Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

1830-1850 yılları arasında çok sayıda dikkate değer şahsiyet Kaf­kasya'da boy gösterdi. Bu adamlardan bazıları, tarih sahnesinden silinmeden önce oldukça büyük roller oynadı. Bazıları, tarihin arka odasında hiç gelmeyecek sırasını bekledi. Bazıları, uçsuz bu­caksız bozkırı aşıp göğe doğru yükselen dağların gölgesinde bir­kaç saat geçirdi ve gitti. Bazılarının yolu şans eseri buraya düştü. Bazıları Şamil yüzünden oradaydı, bazıları ona rağmen. Bazıla­rı, Şamil'in adını dahi duymamış, Kafkasya'daki günlerini onun estirdiği fırtınadan habersiz geçirmişti. Şamil'e karşı savaşan Lermontov ve Tolstoy gibileri, bu mücadele esnasında kuzeyli­ler için "büyülü bir ilham kaynağı" olan Kafkasya'yı keşfetmiş­lerdi. Alexandre Dumas gibi bazı insanlar, Kafkasya'yı yazacak­ları yeni seyahatname için zengin bir malzeme kaynağı olarak görüyorlardı. Dumas'nın yazdığı satırlar, okuyucuların nefesini kesiyor ve onları hayran bırakıyordu. Nijniy Novgorod'daki fu­arı ziyaret eden ve Volga üzerinden Kafkasya'ya ulaşan Dumas, "Burada Şamil'i ziyaret edeceğiz. Sığınağından bütün Rusyaların Çarı'na karşı mücadele eden dev Şamil... Acaba adımızı biliyor mu?" diye soruyordu kendisine biz diye hitap ederek. "Çadırın­da bir gece uyumamıza izin verecek mi?" Ancak görünen o ki karşı konulmaz cazibesine rağmen Dağıstan Aslanı'yla görüşme­yi başaramadı. Şamil'in dağdaki sığınağına davet edilmemişti. Dumas'nın Kafkasya' dayken yazdığı romantik bir mersiye, Kaf­kasya sahnesinden geçen en ünlü Rus yazarlardan birini hatır­lamamızı sağlıyor. Aleksandr Bestujev, günümüzde Dumas gibi az okunuyor ama yaşadığı dönemde Marlinskiy müstear adıyla yazdığı renkli Kafkas hikayeleri büyük rağbet görüyordu. Bestujev ve kardeşi, kendi kuşakları ve çevrelerinden birçok kişi gibi Dekabrist Ayaklanması'na katılmıştı. Kardeşi asılarak idam edilmiş ancak kendi canı bağışlanmıştı. Ceza olarak Sibirya'daki bir işçi kampına gönderildi. Birkaç yıl sonra orduda görev yap­mak üzere Kafkasya'ya nakledildi (Eskiden Dragon süvari bir­liklerinde yüzbaşıyken artık sıradan bir erdi). Güneyde geçirdiği dönemde, birçok dile çevrilen ve Rusya sınırlarının dışında da büyük bir hayran kitlesi toplayan Ammalat Bek gibi hikayelerine malzeme topladı. Yazar arkadaşları, Bestujev'in başına gelenleri unutmadı. Kaf­kasya'da seyahat eden Polonyalı büyük şair Mickiewicz, Bestu­jev'le bir garnizonda karşılaştı. "Bestujev'in uzattığı eli kılıcı ve kaleminden koparan Çar, onu bir mahkum arabasına bağlamış­tı" diye yazıyordu öfke içinde. "Kuzeyli Jüpiter tarafından bura­ya zincirlenmiş yeni bir Prometheus" olarak tarif ediliyordu. Bu iddialara destek veren tarihçi İvan Golovin, Kafkasya hakkındaki kitabını arkadaşına ithaf etti. Ancak bütün bu iltifatlar, Bestujev'e aşık olan ve uğrunda canını feda eden Olga Nesterov'un yaptıklarının yanında sönük kalı­yordu. Bu hüzünlü ve fuzuli olay, dönemin romantik gelenekle­rini yansıtıyordu. Ayrıca Slavların duygu ve tutkuları üzerinden hayat bulan ve etraflarındaki narin mizaçlı insanlara dayattığı evhamlı ihtiraslarına hitap ediyordu. Olga Nesterov, genç, latif ve güzel bir kadındı. Dünyaya küsmüş şairi, bütün kalbiyle sevi­yordu. Bir süre mutlu bir birliktelikleri oldu ama Bestujev mut­lu olma yeteneğini kaybetmişti. Belki de bu yeteneğe hiç sahip olmamıştı. Her halükarda, aşkta ve acıda mükemmele ulaşma isteği onu felakete sürükledi. Yakın asker arkadaşlarıyla yemek yerken Nesterov'un sadakatinden övgüyle bahsetti. O ana kadar kimse