya da Guriel'de geliştirdiği yeni pamuk türlerini göstermeyi severdi. "Amerikan pamuğu kadar iyi değil maalesef' diyordu. İmereti' den çıkardığı kömürün kalitesini anlata anlata bitiremiyordu. Karadeniz' deki buharlı gemilerde ve odun sıkın­tısı yaşayan Türk sınır kalelerinde bu kömürü kullanıyorlardı. "Misafirleri, ordu sobalarına dair meselelere ilgi gösterir gibi yapmaya çalışıyordu. Benvenuto Cellini'nin kadehleri hakkında konuşmak dahi bundan daha kolaydı." Vorontsov ailesine ait hazinelerle harika bir sergi açılabilirdi. Heyhat! Alupka ve diğer valilik sarayları, devrim esnasında diğer büyük evlerle aynı akıbeti paylaşacaktı. "Niçin büyük bir salon yaptırıyorsun, ey kanatlı günlerin oğlu? Bugün kulelerinden aşağı bakabiliyorsun. Fakat birkaç yıl içinde bir çöl fırtınası gelecek ve boş saraylarında uğuldayacak." O şiddet dolu günlere daha yetmiş yıl vardı. Hacı Murat'ı bek­leyen o korkunç ve destansı ölüme ise sadece birkaç gün... Mi­safirler arasında gururla dolaşan o kuvvetli vücut, kısa bir süre sonra bir ormanda yere yığılacaktı. Başı koparılacak, kurşunla delik deşik edilecek ve kılıçtan geçirilecekti. Asla eğmediği başı, bir çuvala konup St.Petersburg'a gönderilecekti.... Hacı Murat, Vorontsov'un kendisini bilerek oyaladığını fark etmişti. Meseleyi savuşturmak için diplomatik bir üslup kulla­nıyordu. General Argutinski yazın Tiflis'e geldiğinde, Hacı Mu­rat'ın da katılacağı büyük çaplı bir saldırı düzenleme meselesini konuşacaklardı. Fakat Hacı Murat, Rusların boş vaatlerinden ve Tiflis'teki boğucu hayattan bıkmıştı. Yakınlardaki küçük bir Müslüman kasabası olan Nuha'ya yerleşmek için izin istedi. Böy­lece kendisine destek veren Avarlarla daha rahat iletişim kura­bilirdi. Ayrıca içinde bulunduğu zor durumu atlatabilmek için vaktini ibadete ayırabilirdi. Ailesi esir alınan ve hayatları Rus­larla olan ilişkisine bağlı olan Hacı Murat, hayatının en sıkıntı­lı dönemini yaşıyordu. Ruslarsa bu duruma siyasi bir manevra olarak bakıyordu. Bir türlü rahat vermeyen bu adamdan sıkılan Vali gitmesine izin verdi. Hacı Murat'ın yanında beş adamı var­dı. Başlarında iki subay bulunan küçük bir Kazak birliği, Hacı Murat ve adamlarıyla aynı evde kalacak ve onlara refakat edecek­ti. Evi camiye yakındı. Hacı Murat, zamanının çoğunu camide ibadet ederek geçiriyordu. Dağıstanlı aşiretlerin getirdiği haber­ler iç açıcı değildi. Kimse, Hacı Murat'ın ailesinin esir tutuldu­ğu Şamil'in avulu Vedan'a baskın yapmaya cesaret edemiyordu. İmam, esirlere yardım el uzatanı korkunç bir akıbetin beklediği­ni ilan etmişti. Kimse, Hacı Murat'ın oğlunun başına ne geldiğini bilmiyordu. Hacı Murat, kararını vermişti. Dua etmek bir işe yaramıyordu. Allah'a ve Beyaz Çar'ın serdarına ettiği dualar cevapsız kalmıştı. Hareket geçme vakti gelmişti. Ruslardan kaçacak, yolda taraftar­larını toplayarak Vedan'a gidecekti. Şamil'in güvenlik çemberini aşıp o meşhur baskınlarından birini gerçekleştirecek ve avulu gafil avlayacaktı. Ya mahkumları kurtaracak ya da bu uğurda ölecekti. Canıgönülden sevdiği ailesinin hayatları karşısında ne canının ne gücün ne de iyiliklerin bir önemi vardı. Aşağıdaki muhafızların anlamaması için Çeçence konuşan Hacı Murat, adamlarına yaptığı planı anlattı. Gece boyunca hıncallarını bi­leyip tabancalarını hazırladılar. Sabah namazını kıldıktan sonra günün ilk ışıklarıyla beraber nöbetçi subaya haber gönderen Hacı Murat, atıyla dolaşmak istediğini söyledi. Dağlıları bir yerde sabit tutmak mümkün değildi. Hacı Murat'ın her gün