Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Mihail Yuryeviç Lermontov, Kafkasya'da Rusya'nın ete kemi­ğe bürünmüş haliydi. Gördüğü manzara karşısında büyülenen o aksi, gösterişli ve genç subayların ilk örneklerindendi. O, Rus halkına Kafkasya'yı tanıtan büyük bir yazardı. Rusların gözünde "Kafkasya Şairi" olarak yerini koruyor. Adı, kısa ve bahtsız hayatı ile acıklı ölümü, ebediyen bu bölgeyle birlikte anılacak. Kafkasya, Mürit Savaşları esnasında bölgeye ilk giden o parlak nesli derinden etkiledi. Destansı ve büyülü bir yerdi. Bu karı­şım, hayal güçlerini harekete geçirmişti. Puşkin, Kafkas Esiri adlı eserinde genellikle bölgenin romantik yönlerinden bahsederken Tolstoy doğanın bu manzarayla karşılaşan insanlar üzerindeki psikolojik etkilerini ele alıyordu. Lermontov, araziyle arasındaki duygusal bağın tadını çıkarıyordu. Bölgenin ruhunu özümse­mişti. Göz kamaştıran vadiler ve tehlikeli sıradağlarla ilgili muh­teşem tabiat tasvirleriyle Mtsyri gibi şiirleri, Kafkasya hakkında hem ızdırap hem de neşe dolu duygular hissettirir bizlere. Sanki kaçak papaz Mtsyri ya da Lermontov'un kendisiymişiz ve Kaf­kasya'yı ilk ya da son kez görmüşüz gibi etkileniriz. Kafkasya'yla ilgili yaptığı bütün benzetmeler, meskalin ya da peyote kullanan­ların tecrübe ettiği yoğun hayalleri andıran o keskin anlayışı ve muzdarip berraklığı yansıtır. Manasız bir düelloda hayatını kay­bettiğinde, ressam gözüyle Kafkasya'nın tadını yeni çıkarmaya başlamıştı. Dağlara ayak bastığı andan itibaren Kafkasya hakkın­daki hikaye ve şiirlerini yazmaya koyulmuştu. Sanki günleri sayı­lıymışçasına dur durak bilmeden yazıyordu. Bölgeye hem nesnel hem de öznel bir gözle bakabilen Lermontov, arazinin hem bü­yüleyici hem de rezil yönlerini görebiliyordu. Childe Harold'un parfümlü atkılar ve kılıçlarla dolu yapay dünyasını, Byronvari kalıbı bir kenara bırakıp daha gerçekçi bir manzarayı tercih etti. Taman adlı yalın hikayesinde, insanların ve ortamın netameli yüzünü oldukça yeni bir üslupla aktardı. Hangi Rusça hikayeyi ölümsüz bulduğu sorulan ihtiyar Tolstoy, Taman'ı seçmişti. Ar­kadaşına yazdığı bir mektupta Gogol, Taman'ı şu sözlerle tarif ediyordu: "Bugüne kadar hiçbirimiz bu kadar mükemmel, bu kadar güzel ve bu kadar enfes bir yazı yazmadık." Lermontov'un mısraları ne kadar duygusalsa nesirleri de bir o kadar sertti. Kafkasya manzarasının tamamını, kaleme aldığı say­falarda görebilirsiniz. Berrak gökyüzünün altında Kislovodsk ve Pyatigorsk, vadideki Rus sosyetesinin bayağı tutkularını gölgede bırakan karlı zirveleriyle heybetli Beşdağlar . . . Günlük muhab­betler, tehditler, itiraflar, fısıldanan aşk cümleleri . . . Lermontov, satırlarında hiçbir şeyi gözden kaçırmıyordu. Can veren Rus ve Tatarların kanlarıyla kırmızıya boyanan Ölüm Nehri Valerik. . . Sıra sıra dizilmiş develer ve gürültücü dağlılardan oluşan bir kervan, Çerkes bir aşiret reisinin evinde düzenlenen