ilişkilerini sorgulamamıştı ancak o dönemde her şeye şüp­heyle yaklaşılırdı. Yemekhanedekilerden biri Bestujev'in sözle­rini sorguladı. Bestujev, o dönem adet olduğu üzere muhatabını düelloya davet etmedi. Bilakis yaşananlardan keyif alıyormuş gibi görünüyordu. Bahse girdiler. Nesterov, ertesi gün hiçbir şeyden habersiz sevgilisinin odasına gitti. Kimse ne olduğunu bilmiyordu. Bir el silah sesi ve ardın­dan çığlıklar duyuldu. Bestujev, deli gibi koşarak odadan dışarıya çıktı. Göğsünden vurulan sevgilisi, kanlar içinde yerde yatıyordu ama bilinci hala yerindeydi ve papazın çağrılmasını istiyordu. Daha sonra papaz, Nesterov'un Bestujev'in elindeki tabancayı almaya çalışırken kazara vurulduğunu söylediğine yemin ede­cekti (Muhtemelen Nesterov'u canından bezdiren Bestujev, daha sonra yaptıklarından utanıp tabancasını başına dayadı. Neste­rov, silahı almak için hamle yapınca tabanca ateş aldı). Nesterov, sevgilisinin kollarında can verdi. Soruşturma açıldı ama papazın ifadesi Bestujev'i kurtardı. Bestujev kendini kaybetmiş gibiydi. Birden etrafındakilere patlı­yor, sonra sanki peşinden kovalayan varmışçasına atını dağlara sürüyordu. Adeta eceline susamıştı. Ama aşk acısını dindirmek için uğraşan bedbaht arkadaşı Yüzbaşı Allbrandt gibi Bestujev de efsunlanmıştı. Bu iki adam, savaş meydanındaki bütün tehlike­lere meydan okuyordu. Bir gün Abazertzky aşiretine karşı ope­rasyona çıktılar. Karşılarındaki düşman sayısı, Rus askerlerinin beş katıydı. Bestujev ormanda kayboldu. Öldürüldü mü yoksa intihar mı etti? Yeter artık deyip ölüme teslim mi oldu? Bu soru­nun cevabını hiç öğrenemeyeceğiz.Derbent mezarlığındaki mezar taşı ayakta durduğu sürece Olga Nesterov'un aşkı yüzünden manasız bir şekilde hayatını kaybet­tiği unutulmayacak. Tek parça siyah mermerden yapılan bu sade mezar taşının bir yüzünde Nesterov'un adı, doğum ve ölüm tari­hi ( 1814- 1833) yazıyor. Diğer yüzüneyse solmuş ve dalından ko­parılmış bir gül işlenmiş. Altında tek bir kelime yazıyor: Soudba yani kader. Mezar taşına daha sonra bir yazı eklenmiş. 1860'larda Kafkasya'yı ziyaret eden Alexandre Dumas, Hazar'a tepeden bakan mezarlı­ğa gelince Olga Nesterov'un hüzünlü aşk hikayesini duymuş. O kadar etkilenmiş ki ileride sık sık alıntı yapılan ve Nesterov'un mezar taşına işlenen şu güzel satırları kaleme almış: Yirmi yaşında güzel bir aşıktı o. Bir akşam, rüzgarda yaprakları dökülmüş bir gül gibi düştü. Ey ölüler yurdu, üzerine çok gitmeyin onun. Canlıların yurdundan hiç yük olmadan geçti o. Bestujev unutulmaya yüz tutsa da Olga Nesterov'un hatırası, Dumas'nın satırları sayesinde Rusya sınırlarının ötesinde de ta­zeliğini koruyor. Kafkasya, Fransız yazar için son derece cazip bir yerdi. Rus­ya'nın aşırı özellikleri mizacına uyuyordu. Yerel renklere, şid­dete, mekana, azamete, binlerce atın Volga'da yüzdüğü yarışla­ra, avul ve saray hayatına, dansçılara ve kan davalarına kendini kaptırmıştı. Prenses Mathilde'in (Dumas'ya sıçrayan bebeğim diye hitap ederdi) her hafta verdiği yemek davetlerinde sık sık Rusya' daki maceralarını anlatırdı. N apolyon tarzı altın tabak ve gümüş çatal bıçaklarla kurulmuş Prenses'in masasındaki konuk­lar arasında yer alan Goncourtlar, Dumas'ı ölümsüzleştirecekti. Bu saçları kırlaşmış, heybetli adam, küçük, berrak ve cin gibi gözleriyle sürekli etrafını gözlüyor ... Söz konusu Dumas olunca, bir işportacının çığırtkanlığıyla Binbir Gece Masalları'ndan gez­gin bir satıcının karışımı tarifsiz bir şey çıkıyor ortaya.
71 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.