Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Şamil, saldırmayı bildiği gibi geri çekilmeyi de biliyor ve kendine güvenini kaybetmiyordu. Geri çekilme emri vermesi, aşiretlerin gözündeki itibarına gölge düşürmüyordu. Savaşta böyle iniş­li çıkışlı durumlar olurdu. Rusların safına geçip sonra yeniden Şamil'e katılan aşiret mensuplarına, dönek gözüyle bakılmazdı. Böyle birçok durumda esneklik gösterilmişti. Geri dönenlerin gösterdikleri müthiş cesaret ve cüret göz önünde bulunduruldu­ğunda, kimse bu insanlara hain demezdi. Ruslara biat edip Rus üniforması giyen İlisu Sultanı Danyal Bey, General Niedhardt'a kızıp Ruslarla yollarını ayırmıştı. Vali'nin ihtişamlı sarayını, me­deni dünyadaki rahatını terk eden Danyal Bey, Müritlere katıl­mıştı. Şamil, saflarına geçen bu adama hüsnü kabul göstermişti. Taraflar arasında geçiş yapanlardan biri de Bata Şanurgov adlı genç bir Çeçendi. Bir avula düzenlenen baskında ailesini ve evini kaybeden bu çocuğu bulan Baron Rosen, Bata'yı evlat edindi. Büyüdüğünde gözde bir tercüman olarak Ruslara hizmet ede­cekti. Ancak bu durumu gururuna yediremeyen Bata, Şamil'in tarafına geçti. Bata'nın Rusçaya ve Rus ordusunun teşkilat dü­zenine hakim olduğunu gören Şamil onu daha da şımarttı. Ba­ta'nın iktidar hırsını yatıştırmak isteyen Şamil, onu Büyük Çe­çenistan Valisi olarak atadı ancak bu bile Bata'ya yetmemişti. Şamil'in güvenini kötüye kullanarak yönetimi altındaki avunar­dan ağır vergiler toplamaya başladı. Yolsuzluğa hiç müsamahası olmayan Şamil, onu görevden aldı. Bu karara fevri bir tepki ve­ren Bata dağlara kaçtı ve bir kez daha Rusların safına geçti. Talih bir kez daha yüzüne güldü ve Ruslar onu oldukça sıcak karşı­ladı. Herhangi bir suçlamayla da karşılaşmadı. Yüzbaşı rütbesi verilen Bata, Kaçalıkov'a (Kaçalık'ın Rusçalaştırılmış hali) vali yapıldı. Bata, burada da yetkilerini kötüye kullanmaya devam etti. Baryatinski'nin Bata'ya hiç güvenmemesine rağmen Rus yetkililer bu durumu görmezden geldi. Gözü kendi çıkarından başka bir şey görmeyen ve zenginliğine zenginlik katan Bata'da sanki şeytan tüyü vardı. Bölgeye atanan bütün Rus komutanla­rın gözdesi olmayı başaracaktı. Hacı Murat da yalpa yapan isimler arasındaydı. Kötü bir çağ­rışım yapan dönek kelimesi böyle bir adama yakışmazdı. Hacı Murat, Şamil' in en büyük naibi, en değerli yardımcısı ve Kafkas­ya tarihinde unutulmaz bir yeri olan olağanüstü bir kahramandı. Hakkında kaleme aldığı eseriyle Tolstoy, Hacı Murat'ın hayatını ölümsüzleştirecekti. Vorontsov, destansı bir şahsiyet olan Hacı Murat'ı "Onda deli cesareti var" diye tarif edecekti. Önceki bölümlerde bahsettiğim üzere 1834 yılında Hunzak'taki camide Hamza Bey'i öldüren kişi Hacı Murat'tı. Avar Hanı'nın oğluyla birlikte, hanın eşi Bahu Bike ile oğullarının intikamını almıştı. Hacı Murat ve kardeşi, o kara Cuma günü Gazi Mol­la'nın üzerine atılmış ve ellerindeki Hıncalları onun vücuduna saplamıştı. Hacı Murat kaçmayı başarırken kardeşi Osman nef­ret ettikleri Hamza Bey'in yanına yığılmış ve hayatını kaybetmişti. Hamza Bey'in ardından üçüncü İmam olarak başa geçen Şamil, Hacı Murat'ın nüfuzu yüzünden Hunzak'ta beklemediği bir direnişle karşılaştı. Hacı Murat, yükselen Müritçiliğin neden olduğu sayısız suçu unutamıyordu. Hanın büyük iki oğlunu öl­dürmüştü. Şamil ise nedensiz yere Bulaç Bey'i katletmişti. Üs­tüne üstlük Bahu Bike'nin boynu vurulmuştu. Daha bunun gibi nice isimsiz kurbanlar vardı. Dağları dolaşan Hacı Murat, halkın arasında için için yanan nefret ve intikam ateşini körüklüyordu. Kuzeye bakmak daha akıllıca, diyordu. Ruslar kurtuluşları ola­bilirdi. Ancak bu kadar güçlü bir müttefikle beraber olurlarsa, dalga dalga yayılan Müritçiliğe direnebilirlerdi. Tarku Şemhali, Ruslara biat etmiş ve halkı