bir düğün, yol kenarındaki bir han gibi sahneler . . . Ve hepsinden önemlisi manzaralar: Kafkasya'nın tamamı kaleminin ucunda büyüleyici cümlelerle hayat buluyordu. Doğuda koyu eflatun kubbenin ucuna şafak yükseliyor ve do­ğan güneş, karlarla kaplı dik yamaçları ortaya çıkarıyordu. Her tarafta kasvetli, karanlık ve gizemli uçurumlar vardı. Yakın­lardaki kayaların arasındaki oyuk ve yarıklarda, sanki günün yaklaştığının farkındaymış ve kaçmaya çalışıyormuşçasına sis dalgaları süzülüyor ve yılan gibi kıvrılıyordu. Her şey sessizdi. Hem gökyüzünde hem de yeryüzünde; sabah dua eden bir ada­mın kalbindeymişçesine . . . Ara sıra doğudan soğuk bir meltem eser ve atların yelelerini dalgalandırırdı. . . Ve bir akşam manzarası: Kayşavur vadisine girdiğimde güneş, karlı tepelerin ardında batıyordu. Gece çökmeden dağ geçidini aşmak isteyen Oset arabacı atları kamçılıyordu. Avazı çıktığınca şarkı söylüyor­du. Bu vadi fevkalade bir yerdi. Çepeçevre dağlar, devasa çınar ağaçları ve sarmaşıklarla kaplı erişilemez kırmızı kayalıklar, yarıklarla dolu sarı yamaçlar, tepede parlayan buz sarkıtları . . . Aşağıda karanlık bir boğazda gürleyen Aragvi, yılan derisinin pulları gibi parlayan, gümüş bir ipliği andıran sisle kaplıydı. . . Lermontov'un manzaraları, sonbaharda odun dumanı kokusu­nu ve limon kokularıyla dolu yaz havasını aktaran, sayfalarında mevsimlerin hayat bulduğu Turgenyev'in ince tasvirleri gibi de­ğil. Tolstoy'un yeryüzü ve toprakla olan bağını da paylaşmıyor. Ama özünü, ıssız ihtişamını ve çekiciliğini gördüğü Kafkasya'yı tutkuyla seviyor. Buradaki arazi yapısı ve etrafındaki dünya ak­lını o kadar başından almış ve gözlerini o kadar kamaştırmış ki mısralarında yeryüzünde cenneti gören bir sürgünün neşesini hissedebiliyoruz. Hürriyeti ve hayatı tatmak ve etrafındaki dün­yayı bir kez olsun görebilmek için manastırdan kaçan Mtsyri gibi hasretini çektiği ama sahip olamayacağı bir şeyi, Kafkasya dün -yasını gören biri o. Kafkasya çalışmaları için yıllarca veri toplayan, ağır ama titiz bir üsluba sahip Alman yazar Bodenstedt şöyle yazıyor: "Kafkasya üzerine yazılmış coğrafi, tarihi ve diğer çalışmalar arasında bu dağların ve bölge sakinlerinin özelliklerini Lermontov'un şiirle­rinden daha iyi ve akıcı yansıtan tek bir kitap gösterin bana." Daha romantik bir bakış açısına sahip olan Rus yazar Merejko­vski, Lermontov'un doğa sevgisini yeryüzüne duyulan dünya dışı bir aşk olarak tarif ediyor. Temasını, Lermontov'un aslında sadece bir insan olmadığı, kısmen melek kısmen şeytan, kendi­sini dünyaya bağlayacak bir çıpa arayan avare bir ruh olduğu dü­şüncesi üzerine kuruyor. Merejkovski'ye göre ezelin hatırası ve ebediyete dair bir hayalden muzdarip olan Lermontov, geçmiş ve gelecek yüzyıllar boyunca arayışa devam etmeye mahkum ol­duğunun farkındaydı. Daha on beşindeyken romantik bir tutum takınan Lermontov "Kaç yaşındayım artık bilmiyorum" diye ya­zıyordu. Peki