ata binmesine alışkın olan subay yanına beş muhafız verdi. Kazaklar, homur­dana homurdana atları eyerledi. Kasabanın dışına doğru atlarını süren grup, çöken yoğun sisin içinde kayboldu. Grubun başın­daki Hacı Murat, hızını artırıp eşkin gitmeye başladı. Adamları peşindeydi. Birden atlarının boynuna yatıp uzaklardaki dağlara doğru dörtnala gitmeye başladılar. Kartal kafesten uçmuştu. Grubun komutasının kendisinde olduğunu zanneden Rus Ça­vuş, arkalarından bağırıyor ve durmalarını söylüyordu. Atını hızlandırıp onlara yetişmeye başladı. Kaçtıklarını anlamıştı. Bu, her sabah çıktıkları o gezilerden biri değildi. Kaçmayı planla­mışlardı. Tabancasına davranan çavuş, adamlarına kendisini ta­kip etmelerini söyledi. Tam Hacı Murat'ı yakalamak üzereyken dağlılar geri dönüp nişan aldı ve Rus çavuşu kalbinden vurdu. Kazaklar öldürülen silah arkadaşlarının başına vardığında, beş mürit atlarını Üzerlerine sürdü. Şaşkınlıktan dona kalan askerler kendilerini savunma fırsatı dahi bulamadan Müritler, ellerinde­ki şaşkalarla onları parçalara ayırdı. Atlarından düşen Kazaklar, Müritlerin atlarının altında ezildi. Her yer kan gölüne dönmüştü. Ölen Rusların Üzerlerindeki mühimmatları alan Müritler, vadiyi kaplayan sisten çıkıp uzaktaki görkemli ve ıssız dağlara yöneldi. Yaşanan çatışmayı gören köylüler, hemen Nuha'ya giderek her­kese haber verdi. Nöbetçi subay, keşke ölseydim diyordu. Böyle bir mahkumu elinden kaçırmak hayatına değilse bile rütbesine mal olacaktı. Valiye nasıl haber vereceğini düşünmemeyi ter­cih ediyordu. Başını ellerini arasına alıp eşine bir intihar mek­tubu yazmayı düşündü. Cesareti tamamen kırılmıştı. Arabasını çağıran subay, son sürat Tifüs' e doğru yol aldı. Ne olacaksa bir an önce olsun diyordu. Kasabanın komutanı Albay Korganov, oldukça cesur bir adamdı. Dağlara giden geçitlerin tutulduğu­nu bilen Korganov, yanına büyük bir kuvvet alarak kaçakların peşinden gitti. Dağın yamaçlarında Hacı Murat ve adamlarını yakalayacağını düşünüyordu. Ve öyle de oldu. Bir çeltik tarlasında bataklığa saplanan Kafkasyalılar çok za­man kaybetmişti. Atlarını bataklıktan kurtarmayı başardıkla­rında çoktan öğlen olmuştu. Gizlenmelerini sağlayan sis dağıl­mıştı. Tepede parlayan güneş, dağ ve vadideki bütün ağaçların, kayaların ve akarsuların net bir şekilde görülmesini sağlıyordu. İhtiyatı elden bırakmayan Hacı Murat, karanlık çökene kadar yakınlardaki bir koruda saklanmaya karar verdi. Gece vakti görünmeden dağlara gideceklerdi. Atlarını bağladıktan sonra abdest alıp öğle namazını kıldılar (Her mürit, abdest almak için yanında bir ibrik su taşırdı. Abdestsiz dolaşmak, tahayyül dahi edilemezdi). İhtiyar bir adamla karşılaşan Albay Korga­nov'un adamları, atlı beş müridin koruya girdiğini öğrendi... Bu tesadüf, tarihin akışını değiştirecekti. Hacı Murat kaçmayı başarsaydı, Şamil'in karşısına çıkabilir ve onu yenebilirdi. Bu durumda, kanlı Kafkas savaşları birkaç yıl daha kısa sürebilirdi. İki Prenses aylar boyu esaret hayatı sürmek zorunda kalmaz, onların hürriyetlerinin bedelini canıyla ödeyen Cemaleddin bu hüzünlü akıbetle karşılaşmazdı. Fakat o ihtiyar adamı Karganov'un tercümanlarının karşısına kader çıkarmıştı. Askerler, bir saat içinde korunun etrafını sardı. Hacı Murat ve adamları kapana kısılmıştı. Her bir müride kar­şılık yüz Rus askeri vardı. Sonlarının geldiğini biliyorlardı an­cak kimse teslim olmaktan bahsetmiyordu. Rus subaylar, teslim olma çağrısında bulundu. Müritlerse direnmeye hazırlanıyordu. Ruslar, ne kendilerini ne