birden refaha kavuşmuştu. Toprak­ları, savaş yüzünden tarumar olmuyordu. Ticaret gelişiyordu. Rusların tarafına geçen Mektule Hanı'nın hakimiyeti altındaki Avarların durumu da böyleydi. Rusya, korkunç bir düşman ola­bildiği gibi kuvvetli bir müttefik de olabilir, diyordu Hacı Murat. Aslında Hacı Murat, sadece halkın iyiliğini düşündüğü için böyle konuşmuyordu. Sözlerinin altında intikam arzusu ve şahsi hırs yatıyordu. Uzun yıllar önce bilinmeyen nedenlerle çöküşüne neden olan can düşmanı Mektule Hanı Ahmet'i kıs­kanıyordu. Böylesine şiddet dolu bir ortamda, nefret duyguları depreşiyordu. Nefret, bölgedeki neft kaynakları gibi bu toprak­ların ayrılmaz bir parçasıydı ve bu ateşi söndürmek mümkün değildi. Kim bilir, belki de aralarındaki kan davası, bir kadın ya da bir doğan yahut bir at yüzünden çıkmıştı. Belki de önemsiz bir kuruntudan ya da çocukça bir kavgadan kaynaklanıyordu. Her halükarda Hacı Murat ve Ahmet Han, birbirine düşmandı. Han, Hacı Murat'ın cesaretinden dolayı sahip olduğu şöhreti kıskanıyor, Hacı Murat'sa Rusların Ahmet'e verdiği paye ve gücü çekemiyordu. Rusların düşman saflarını bozmak için ye­rel anlaşmazlıklardan faydalandığı gibi bazen dağlılar da, şahsi hırsları ve oyunları için Rusları kullanıyor, Valilik Sarayı'nda güç devşirmeye çalışıyordu. Hacı Murat, Müritlerin baskısından ne kadar korkuyorsa Ah­met Han'dan da o kadar nefret ediyordu. Şamil ve Müritlerine direnmenin tek yolunun Rusya'yla ittifaktan geçtiğine inanıyor­du. Ayrıca, elde edeceği güç ve şan sayesinde tiksindiği Ahmet Han' dan daha yüksek bir konuma ulaşabilecekti. Bir ilin başına geçtiği günleri hayal ediyordu. Zamanı geldiğinde hem Müritler hem de Ruslara karşı mücadele edecekti. Belki bu zaferi elde et­mek için geçici bir süreliğine de olsa kafirlerle işbirliği yapması gerekecekti ama zafere giden yolda her şey mübahtı. Ne tür bir siyasi manevra yaparsa yapsın, neticede imanına bir zarar gel­meyecekti. Rusya'nın Padişahı Büyük Beyaz Çar'a ve serdarı Vo­rontsov'a biat etmeye kararlıydı. Hacı Murat'ın çocuksu ve masum bir yüzü de vardı. Prens Ga­garin, 1840- 1855 yılları arasında Kafkasya'da görev yaparken çizdiği bir dizi harika resimden biri olan ve gerçek hayattan alın­dığı söylenen portresinde Hacı Murat'ın bu yönünü oldukça iyi yansıtmıştı. Şamil, siyasi amaçlarını gerçekleştirmek için dini yaymaya çalışırken, Hacı Murat güç kazanmak için inancını bir kenara bırakabiliyordu. Fakat aslında ikisi de yürekten inanan dindar Müslümanlardı. Gobineau, Religions et Philosophies de l'Asie Centrale (Orta Asya'da Din ve Felsefe) adlı eserinde şöyle yazıyor: "Dini öğretileri çoğu zaman din adına hareket eden si­yasi gerekliliklerden ayırırsak, iman konusunda İslam'dan daha hoşgörülü bir din olmadığını söyleyebiliriz." Hem Şamil hem de Hacı Murat bu ayrımı yapabiliyordu. Hacı Murat'ın Ruslarla ittifak yaptığını öğrenen Ahmet Han, hiç vakit kaybetmeden rakibinin kuyusunu kazmaya başladı. Hacı Murat Ruslara kendini ispatlayıp güç kazanırsa başına ne geleceğinin farkındaydı. Hacı Murat'ın cüretini, taşıdığı liderlik özelliklerini ve Dağıstan'da hem soylular hem de halk üzerin­deki nüfuzunu iyi biliyordu. Yanına muhafızlarını ve uşaklarını alan Ahmet Han, atına atladığı gibi Tiflis'in yolunu tuttu. Va­li'nin huzuruna çıkarak Hacı Murat'ın tehlikeli bir casus oldu­ğunu, aslında Şamil'in naibi olmasına rağmen ikili oynadığını söyledi. Hafiften gülümseyen Vorontsov, alakası için Han'a te­şekkür etti. Bu son derece düşünceli bir hareketti... Sadakatini göstermişti... Fakat ne Vorontsov ne de subaylar ikna olmuştu. Hacı Murat'la Ahmet Han arasındaki kan davasından haberleri vardı. Hacı Murat'ın samimiyetine inanmayı tercih ettiler. Rus­lar da Hacı Murat'ın cesaretini, fevkalade cüretini