ama bu sadece göstermelik bir tavır mıydı? Yazı­larında tekrar tekrar aynı konuya değinen Lermontov, başka bir hayata dair karanlık ve gizemli hatıralarından, kaçıp kurtulmak istediği kadim geçmişinden bahsediyor. Hayata tutunma ve sı­ğınma arzusunu kendi İblis'inin dilinden şöyle aktarıyordu: Her şeyin kesin, belli bir formüle bağlı ve geometrik olduğu dünyanızın gerçekçiliğini seviyorum. Biz ise sınırsız denklem -!erin ortasında bilinmezliklerle yetinmek zorundayız. Burada, yeryüzünde bütün adetlerinizi benimsiyorum. Hamamlarını­zın tadını çıkarıyorum. Tüccarların ve papazların arasına otu­rup ter atmaya bayılıyorum... Şişman bir tüccarın bedeninde -dönüşü olmaksızın- tecessüm etmeyi hayal ediyorum... Merejkovski, Dante'nin İlahi Komedya'sında bahsettiği, sema­vi dünyayla yeryüzü arasında bir bağ kuran gnostik efsaneyi hatırlatıyor. İki taraf arasında seçimini yapan meleklerin dün­yaya gelmesine gerek yoktu. Zaman, kararlarını değiştiremezdi. Ebediyen aynı kalacaktı. Tanrı, aydınlık ve karanlık arasında seçim yapmada tereddüt edenlere bir lütufta bulundu. Onlar, dünyaya gelecekler ve Tanrı'nın sonsuzluğunda veremedikleri kararı insanın zamanında vereceklerdi. Bu melekler yeni do­ğanların ruhlarıydı. Onları doğuma getiren lütuf, aynı zamanda kendilerini ezeli geçmişten koruyordu. Böylece geçmişlerindeki tereddütleri ve şüpheleri, ebedi geleceklerine dönmeden önce dünyaya yaptıkları ziyaret esnasında felah ve lanetlenme ara­sında yapacakları tercihi etkilemeyecekti. Bu nedenle, öldükten sonra ne olacağını merak etmemiz doğal gelirken doğmadan önce ne olduğumuzu bilmemiz mümkün değil. Nereden geldi­ğimizi unuttuk ve nereye gideceğimizi hatırlamaya çalışıyoruz. Bu gizemli inanışın genel kuralı ve tecrübesi böyle. İstisnalar çok nadir. Ayda yılda bir o korkunç perdenin bir kenarı kaldırılıyor ve bazı ruhlar dünyadan önce ne olduğunu görüyor bir anlığına. İşte bu ruhlardan biri de Lermentov'du . . . Eğer ölüler dünyayı sevmeye devam ediyorsa, muhtemelen sevgileri Lermontov'un sevgisi gibidir; telafisi imkansız bir kayıp hissi gibi. Cennetten dünyaya hasret duymak ile Hristiyanlar gibi dünyadan cenneti arzulamak, birbirine taban tabana zıt şeyler. Ne Lermontov ve İblis'i ne de Mtsyri, Hristiyanların cennetini ka­bul edebilirdi. Onlar, cennetlerini dünyada, doğada bulmuşlardı. İlahi aydınlık ne etsin bana Kutsal cennet ne etsin? Bütün dünyevi tutkularımı, Götüreceğim oraya. diye yazıyordu Lermontov 1840 yılında. Belki de bu dünyanın tadını çıkarmak için fazla zamanının kalmadığını hissediyordu. En güzel ve sevilen şiirlerinden Melek'in birçok çevirisi var. Bir ruhu doğuma götüren gece meleğinin hikayesini anlatıyor. O ruh, bundan böyle hep meleğin söylediği şarkıyı hatırlamaya çalışıyor. Lakin böyle şiirleri çevirmek mümkün değil. Anlamı belki aktarılıyor ama ahengi kayboluyo
106 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.