Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Şamil, artık nasıl bir düşmanla karşı karşıya olduğunun farkın­daydı. Kampta burkasına sarılmış gökyüzünde parıldayan yıldız­ları izlerken dışardan destek bulamadığı takdirde mücadelesini sürdüremeyeceğini düşünüyordu. Naiplerine yakın zamanda İngiltere ve Osmanlı'dan yardım geleceğini söylüyor ve askerle­rinin moralini yükseltmeye çalışıyordu. Kraliçe Victoria ve Sul­tan'la irtibat halinde olduğunu anlatıyordu. Kabardeyliler onu yüzüstü bırakmıştı ancak Karadeniz kıyılarında kendi halinde hayatlarını sürdüren Kırım Tatarlarının gönlünde belki hala ba­ğımsızlık ateşi yanıyordu. Kırım Hanları, Şamil'i severdi. Fakat ona bilfiil destek vermeyeceklerdi. Hristiyan Gürcülerin aksine Kırım Tatarları, kafire direnen Şa­mil'i seviyordu. Fakat geçmişteki efsanelerle avunan bu halk, edilgen bir hale bürünmüştü. Kafkasya ve Kırım arasındaki kuvvetli bağlara rağmen Hanlık, geri döndürülemez bir şekil­de tabi olmuştu. Beylerin çocuklarını eğitim için Çerkesya ya da Dağıstan'daki soylu ailelerin yanına göndermek eski Kırım geleneklerindendi. Burada silah kullanmayı, savaşmayı ve Kaf­kasyalılar gibi ata binmeyi öğreniyorlardı. Kafkasya ve Anado­lu' da en iyi eğitimin dağlarda alınacağına inanılırdı. Genç bir delikanlıya yapılabilecek en büyük iltifat, dağda yetişmiş birine benzediğini söylemekti. Eski bir Kafkas atasözü şöyle der: "Ne­zaket şehirden, ilim dağdan gelir." Bu nedenle Dağıstan'ın Avar soylularından gelen Şamil, küçük Tataristan'daki birçok hanı ve soyluyu bizzat tanıyordu. Fakat bu adamlar, Şamil'e yardım edemezdi. Onların mücadelesi sona ermişti. Şamil bir başına mücadele etmeliydi.
5 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.