ve dağlardaki nüfuzunu biliyordu. Ve onu paha biçilemez bir kazanım olarak görüyorlardı. Ahmet Han, vaktinden önce harekete geçtiğinin farkına varmış­tı. İşin üzerine fazla gitmedi. Vali'nin masasında altın tabaklar­da sunulan yemekleri yedi, bir generalin hediye ettiği güzel bir saati kabul etti ve Tiflis'teki güzel Rus hanımlarla birkaç akşam eğlendi. Bu hanımların döne döne vals yapmasını, haremindeki dansçıların davetkar ama durağan hareketlerinden daha çekici buluyordu. A varis tan' a döndüğünde morali yerindeydi. İnti­kam, biraz daha bekleyebilirdi. Şimdi, yeni planlar yapıyordu. Hunzak'taki Rus tümeninin komutanı Binbaşı Lazarev'in, Hacı Murat'ın Şamil'le gizli bir ilişki içinde olduğuna dair endişe veri­ci dedikodular duymasını sağlayacaktı. Birbiriyle bağlantısızmış gibi görünen çeşitli kaynaklar, Hacı Murat'ı suçlu durumuna dü­şürecek bir dizi itirafı kulaktan kulağa yayacaktı. Böylece Rusla­rın Hacı Murat'a olan güvenini yok etmiş olacaktı. Duyduğu dedikodulardan son derece rahatsız olan Binbaşı La­zarev, durumu General Klugenav'a bildirdi. Klugenav, Hacı Mu­rat'ın derhal tutuklanmasını emretti. Soruşturma için Temirhan Şura'ya gönderilecek, kaçmaya çalışırsa vurulacaktı. Klugenav, Hacı Murat'ı tutuklama görevini Ahmet Han'a verdi. Hacı Mu­rat'ı büyük bir keyifle yakalayan Ahmet Han, düşmanını başken­tindeki büyük Rus toplarından birine zincirledi. Elde ettiği za­ferden dolayı ne kadar mutlu olduğunu gizlemiyordu. Öfkeden deliye dönen Hacı Murat, on gün boyunca bu şekilde tutuldu. Adalet istiyorum diye bağırıyor, eşi ve çocuklarıyla görüşmek is­tiyordu (Hacı Murat, ailesine çok bağlıydı. Bu zaafı, onun sonu olacaktı). Ahmet Han, Tiflis'e haber yollayıp Hacı Murat'ı yaka­ladığını bildirdi. Hiç vakit kaybetmeden cevap gönderen Prens Vorontsov, ister esir olsun ister müttefik Hacı Murat'ın son de­rece önemli olduğunu ve sıkı emniyet altında derhal karargaha getirilmesini söyledi.Mevsim kıştı. Yağan kar geçitleri kapatmış, vadileri beyaz bir örtü kaplamıştı. Hacı Murat'a refakat etmekle görevlendirilen Apşeron alayından bir subay ve kırk beş asker sabahın erken saatlerinde yola çıktı. Botları sürekli kara saplandığından binbir güçlükle yürüyorlardı. Bir haftadan uzun süredir kar yağıyordu. Kafkas dağları, böyle havalarda siyah kayalardan yapılmış devasa piramitlere benzerdi. Dağların doruklarından sarkan buzullar, yamaçlardaki kar yığınlarına karışırdı. Boş ağılların üzerinde dolanan birkaç kuzgundan başka hiçbir hayat belirtisi olmazdı. İnsanlar ve hayvanlar, karlar altında kalmış saklialara çekilirdi. Bacadan tüten duman, buz gibi havada kıvrıla kıvrıla yükselirdi. Hacı Murat ve muhafızları yola çıktığında, Temirhan Şura'ya gi­den ana yoldaki geçit tıkanmıştı. Yirmi beş kilometre boyunca tek bir köprü vardı. O da birkaç gün önce düşen çığ nedeniyle yıkılmıştı. Burası, fevkalade ıssız bir bölgeydi. Kafile, Butsro avu­lu üzerinden geçen bir dağ yoluna saptı. Bir uçurum boyunca ilerleyen yol o kadar dardı ki adamlar tek sıra halinde devam et­mek zorunda kaldı. Bu halde dahi yanlarındaki yamaca tutuna­rak yürümeleri gerekiyordu. Uzaktaki avuDarda bulunan dağlı­lar, nöbetçi kulübelerinden meşum gözlerle onları izliyordu. Ah şu kafir köpeklerin hepsi bir ölse! Sarı saçlı domuzlar, Allah'ın savaşçısı Hacı Murat'ı götürüyorlar! Rusların tarafına geçmenin sonu buydu.... Şamil'in yanında kalmak daha mı iyiydi acaba? İki yol da felakete çıkıyordu. Dağın kenarında yavaş yavaş kay­bolmaya başlayan grubu görebilmek için gözlerini kıstılar. Son adam da görünmez olduğunda, geriye sadece beyaz bir örtü ve soğuk bir boşluk kalmıştı. Burkalarına sarılan dağlılar, namaz kılmak üzere camiye gitti. Elleri bağlı olmasına rağmen Hacı Murat, bir bey gibi yürüyordu. Koyun