de atlarını sağ ele geçirebilecekti. At­larının gırtlaklarını kesip siper olarak kullanmak için önlerine yatırdılar. Hıncallarıyla çukur kazdılar. Yaklaşan Ruslar ateş etmeye başlamıştı. Ateşe ateşle karşılık verdiler. Kafkasyalılar, müthiş nişancılıklarıyla meşhurdu. Hele bir de silahlarını bir da­lın çatalına dayarlarsa attıklarını vurulardı. Mermilerini hesaplı kullanan Müritler, eyerlerinin üzerine dayadıkları tüfekleriyle ateş ediyorlardı. Mermileri olduğu sürece her atışta bir düşman vurabilirlerdi. Ruslar geri çekildi.... Yaşanan çatışmayı duyan bazı dönek aşiretler, Hacı Murat'ı öldürme arzusuyla çakallar gibi bölgeye üşüştü ve Ruslara ka­tıldı. Yıllardır Hacı Murat'tan korkarak yaşamışlardı. Gelenler arasında kadim düşmanı Mektule Hanı Ahmet'in oğlu da vardı. Teslim ol çağrılarına bir kez daha ateşle karşılık verildi. Beş yüz saldırgan çemberi daraltıyordu. Müritler, meşhur ölüm duaları­nı etmeye başlamıştı. Hacı Murat ve adamları şaşkalarını çekti. Mühimmatları bitmek üzereydi. Vurulan iki mürit liderlerinin yanında sessizce can verdi. Hacı Murat'ın omzuna bir kurşun isabet etmişti. Beşrnetinin astarından yırttığı pamuğu yarasına bastırdı. Böğrüne bir kurşun isabet etti. Yine yaraya pamuk bas­tı. Tolstoy, hikayenin sonunu şu muhteşem cümlelerle anlatıyor: Böğrüne aldığı yara ciddiydi ve öleceğini hissetmişti. Hatıraları ve resimler, hızla gözünün önünden geçmeye başladı. Bir eliyle kesik yanağını tutan kudretli Ebu Nutsal Han'ın, diğer elinde­ki hançerle düşmanının üzerine atlamasını gördü. Sonra narin ihtiyar Vorontsov'un kurnaz ve solgun yüzünü, yumuşak sesi­ni hatırladı. Sonra oğlu Yusuf, eşi Safiye ve kısık gözleri ve kızıl sakalıyla düşmanı Şamil canlandı gözünde. Aklından geçen bu hatıralar, onda ne acıma ne öfke ne de istek uyandırıyordu. Şu anda içinde başlayan ya da çoktan başlamış olan şey karşısında her şey çok önemsiz geliyordu. Kuvvetli vücudu, başlattığı şeyi devam ettiriyordu. Son bir gay­retle doğruldu ve kendisine doğru koşan adama ateş etti. Vu­rulan adam yere yığıldı. Çukurdan çıkan Hacı Murat, elinde hançeri topallaya topallaya düşmanın üzerine yürüdü. Birkaç el ateş açıldı. Hacı Murat, sendeleyip yere yığıldı. Zafer çığlık­ları atan bazı milisler yanına koştu. Fakat öldüğü zannedilen Hacı Murat birden kımıldadı. Önce kanlar içindeki tıraşlı başı­nı kaldırdı. Sonra bir ağacın gövdesine tutunarak ayağa kalktı. O kadar korkunç görünüyordu ki ona doğru koşan adamlar, oldukları yerde kalakaldı. Birden vücudunu bir titreme sardı. Dengesini kaybeden Hacı Murat yüzükoyun yere düştü. Artık kıpırdamıyordu ama hala olanları hissedebiliyordu. Gözlerini göğe dikmiş yatıyordu. Genç Ahmet Han, başını göv­desinden ayırdı. Başına toplanan askerler, çimenlerin üzerinde kan gölünün içinde yatan vücudu tekmeleyip delik deşik etti. Hacı Murat'ın nereye gömüldüğünü kimse bilmiyor. Hacı Murat'ın kaçtığını öğrenen Vali'nin canı sıkılmıştı. Çar'a bu durumu nasıl izah edeceğini düşünüyordu. Ancak Hacı Mu­rat'ın öldürülmesiyle bütün mesele çözüldü. Hayatını kaybeden düşmanını saygıyla yad eden Vorontsov, Hacı Murat'a şu sözler­le veda etti: "Hacı Murat, 24 Nisan 1852'de yaşadığı gibi cesurca öldü. Cesareti gibi gururu da sınır tanımazdı." Hacı Murat'ın kesilen başına gelince... Vorontsov, "halkın kor­kularını gidermek için" Tiflis'teki askeri hastanede teşhir ettirdi. Daha sonra tahnit edildi ve Çar'a sunmaya değer bir savaş gani­meti haline getirildi.
·
118 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.