Şamil, bölgeye ilk temsilcisini 1843 yılında göndermişti. 1850 yılında daha güçlü bir ismi, Naip Muhammed Emin'i görevlendirdi. Bu kurnaz adam, aşiretleri birbirine düşürdü. Korkunç bir şiddetle hükmeden Muhammed Emin, bir yandan düzeni sağlama kisvesi altında katliamlara girişiyor, diğer yandan aldığı rüşvetlerle cebini dolduruyordu. En az yedi Çerkes güzelle evlendi. Bazıları soylu ailelere mensup olan eşlerini haremine kapattı. Zamanla bütün Çerkesya'yı karşısına aldı. Türkler, Rus saldırılarına karşı aşiretleri birleştirmek için bölgeye Sefir Bey'i gönderince, iki rakip arasında şahsi bir mücadele yaşandı. Neticede Şamil, Çerkesya'nın desteğini sonsuza kadar kaybedecekti. İngilizlerden gelecek destek konusunda durum başkaydı. İngilizler, Rusların Kuzey-Doğu sınır illerine yaklaşmasını işgal tehdidi olarak görüyordu ve Şamil bunun farkındaydı. Bu nedenle, ortak bir amaçları olduğuna inanıyordu: Rusya'nın doğuya doğru yayılmasını durdurmak. İngiltere'nin maddi ve manevi yardımda bulunmasını bekliyordu. İngiltere'nin Afganistan' da yaptıkları ve Afgan savaşları, Asya' da son derece elim sonuçlar doğurmuştu ancak Şamil, İngiliz desteğinin ne kadar kıymetli olduğunu biliyordu. Asya'nın geriye kalanı gibi Şamil de İngilizlerin Afganistan'daki emellerinin farkındaydı. İngiliz Hükümeti, İngilizlerin ticaretini baltaladıkları için Kandahar ve Kabil'in hükümdarlarını cezalandırma bahanesiyle bu iki zengin ili zapt edip açgözlü ticari şirketlerin baskısı altındaki Hindistan İmparatorluğu'na katmaya karar vermişti. Afganistan'daki ticari haklarını aşan bazı Rus görevliler, ticari imtiyazlar karşılığında İngiltere'nin müttefiki Lahor Kralı'na karşı destek vermeyi teklif etmişti. Ayrıca Kandahar Kralı'nı İran'ın himayesi altına almayı teklif ettiler (Böylece Şah, Herat'ı topraklarına katma hayalini gerçekleştirebilecekti). Bu durumu haber alan Lord Melbourne, öfkeden deliye döndü ve derhal Afganistan'a bir sefer düzenlenmesini ve bölgenin İngiltere'ye ilhak edilmesini emretti. Lord Melbourne ve İngiliz Hükümeti, Rus görevlilerin yaptığı hamleleri Afganistan'ı işgale -ve Rusya'nın Hindistan üzerindeki emellerine- hazırlık olarak görüyordu. Aslında Rusya, İngiltere'nin asırlardır yaptığını yapıyordu... Kontes Nesselrode haklıydı. Avrupa, Rusya'nın büyük bir devlet olduğu gerçeğini bir türlü kabul edemiyordu. İngiltere'nin Orta Asya'daki kötü şöhretine, Lord Auckland'ın Hindistan'la ilgili meselelerde takındığı budalaca tavra, ticaret ve gücü dengelemeye çalışan hükümetin ataletine ve hilekar manevralarına ve hem Dost Muhammed Han'a hem de Şah Süca'ya bencilce bir kayıtsızlıkla yaklaşmasına rağmen İngilizler, adalet konusundaki efsanevi şöhretlerini muhafaza ediyorlardı. Belki de bu şöhreti kazanmalarını sağlayan şey, hükümetin yaptıklarından ziyade Connoly, Nicholson, Herat kahramanı Eldred Pottinger, genç Teğmen Wyburd ve adı bilinmeyen daha nicelerinin gösterdiği çabalardı. Asyalılar, doğulu kahramanlar gibi manevi bir güce ve cesarete sahip bu adamları anlayabiliyor, onlara hem korku hem de saygı duyuyorlardı. Kafileler sayesinde