derisinden yapılma kara papağı kaşlarına kadar inmiş, yüzünü kapatıyordu. Çenesine kadar çektiği burkası, kısa kızıl sakallarını örtüyordu. Emin adımlarla yürüyor, yamaçlardan kedi gibi atlıyordu. Burası onun ata yurduydu. Fakat muhafızlar perişan haldeydi. Gri renkli, ince paltolarının içinde titriyorlardı. Ayaklarındaki hantal botlar yüzünden zor yürüyorlar, ikide bir sendeliyorlar ve yanlarındaki korkunç uçuruma düşmemek için uğraşıyorlardı. Ayaklarının takıldığı küçük taşların uçurumun derinliklerine düşüşünü izlerken mideleri bulanıyordu. Başı dö­nen ve midesi bulanan insanlara, böyle bir savaşta yer yoktu. Kafkas savaşlarına dair yazılmış hatıralar ve askeri tarihçilerin anlattığı hikayeler, o dönem çekilen çileleri, yaşanan yokluğu ve dehşeti gözler önüne seriyor. Ancak kimse askerlerin baş dön­mesinden dolayı yaşadığı ızdıraptan bahsetmiyor. Uçurumun kenarında savaşmak, sarp kayalıkları tırmanmak ya da üzerine alelade bir kütük konulmuş geçitlerden karşıya geçmek zorunda kalan askerler, ölsem de şuradan kurtulsam demiş midir? Yine de kahramanca savaşmaya devam ediyorlardı. Psikolojik destek diye bir şey yoktu. Askeri tabipler, turnike ve testereleriyle elle­rinden geleni yapıyordu. Uzun saçlı, uzun sakallı ve kara cüb­beli papazlar ölmek üzere olanları teskin ediyordu. Mücadeleye devam etmesi gereken askerlerin elindeyse, sadece davulları ve votkaları vardı morallerini yüksek tutacak. Askerlerin yeterlilik ve sınırlılıklarını ölçmeye yarayan modern psikolojik testler ha­yal dahi edilemezdi. Ruhsal hastalık, sinir bozukluğu ya da alerji diye bir şey bilinmezdi. Emir verilir ve uygulanırdı. O kadar. Baş dönmesi kadar basit bir sıkıntı dahi kabul edilmezdi. Hacı Murat, uçurumun kenarında yürümeye devam ediyor, mu­hafızlarıysa ayak uydurmaya çalışıyordu. Bir noktada yol o kadar tehlikeli bir hale geldi ki askerlerin başındaki subay, Hacı Mu­rat'ın beline bir ip bağlanmasını emretti. Hacı Murat'ın önünde ve arkasında yürüyen askerler ipe tutunacaktı. Bu sayede ayak­ları takılıp dursa da mahkumu kontrol edebileceklerdi. Subay ve askerler, mahkumu bağlamış olmanın verdiği rahatlıkla reha­vete kapıldı. Yukardaki sarp yamaca ulaştıklarında Hacı Murat askerlere saldırdı. Bağlı elleriyle ipi kavrayan Hacı Murat, şaş­kınlıktan dona kalmış askerlerin elinden kurtuldu ve uçuruma atladı. Askerlerden birini de peşinden sürüklemişti. Düşüşleri­nin çıkardığı ses, geçitlerde ve zirvelerde yankılandı. Yamaçtaki taşlar da yerlerinden oynamış ve aşağı doğru yuvarlanmıştı. Or­talığı bir sessizlik kapladı. Askerler, ne Hacı Murat'ı ne de düşen arkadaşlarını görebiliyordu. Aşağı inip cesetleri aramak da im­kansızdı. Tanrı'nın takdiri, diye düşündüler. İstavroz çıkarıp ka­derlerine boyun eğdiler. Yola devam eden askerlerin keyfi yerine gelmişti. Memleket­lerinin geleneksel şarkılarını söylüyorlardı. Yeniden yağmaya başlayan kar seslerini bastırıyordu. Kutsal Rusya'da, Ryazan'da, Smolensk'te, Novgorod'da, Ukrayna' da bıraktıkları aşklarını dü­şünüyorlardı. Memleketleri hiç buralara benzemiyordu. Ufkun gökyüzüyle bir olduğu o topraklarda, en ufak bir yamaca dahi tepe denirdi. Ayçiçekleri üç metreye ulaşırdı. Ama ne böyle bir dağ ne de böyle bir uçurum görmüşlerdi. Kafile, vadiye doğru inmeye başladı. Askerler, kışlaya vardıklarında ateşin etrafına oturup votka eşliğinde şarkı söylemeyi hayal ediyordu. Fakat dikkatsizliği yüzünden karargahta azar işiteceğini bilen subay düşüncelere dalmıştı. Mahkum ölmüş olmalıydı . . . Oradan sağ çıkması mümkün değildi . . . Ama ya kurtulduysa? ("Bir türlü öl­mek bilmiyorlar . . . Nerde nasıl davranılır, hiç haberleri yok . . . ") Temirhan Şura'ya vardıklarında durumu anlatan subay bekledi­ği gibi azar işitti. Hacı Murat, ölü olarak