Victoria devrinde İngiltere'de yaşayan halkla Kafkas halkı arasında ilk bakışta hiçbir benzerlik yokmuş gibi görünse de aslında dine ve çileye yaklaşımlarında benzer noktalar görmek mümkün. Mutasavvıfları ve halkı yücelten Kafkasyalılar, çilekeş bir disipline ve tevazuya sahipti. Kendilerini ilahi bir düzenin parçası olarak görür ve çektikleri sıkıntıları önemsemezlerdi. Kaderlerine boyun eğer ve Allah yolunda çile çekmeyi ibadet olarak görürlerdi. Çektikleri acılar ne kadar şiddetli olursa olsun, Şamil Hz. Muhammed adına ne kadar büyük fedakarlıklar isterse istesin, Victoria döneminde yaşayan velveleci ve rahatına düşkün Hristiyanların aksine metanetlerini korurlardı. Bu devirde yaşayan dindar İngilizler daha bencildi ve kendi kıymetlerini ön plana alan bir düşünce yapısına sahipti. Dolayısıyla zaman zaman Tanrı'ya sahiplenici bir havayla yaklaşıyorlar ve onu ihtiyaç duyduklarında her zaman yardımlarına koşan sadık bir hizmetkar olarak görüyorlardı. Onlar için Hristiyanlık önce sınıfları, ardından kitleleri kurtaran bir saldı. İnsanlar arasında ilk kurtarılacak olanlarsa en çok çile çekenlerdi. Kraliçe Victoria' dan en sıradan öğrenciye kadar bütün millet, yazdıkları mektup ve günlüklerde bu inancı ifade ediyordu. Bu dönem, ne materyalist 18. yüzyıla ne de bilimi temel alan 20. yüzyıla benziyordu. Din, kilise okulları, İncil okumak, ailecek ibadet etmek, hep birlikte ilahi söylemek, birbirine dini risaleler hediye etmek günlük hayatın bir parçasıydı. Öğrenciler ve mistisizme düşkün, tuhaf ama samimi askerler, birbirlerine yazdıkları mektuplarda İncil tefsirlerinden bahsederlerdi. Connolly, Nicholson, Napier, Lawrence ve "Çinli" Gordon gibi mistisizme düşkün genç askerler, Hindistan ovalarında, Afganistan'da, İmparatorluk kendilerine nerede görev verirse orada çilekeş ve cesur bir hayat sürüyorlardı. Öğrencilik yıllarından kalan ilahiyat ve İncil'in anlamı üzerine mektuplaşma alışkanlıklarını askeri kamplarda ve savaş meydanlarında da devam ettirmişlerdi. Victoria devri İngilteresi'nde nişanlı çiftler, birbirlerine yazdıkları mektuplarda evlendikten sonra birlikte dua ederek geçirecekleri uzun gecelerden bahsederdi. Bu genç Hristiyanlar, yiğitçe hayatlarından feragat ederdi. O kadar yürekten ibadet eder, çile çeker ve ilahi söylerlerdi ki zamanla bir tür dini kardeşliğe dönüştüler. Şamil'in emrinde hayatlarını feda edip çile çekmeye razı olan Kafkas halkına benziyorlardı. Victoria devri İngilteresi'nde bu duruma "kutsal azap" deniyordu. Kutsal azap! Bu yapmacık ifade, Şamil'in halkını cezalandırma konusundaki katı tavrını mükemmel bir şekilde tarif ediyor. Lakin bu örnekte Tanrı, gözde kullarını bizzat azaba gark etmiyordu. Bilakis kulları, O'nun için hayatlarından feragat ettiklerini göstermek için azaba talip oluyordu. Bu, daha katı ve mütevazı bir inançtı ama muhtemelen Doğuda da Batıda da çekilen çile aynıydı. Çağlar boyunca dünyanın dört bir köşesinde, çöllerde ve şehirlerde, Vahabi camilerinde ve Baptist şapellerinde, dağlarda, Dicle, Thames ve Don nehirlerinde ağıt ve feryatlar yankılandı. Çile her yerdeydi. İncil'de "Havaya uçuşan kıvılcımlar gibi sıkıntı çekmek için doğar insan" diyor. Bağdatlı Sûfî Seri es-Sakati şöyle yazıyordu: "Âh! Allah 'ın yüce ismidir. Dünyaya bu feryadı, ızdırap içindeki insanların nefesini genişletmek için bahşetmiştir."