uzak diyarlara yayılan efsaneleri, Doğunun mermer saraylarında ve Özbekistan'daki obalarda dilden dile dolaşıyordu. İngilizlerin hem adil hem de güçlü olduğuna dair efsaneler Kafkasya'ya da ulaşmıştı. Şamil, İngilizlerin kendisine yardım edeceğini düşünüyordu. Bu nedenle Kraliçe Victoria'dan destek talebinde bulundu. Neticede Kraliçe, devletin başıydı. Yıllar sonra adı, dünyanın her yerinde hürriyetle birlikte anılacak olan Garibaldi gibi Victoria da, adaleti temsil ediyordu. Reform yanlısı Prens Pyotr Kropotkin, hatıralarında Rus köylülerin kendilerini sadece Garibaldi'nin kölelikten kurtarabileceğine inandıklarını yazıyor. İtalya'nın nerede olduğunu bilmeyen, Roma'nın adını dahi duymamış bu insanlar için Garibaldi adı, karanlıkta parlayan bir yıldız gibiydi. Uzun zamandır kabul edilmesi beklenen hürriyet yasası hakkında konuşan Prens'in kölelerinden biri iç çekerek "Garibaldi gelmezse hiçbir şey yapılmaz" demişti. Şamil'in ve Kafkas aşiretlerin gözünde Kraliçe Victoria dinin savunucusuydu. Peki kimin dini? Onların mı yoksa Kraliçe'nin mi? Pek önemi yoktu. Neticede Victoria, mazlumların yanındaydı. Şamil, büyük bir güvenle Kraliçe'ye mektup yazıyordu. Bu, belki biraz saf bir bakış açısıydı. İngiltere'nin Hindistan ve diğer bölgeleri ilhak etmesini, acımasız bir işgal olarak da görmek mümkündü. Her şey, hangi tarafta olduğunuza bağlıydı: İşgal eden tarafta mı yoksa işgal edilen tarafta mı? İngilizlerin, işgal edilen taraftaki halkın görüşlerini anlama ihtimali pek yoktu. Başkalarının topraklarını işgal etme alışkanlığı edinmişlerdi. Silahlar sustuğunda bölgeye din adamları ve sıtma ilacı getiriyorlardı ama sonuçta hala işgalciydiler. Olaylara Şamil kadar basit bakmayan biri, İngilizlerin nabza göre şerbet verip zamana oynayacağını görebilirdi. Fakat Şamil, ne Avrupa'nın adetlerinden ne de Batı'nın siyasetinden anlıyordu. Nabza göre şerbet vermeyi ya da taviz vermeyi bilmiyordu. Hayatında Dağıstan dağlarının dışına hiç çıkmamıştı. Ellerindeki hançerle yaşayıp ölen, en büyük amacı topraklarını savunmak olan bir halka mensuptu. O, müritleri Allah yolunda kafirle savaşan kudretli İmam'dı. Gazavat! Onlar, kutsal ve adil bir savaş veriyorlardı. Bu nedenle Kraliçe Victoria'ya mektup göndermişti. Ben geçtiğine inanmak istesem de, Türkçe-Tatarca yazılmış bu mektupların Kraliçe'nin eline geçip geçmediğini bilmiyoruz. Belki de bazen fevri davranan Kraliçe Victoria görmeden eşi mektuplara el koydu. Stratejik olarak ne kadar faydalı olurlarsa olsunlar, sarayda isyancılara pek de iyi gözle bakılmazdı. Gönderdiği mektupların altında en az seksen kadının, hakimin, en muhterem ve muteber mollalarının imzası olmasına rağmen İmam Şamil gibi büyük bir dini lidere sahip isyancılara dahi mesafeli yaklaşılırdı. Kafkasyalı liderler, nedense Batılılara pek sempatik gelmiyordu... Çok şiddet yanlısıydılar... Bazı bakımlardan gerçekten vahşiydiler. Ah o haremler yok mu? O kadar gereksizlerdi ki... Şamil, şöyle yazıyordu:
Ey şerefli Kraliçe, senelerdir işgalci Rusya'yla savaşıyoruz. Her sene akın akın vadilerimize doluşan işgal ordularına karşı kendimizi