kayıtlara geçirildi. Fakat işin aslı başkaydı. Hacı Murat, yerde biriken karın düşüşü­nü yumuşatacağını hesaplamıştı. Bir kar yığınının üstüne düşen Hacı Murat'ın bir bacağı parçalanmış, kaburgaları kırılmış ve kafası yarılmıştı. Peşinden düşen asker oracıkta can vermişti. Bu durum Hacı Murat'ın işine gelmişti çünkü dağlıların yardımı­na gelmeyeceğini biliyordu. Tedbir olsun diye askerin boğazını kesen Hacı Murat, karanlık çökene kadar saklandı. Sürünerek Masaha avuluna ait bir koyun çiftliğine kadar gitti. Birkaç haf­ta burada gizlenen Hacı Murat kararını vermişti. Madem Ruslar ona hiç güvenmiyordu, düşmanının lafına kanıp onu bir topa zincirlemişti, o zaman onların safına geçerek hata etmişti. Kendi halkına, dağlara ve Allah'a sığınacak, Şamil'e katılacaktı. 1841 yılında kış mevsimi sona ererken Hacı Murat'ın yaraları iyileşmişti (Bacağının parçalanmasından dolayı topal kalmıştı). Şamil'le barışan Hacı Murat, İmam'a yazdığı mektupta şöyle diyordu: Gücüne güç kattığım adamların gösterdiği nankörlükten do­layı muzdaribim. Onların adına Avaristan'a hükmeden ben, şimdi kendi yurdumda kaçak durumuna düştüm. Allah, dini uğruna savaşanlara karşı Ruslara yardım ettiğim için gazabıy­la beni perişan etti. Yalancı dostlarımı bırakıp yüzümü sana, amansız düşmanıma dönüyorum. Uzattığım eli ve intikamımı kabul et. Hunzak'ta sana karşı savaşırken intikam hırsımın ne kadar kuvvetli olduğunu görmüştün. Şimdi senin yanında sa­vaşmayı teklif ediyorum. Bir kez daha denemeye var mısın? Kartal, kendisinden olanı tanırdı. Şamil, şöyle cevap verdi: Allah istediklerini korur ve doğru yola ulaştırır. Karanlıklarda yürüyen sen tekrar aydınlığa döndün. Kapımız açıktır. Kolları­mızı açtık, seni bağrımıza basmayı bekliyoruz. Allah, alametler üzerinden kendini gösterir. Hz. Peygamber'in hadisleri, senin zatında gerçekleşmiştir. Bir mümin sendelediğinde, Allah onu ayakta tutar. Hakikaten de Çar'ın çift başlı kara kartalının, İs­lam'ın Hilal'i altında yanacağı günler fazla uzak değil. Dağıstan'ın dört bir yanına haber gönderen Şamil, bu iki mek­tubu bütün halka dağıttı. Hacı Murat'ı, birinci naibi ve Hunzak bölgesindeki Çelmes'in valisi ilan etti. Ustaca bir hamle yapmıştı. Tereddüt göstermeye başlayan insanlar, Hacı Murat'ın peşinde yeniden silaha sarıldı. Cüretkar kahramanlıkları seven ve Rus zulmünden çok çekmiş olan halkın gözünde Hacı Murat büyük bir kahramandı ve onun etrafında toplanacaklardı. En ücra kö­şelerdeki avunan dahi harekete geçirmeye çalışan Hacı Murat, hem Rusların hem de baş düşmanı Mektule Hanı Ahmet'in nü­fuzunu baltalamaya başladı. Rusların Hacı Murat'a güvenmemeleri ve ihaneti pahalıya mal olmuştu. Dağlar galeyana gelmişti. Olağanüstü bir cüret gösteren dağlılar kalelere, karakollara ve garnizon kasabalarına baskınlar düzenliyordu. Eski müttefikleri Tilitlli Kibid Muhammed, ya­nına birkaç aşireti alarak Ruslardan ayrılmış ve Hacı Murat'ın saflarına katılmıştı. Şamil'in gücü ve hakimiyeti altındaki top­raklar, birkaç ay içinde üçe katlandı. Tiflis, yaklaşan tehlikenin farkındaydı. Kaygıya kapılan Rus komutanlar, takviye birlik göndermeleri için kuzeye haber gönderdi. Hacı Murat, Rusların Şamil' den sonraki en yaman düşmanı oluvermişti. Hem bir müttefik hem de bir düşman olarak Hacı Murat'ın gü­cünün farkında olan General Klugenav, onun güvenini kazan­mak için bir dizi teklifte bulundu. Ancak Hacı Murat, Ruslarla görüşmeyi dahi kabul etmedi. Rus karargahına huzursuzluk ha­kimdi. General Golovine şöyle yazıyordu: "Bu güne kadar Şamil kadar tehlikeli ve gaddar bir düşmanla karşılaşmadık . . . Etrafın­daki askerler, emirlerini hiç tereddüt etmeden yerine getiriyor. . . Hakimiyetini yıkmayı istediğinden şüphelenilenleri dahi mutlak ölüm bekliyor. . . Rehineleri acımadan katlediyorlar. . . Bu kor­kunç istibdadı yıkmak, birinci önceliğimiz olmalı." Ruslar du­rumun farkındaydı ancak ellerinden bir şey gelmiyordu. Günlük çatışmalar yerini büyük harekatlara bıraktı. Böyle bir düşman ve arazi koşulları karşısında kimse başarı elde edemiyordu. Hacı Murat, beş yıl boyunca Allah yolunda şanlı mücadelesine devam etti. Girdiği her savaşta daha fazla hayranlık uyandırıyor, Şamil ile Müritlerin güvenini kazanıyordu. Zaferleri, bugün dahi yad ediliyor. Ruslar, ona Kızıl Şeytan diyordu. Kırmızı renkli bir çerkeska giyerdi. Sakalları kızıldı. Bütün efsanesini cüret ve kan­la yazmıştı. Atına nalı ters çakıp izini kaybettirmeyi başaran ilk kişi Hacı Murat'tı. Düzenlediği bir dizi baskında parlak zaferler kazandı. Cengutay'daki garnizonu gafil avlayıp, her taraf asker kaynamasına rağmen kimsenin ruhu duymadan eski düşmanı Ahmet Han'ın dul eşini kaçıran da oydu. Ancak bazen durması gereken yeri bilmediği de olurdu. Ahmet Han'ın eşini cariye­si yaptı. Fakat Hanım, sadece düşmanının eşi değildi. Rusların yanından ayrılıp Müritlerin safına geçen İlisu Sultanı Danyal Bey'in üvey kayınvalidesiydi. Danyal Bey'le aralarının açılma­sını istemeyen Şamil, Hacı Murat'a esirini derhal salıvermesini emretti. Hanım, çok güzel bir kadındı. Hacı Murat, istemeye is­temeye emri yerine getirdi. Bu mesele içinde dert olmuş, nefret tohumları ekmişti. Hacı Murat'ın cüret ve gaddarlığı, Dağıstan'daki Rus kuvvet­lerinin karargahı olan Temirhan Şura'ya düzenlediği baskında doruk noktasına ulaştı. Karargahın komutanı olan Albay Prens Orbelyani'nin evinde bir balo düzenleneceği haberini almıştı. Askerleri gafil avlayıp, baloya katılanları ele geçirmeyi planlıyor­du. Hayatında hiç batılı tarzda düzenlenen bir eğlence görme­mişti. Rusların yaptırdığı garnizon kasabalarına da aşina değildi. Gece karanlıktı. Tek bir yıldız dahi yoktu. Adamlarıyla birlikte barikatın üzerinden atlayan Hacı Murat, şaşkınlıktan dona kal­mış nöbetçilerin yanından dörtnala geçti. Atını, görebildiği en büyük ve en parlak ışıklı binaya doğru sürdü. Fakat bu bina aske­ri hastaneydi. Hastalar, kendilerini binanın içine kapatmış savaş­maya hazırlanıyordu. Nöbetçilerin çaldığı alarm ziliyle ayakla­nan garnizon hastanedekilerin yardımına koştu. Balo salonunda eşleriyle mazurka oynayan subaylar kılıçlarını çektiği gibi dışarı fırladı. Hacı Murat ve adamları, kaçmak zorunda kaldı. Atlarının nallarını ters çaktıkları için izlerini kaybettirip dağda­ki sığınaklarına ulaşmayı başardılar. Baskında sadece bir hasta bakıcı hayatını kaybetmişti ancak Hacı Murat'ın şöhreti devasa boyutlara ulaştı. Hastanedeki herkesi öldürdüğüne dair efsaneler kulaktan kulağa yayıldı. Anlatılanlara göre, öldürdüklerini dilim dilim doğrayıp şişe geçirmiş, kızarttığı et parçalarını mutfaktaki masaya bırakmıştı. Böylelikle, mutfağa giren Rusla Müritlerin yemek yerken hazırlıksız yakalandığını ve kebapları bırakıp kaç­tığını düşünmüş; şişteki etlerin asker arkadaşlarına ait olduğunu bilmeden kalan kebapları yemişti. Ruslar da bu tüyler ürpertici hikayeye inanmıştı. Kurmay subaylar, Vali ve Çar, hikayenin ya­lan olduğunu biliyordu ancak şiddetle yalanlamadılar. Hacı Mu­rat'ın her zaferi bir efsaneye dönüyordu. Askerlerin ona hayran olmasındansa ondan nefret etmesini yeğlemişlerdi. Fakat Hacı Murat'ın böylesine delice bir cüret göstermesi, hem Rus askerle­rinin hem de dağlıların hayranlığını kazandı. 