müdafaa etmek zorundayız. Kışın eşlerimizi ve çocuklarımızı güvende olsunlar diye uzaklara, ormana göndermek zorunda olsak da direnmekte kararlıyız. Ormanda ne yiyecek yemekleri var ne de soğuktan sığınabilecekleri bir yer. Fakat biz buna razıyız. Bu, Allah'ın takdiri. Yurdumuzu savunmamız için çile çekmemizi mukadder kılmış. İngiltere, Rusya'ya karşı hiç durmadan devam eden mücadelemizi bilmeli. Ey Kraliçe, sizden istirham ediyoruz. Bize yardım getirin. Yazdığı mektupta Şamil'in, Haç'la Hilal arasındaki savaştan, yürüttüğü mücadelenin dini yönünden bahsetmekten özenle kaçındığı görülüyor. Belki de Victoria'nın çeşitli misyoner hareketlerine gönülden destek verdiğini duymuştur. Şamil, İncil ve papazdan ziyade silah ve asker gönderilmesini istiyordu. Kraliçe'nin, umutsuz davaların romantik liderlerine karşı zaafı vardı (Belki de damarlarındaki Stuart kanı onu etkiliyordu). 1850'lerde Londra'yı ziyaret eden ve toplumun bütün sınıfları tarafından içtenlikle karşılanan Kossuth ve Garibaldi, İngiltere' de büyük ilgi görüyordu. Kraliçe, Rusya'ya güvenmeme konusunda Avrupa'yla hemfikirdi. Çar'ın aşırı derecede hırslı olduğunu düşünüyordu. Fakat oğlu Çareviç Aleksandr başkaydı. 1839 yılında Kraliçe'yi ziyarete gelmişti. Victoria, o zamanlar henüz evli değildi. Birlikte mazurka oynamışlardı. Uzun boylu, zarif ve hafiften utangaç bu delikanlıyı oldukça beğenen Kraliçe, günlüğüne "ne keyifli bir gündü" diye yazmıştı. Bütün Rusyalar'ın varisini beğenmeyen Lord Melbourne, her zamanki dobralığıyla "Oldukça donuk birine benziyor" diyordu. Muhtemelen Şamil' den daha çok etkilenirdi. 1846 yılının Ekim ayında The Times gazetesinde şöyle bir haber yayınlandı: "Dağıstan İmamı Şamil'in, Hunzak'ın kuzeyindeki tepelerde direnmeye devam ettiği bildirildi. Dört bin Rus askeri ve Kazak atlılardan oluşan bir kuvvet, General Gurko'nun komutanlığında bölgeye yaklaşıyor. Ancak isyancı aşiret reisleri Kurt Tenguz ve Şepşuk Aslanı'nın emrindeki takviye birlikleri, akın akın dağlardan inerek Rus hatlarını taciz ediyor. Seferin, yaklaşan kış ayları boyunca ağır şartlarda devam etmesi bekleniyor..."
İngiliz halkı, Şamil ve müthiş ordusuna giderek daha fazla ilgi göstermeye başladı. Çerkes aşiretlerinin 1 850'lerde Londra'ya gönderdiği heyet, coşkuyla karşılandı. Rus zulmünden kurtulmak için destek talep ediyorlardı. Durumu merak eden Kraliçe, konu hakklnda bir rapor hazırlanmasını istedi. Huşt Hacı Hasan Haydar, Başbakan ve "siyasi çevrelerde söz sahibi olan bir dizi isim" tarafından kabul edildi. Hyde Park'ta kalabalık bir gruba hitap eden Huşt, ateş saçan gözleri ve muhteşem kıyafetiyle dinleyicileri büyüledi. Kraliyet ailesinde bir çocuğun (Prenses Beatrice olabilir?) dünyaya geldiğini öğrenen Huşt, kalabalığın üzerine koca bir kese altın saçtı. İnsanlar Yaşa Çerkesya! Sen ne iyi bir adamsın! diye bağırıyordu. Çerkeslerin güzel sözleri ve cömertliği bir yana İngilizler, Kafkasya'nın eninde sonunda Rusların kudreti karşısında ezileceğini görüyordu. Ve bu gerçekleştiğinde, Hindistan'a giden yol açılmış olacaktı. Bir şeyler yapılmalıydı. Şamil, herkesin gözünde kahraman olmuştu. Halkın şiddetlenen duygularını teskin etmek için toplantılar düzenleniyordu ancak Hükümet taahhütte bulunmaktan kaçınıyordu. Bir gazetede şöyle bir soru yayınlandı: "İngiltere, [Hindistan'da] Ruslarla komşu olma fikrine sıcak bakmıyor; ancak bunu engellemek elinde mi?" Rus saldırılarına karşı cesurca ve tek başına direnen Şamil'i desteklemek için coşkulu gösteriler düzenlendi. Özellikle iç bölgelerde yaşayan halk, bu davayı yürekten benimsemişti. Pamuk sanayiinin Hindistan'a farklı bir gözle baktığına şüphe yok. Bir Y orkshire kasabasındaki Makine enstitüsünde düzenlenen toplantı o kadar hararetli geçti ki Şamil konuşulanları duysa daha da ümitlenirdi. Fakat belki de duymaması daha iyi oldu çünkü hiçbir işe yaramayacaktı. Yapılan heyecan verici konuşmalardan sonra Bay Pickles, aşağıdaki kararın alınmasını teklif etti: "Bu toplantıda hazır bulunanlar, Rusya'nın Kafkas halkını hakimiyeti altına alma ve Hindistan'a tehdit oluşturabilecek bir konum elde etmesini sağlayacak bir bölgeyi ilhak etme çabalarını endişeyle izlemektedir." Levi Driver ve Jonas Wells, Rusya'yı boykot kararına destek verdi. Karar, oy birliğiyle kabul edildi ve parlamentoya bir müzekkere gönderildi.
Sesini yükseltenlerin sayısı gün geçtikçe artıyordu. Hayatını, halkına zulmeden Rusya'ya karşı nefreti körüklemeye adayan Polonyalı bir soylu olan Kont Zamoyski, Rusya'nın emperyalist emellerini Avrupa'ya anlatmaya çalışıyordu. Ömrünün yirmi yılını Londra ve Varşova arasında, yolda geçirdiğini söylüyordu. Önceki bölümlerde gördüğümüz üzere bazı hemşerileri, doğrudan mücadeleye dahil olmayı tercih etmiş ve Karpatlar üzerinden Kafkasya'ya geçerek Şamil'in saflarına katılmıştı. Ülke genelinde vatansever ve hayırsever gruplar, Rus saldırganlığını kınıyor, "cesur ama fakir Kafkasyalılara" destek olmak amacıyla bağış topluyordu. Konuya duygusal yaklaşmayan İngiliz Dışişleri Bakanlığı'ysa Şamil'i dikkatle ama uzaktan izlemeyi tercih ediyordu. Basın, kabak tadı vermiş klişelerini tekrarlamasına imkan veren mükemmel bir fırsat yakalamıştı. Herhangi bir adım atmadığı için hükümeti topa tutuyorlardı. Derhal harekete geçilmesi gerektiğini savunan gazeteler şöyle yazıyordu: Dünya, şüphesiz belli bir süre daha mutlakıyet ve hürriyet arasında mücadelelere sahne olacak... Düşmanıyla karşı karşıya gelmekten kaçınırsa, hürriyetin nihai bir zafer elde etmesi nasıl beklenebilir? İngilizler, hürriyetin alicenap müdafileri olduklarını kararlı bir dille ilan etmeli. Yol açacakları ahlaki etki, Rus İmparatorluğu'nun gaddar kuvvetlerini mağlup edecektir. Yazı, buna benzer ifadelerle devam ediyordu. Aradan geçen onca yıla rağmen klişeler ne kadar da az değişmiş. Bu beylik ve boş laflar, asırlar sonra dahi bütün dillerde yankılanıyor. Kafkasya'dan dönen gazeteci ve seyyahlar, İngiltere'nin umursamazlığını kınıyor ve İngiltere'nin Hindistan'daki kazanımlarında Rusya'nın gözü olduğunu çarpıcı bir dille anlatıyordu; ama nafile. Bu seyyahlardan biri, şöyle yazıyordu: "'Hindistan' kelimesi Kazakların kulağına, sabırsız bir damadın nikahın kıyıldığını gösteren çan sesini duyması kadar hoş geliyordu. İnci ve elmas diyarına gitme ihtimalini duyan Kazakların, kendinden geçmiş dervişler gibi neşeyle zıpladığına defalarca tanık oldum." Vatansever ve etkileyici üslubuyla şöyle devam ediyordu: "Her şeyden önemlisi, neye mal olursa olsun Kafkasya'nın bağımsızlığı