1850 yılında Doğu Gürcistan'a sızan Hacı Murat, Barbaratmins­kaya garnizonunun tamamını yok etti. Birkaç ay sonra yanındaki beş yüz atlıyla zengin Boynak avuluna bir baskın düzenledi. Tar­ku Şemhali'nin kardeşi olan Şeyh'i yatağında öldürüp eşini ve çocuklarını kaçırdı. Korkudan tir tir titreyen esirleri eyerlerine yatıran Kızıl Şeytan ve adamları, bir günde yüz altmış kilometre yol katederek peşindekileri atlatmayı başardı. Ellerindeki bu kıy­metli esirleri, dağlarda bulunan Şamil'e teslim ettiler. Şamil, bu esirleri salıvermesi karşılığında yüklü bir fidye alacak ve bu pa­rayı çok ihtiyaç duydukları tüfek, mühimmat ve savaş malzemesi alımında kullanacaktı. Hacı Murat'ın cengaverliği ve cüreti, Müritler arasında hem hay­ranlığa hem de kıskançlığa neden oluyordu. Eskiden onu Rusla­rın gözünde karalamaya çalışan düşmanları ve rakipleri, yerleri­ni onu Şamil'e şikayet eden başkalarına bırakmıştı. Bu şikayetler, İmam'ın şüphelerini doğrular nitelikteydi. Aşırı güçlenen Hacı Murat kibirlenmeye başlamıştı. Bir gün Şamil öldürülürse, Mü­ritlerin yeni lideri olarak Hacı Murat'ın başa geçeceğine şüphe yoktu. Şamil, ikinci oğlu Gazi Muhammed'i veliahdı ilan etti. Ce­maleddin Ahulgo'da zorla elinden alınalı on iki yıl olmuştu. On iki yıldır kahroluyordu. Oğlunu geri almak için kullanabileceği kadar değerli birini esir almayı başaramamıştı (İdam mangası­nın karşısındaki Prens Ellico Orbelyani dahi fidyeden bahsetme­mişti). Büyük oğlunu bir daha göremeyeceğini kabullenmişti. Bu nedenle küçük oğlu Gazi Muhammed'i veliahdı ilan etti. Bunu duyan Hacı Murat öfkeden deliye döndü. "Kimin başa geçeceği­ne sadece kılıç karar verir" diyordu. Naibinin yaptığı küstahlığı öğrenen Şamil, Hacı Murat'ın rütbesini elinden aldı ve o güne kadar kazandığı savaş ganimetlerini teslim etmesini emretti. O dönem Batlindge avulunu yöneten Hacı Murat bu emre şöyle cevap verdi: "Sahip olduğum her şeyi kılıcımla kazandım. Şamil bunları istiyorsa gelsin, kılıcıyla alsın!" Bu, isyan demekti. Şamil, küstah yardımcısını dize getirmek için yola çıktı ancak çatışma başlamadan önce araya giren bir grup molla, tarafları uzlaşmaya ikna etti. Aşiretler arasında bir savaş çıktığı takdirde Müritlerin gücü azalacaktı. Bu nedenle Şamil ve Hacı Murat, şahsi meselele­rini şimdilik bir kenara bırakmayı kabul etti. Şamil, artık Hacı Murat'a güvenemeyeceğini biliyordu. Naiple­riyle gizli bir toplantı düzenledi. Burada hain ilan edilen Hacı Murat ölüme mahkum edildi. Hacı Murat hakkında söylenenlere inanmak, bir zamanlar Rusların çıkarına uymamıştı. Şim­diyse onun hakkında anlatılan ihanet hikayelerine inanmak Şamil'in işine gelmişti. Hacı Murat öldürülmeliydi. İmam'ın söylediklerini her zaman sorgusuz sualsiz kabul eden naipler yine ona destek verdi. Fakat adını bilmediğimiz bir naip, kendi başına hareket ederek Hacı Murat'ı uyardı. Olanları öğrenen Hacı Murat, vaktiyle Rus­larla ters düştüğünde olduğu gibi küplere bindi. Bu sefer, düş­manlarının kendisini bir topa zincirlemesine izin vermeyecekti. En sadık dört müridiyle birlikte kaçıp en yakın Rus kalesine sı­ğındı. Kalenin komutanı Vali'nin oğlu Albay Prens Simon Vo­rontsov'a teslim oldu. Hacı Murat'ın hayatı ve akıbetini kendisine has harikulade üs­lubuyla hem ayrıntılı hem de sade bir şekilde anlatan Tolstoy, eserinde geçen çoğu bilgiyi askeri arşivlerden ve Kont Loris Me­likov'un Hacı Murat'ın ağzından kayda geçirdiği hikayelerden aldı. Vorontsov'un kurmay subaylarından biri olan Kont Meli­kov, akıcı bir şekilde Tatarca konuşabiliyordu. Bu sayede Hacı Murat'ın anlattığı her şeyi kayıt altına alabilmişti. İlginçtir ki Tolstoy, Kafkasya üzerine yazdığı yazılarda Hacı Mu­rat ve adamları başta olmak üzere dağlıları tarif ederken sürekli "parlak", "şen" ve "sakin" kelimelerini kullandı. Hacı Murat'ın parlak ve gülümseyen yüzünden, sakin ve kararlı bakışlarından bahsediyor, dağlıların şen sesini ve sağlam dinginliklerini anlatı­yordu. Tekrar tekrar bu insanların masum neşelerine ve keyifli hallerine işaret ediyor (Şüphesiz vicdanlarının rahat ve ciğerle­rinin sağlam olmasının bu durumda