korunmalıdır. Geçilmez dağları ve yiğit halkıyla bu kalenin açtığı alan, İngiltere için tembel efendileri ve zelil racalarıyla (Burada kurnazlık yapıp, Doğu Hindistan Şirketi'ne ait bir tabiri kullanmış) Türkiye' den daha kıymetlidir." "Kafkasya' da dilediğimiz an, halkın savaşçı eğilimleri sayesinde, çok küçük bir bedel karşılığında kainattaki en cesur askerlerden en az yirmi binini silahlandırabiliriz. Bu adamlar (böyle aşırı önlemler gerektiği takdirde) savaşı Moskova kapılarına taşıyabilir!" Büyük bir belagat ve özenle kaleme alınan bu satırlar da işe yaramayacaktı. Afganistan' da yaşanan felaketi hatırlayan İngilizler kaygılıydı. Bağış toplamaya devam ettiler. Kafkasya'ya silah ve gönüllü gönderme çalışmalarını organize etmek için Çerkes komiteleri kurdular. İngiliz, Fransız, Macar ve Polonyalılardan oluşan yaklaşık altmış "gönüllü özgürlük savaşçısı" bölgeye gönderildi. Yüzbaşı Beli, var gücüyle Karadeniz'e silah kaçırıyordu. İngiltere'deki destekçilere gönderilen raporda, "Kafkasya'ya dokuz top, otuz bin top mühimmatı, yüz elli revolver ve üç bin dört yüz tüfek ulaştırıldığı" bildiriliyordu. Ancak iş işten geçmişti. Şamil, gönderilen malzemelerin ve Kuzey Batı Sınır illerinden geçerek İran üzerinden bölgeye gelen Hint ordusuna mensup bir avuç subayın ne anlama geldiğini anlamaya çalışıyordu; ama nafile. Bu subaylar, Kraliçe Victoria'nın Şamil'in mektuplarına verdiği cevaba binaen modern topların nasıl çalıştığını öğretmek üzere bölgeye gönderilmişti. Ne Kraliçe ne de İngiliz Hükumeti resmi bir destekte bulunuyordu. İngiltere, Kafkasya seferinin sonuçlarını tam anlamıyla kavrayamamıştı. 1854 yılında Kırım Savaşı çıktığında ve Rusya neredeyse bütün kuvvetlerini Kırım'a gönderdiğinde, İngiltere geçmişteki ihmalkarlığını telafi edebilir ve açıktan Şamil'e destek verebilirdi. Böylece Şamil, bölgede hakimiyet kurabilir, İngiltere'nin stratejik hedefi olan Kafkasya'nın bağımsızlığını koruyabilirdi. İlerde İngilizlerin ve Rusların Asya üzerindeki hakimiyet mücadelesinde kaçırılan fırsatları yazan İngiliz bir askeri taktik uzmanı şöyle diyecekti: "İngiltere, Sivastopol düştükten sonra Kafkasya'ya ordu göndermiş olsaydı, Şamil bizim müttefikimiz sayılacaktı... Avar Şamil!" Belli ki yazar, askeri taktiklerle hiç güvenmediği "yabancıların", özellikle neredeyse hiç tanımadıkları Avarların müttefik kabul edilmesi arasında kalmıştı. Hisleriyle hareket eden bir İngiliz komitesi, ihtiyatı bir kenara bırakıp Şamil'e bir bayrak gönderdi. Bayrağın üzerindeki üç yıldız Çerkesya'yı, Gürcistan'ı ve Dağıstan'ı simgeliyordu (Gürcistan'ın uzun yıllar önce Rusya'ya tabi olduğu gerçeğini göz ardı etmişlerdi). Bu bayrak, üzerinde siyah sancaklar dalgalanan Şamil'in avuluna ulaştıysa, uzun zamandır böyle bir manevi destek bekleyen İmam bu jestten memnun olmuştur.