payı vardı), okuyucuların şüpheci ve ukala Rus subaylardan ve dağların zirvelerine ku­rulmuş gizemli bir hükümdar olan ve bütün her şeyi planlayan Şamil' den çok farklı olan bu adamların basit ve vahşi cazibesini hissetmesini sağlıyordu. Prens Simon Vorontsov, bu kadar kıymetli bir ödülü hiç uğ­raşmadan elde etmenin sevinci içindeydi. Hacı Murat'ı vakit kaybetmeden Tiflis'e gönderdi. Ruslar, başkente ulaşan Hacı Murat'a hiç güvenmiyorlardı ama yine de onu el üstünde tuttuVali, her zamanki mesafeli ve kibar tavrıyla onu himayesine aldı. Emrine bir tercüman, bir yaver, bir fayton, atlar ve uşak­lar verildi. Hacı Murat, adeta altın kafese konulmuştu. Valilik Sarayı'nın kabul salonunu dolduran dalkavuklar bu kudretli adamı izliyordu. Sanki gizemli, kara gözleriyle içlerini okuyor­du. Saraylılar, bir gösteri izlercesine gözlerini ayırmadan Hacı Murat'ı seyrediyordu. Hacı Murat, hayatında ilk defa Batılıların lüks hayatının içine girmişti: Gösterişli üniformalarıyla kurmay subaylar, krinolinleri ve bukleleriyle eşleri . . . Bazıları yanına so­kulup gördüklerini beğenip beğenmediğini soruyordu. Acaba kendilerini, baloyu, akşam yemeklerini, operayı sevmiş miydi? Ruslar, bu efsanevi lideri başını okşayarak evcilleştirebilecekleri vahşi bir hayvan olarak görüyordu. Fakat karşılarındaki sessiz ve vakur adam, onların baştan çıkarıcı hareketlerine aldırış et­miyordu. Elini kalbinin üzerine koyup başını eğiyor ve İslami sözlerle cevap veriyordu. Aklının başka yerde olduğu belliydi. İtalyan operası dahi onu etkileyememişti. İlk sahneyi gözünü kırpmadan izlemiş, daha sonra sessizce salondan ayrılmıştı. Bütün gözler onun üzerindeydi. Özel locasında operayı izleyen Vali ve o gece harika bir performans sergileyen soprano dahi onun gölgesinde kalmıştı. Bulunduğu ortamın kendi yurduna hiç benzemediğini ka­bul ediyordu. Gizemli gözleri ve çocuksu samimi tavırlarıyla Vali'nin sarayının göz alıcı salonlarını dolaşıyordu. Mermer sütunları, devasa avizeleri ve yaldızlı mobilyalarıyla bu harika mekan Vorontsov'ların ihtişamını yansıtıyordu. Hacı Murat nereye baksa, aralarında fısıldaşan kadınları ve subayları gö­rüyordu. Kendinden bahsettiklerinin farkındaydı. Onu şeref konuğu olarak gördüklerini söyleseler de herkes, onun aslında bir esir olduğunu biliyordu. Hacı Murat, Şamil'e karşı müca­dele etmek için serbest bırakılmayı talep ettiğinde V orontsov onu korumak amacıyla burada tuttuğunu söyledi. Vali'den kendisine silah ve adam vermesini istedi; ama nafile. Bütün Dağıstan'ı Müritlere karşı ayaklandıracağını söylüyordu. Şa­mil'in eşi ve çocuklarını esir tuttuğu Çelmes'e gitmek için izin istedi; ama nafile... Ailesi için kaygılanıyordu. Şamil'in esirlere nasıl muamele ettiği­ni biliyordu. Her gün boş laflarla ve vaatlerle oyalanıyordu. Hacı Murat'ı Vali'nin çalışma odasından uzaklaştırmaya çalışan yaveri, yakında, haftaya diyerek onu avutuyordu. Hacı Murat, onu Şa­mil'in intikamından korumak için burada tutulduğunu görmeliy­di. Biraz daha sabret, diyordu tercümanı. Her şey yoluna girecekti. Şamil'e karşı büyük bir taarruz planlanıyordu. İşte o zaman Hacı Murat'ın eline istediği fırsat geçecekti. Emrine bir alay verilecekti. Şamil'le bizzat hesaplaşacaktı. Fakat kimse, ailesini kurtarmak­tan bahsetmiyordu. Her gün boş laflar ve vaatler dinleyen Hacı Murat'ın içindeki ateş sönmeye başlamıştı. Her gün topallaya topallaya saraya geliyor, Vali'nin odasının önünde vakarla bekli­yordu. Alt rütbeli subaylar, sıradan memurlar içeri girerken, bu cengaver savaşçı, bu cüretkar adam kapıda bekliyordu. Şamil'in, oğlunun gözlerini oydurduğu kulağına gelmişti. Ne bu dediko­dunun doğru olup olmadığını ne de ailesinin akıbetini biliyordu.
451 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.