Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Çar Nikola, 21 Ekim'de Tiflis'e ulaştı. Günlerdir bardaktan boşa­lırcasına yağmur yağıyordu. Bu nedenle yanında yirmi dört Gür­cü prensiyle birlikte şehre girişi esnasında muhteşem kıyafetleri çamura bulanmış, çok görkemli olması beklenen tören istenen etkiyi uyandırmamıştı. Yağmur o kadar şiddetliydi ki töreni izle­mek için toplanan kalabalık çok geçmeden dağıldı. Sadece birkaç meraklı kişi, dizlerine kadar çamura batmış bir şekilde Çar'ın konvoyunun geçişini izleyip tezahüratta bulundu. Uzun yoldan gelen Çar yorgun düşmüştü. Megrelya'da pireler Çar'ı rahat bı­rakmamıştı. Buz gibi sonbahar rüzgarları yüzünü yakmıştı. Kız­gındı ve yüzü şişmişti. Her zamanki baş döndürücü cazibesinden eser yoktu. Şamil'in casusları, Rus hükümdar hakkında olumsuz haberler getiriyordu. Nikola'nın Alman duruşunu sevimsiz, hareketle­rini ruhsuz, solgun ve şişkin çehresini heybetten yoksun bulu­yorlardı. Yağmura rağmen bütün şehir Çar'a görkemli bir kar­şılama hazırlamıştı. Eski mahallenin dar sokaklarında yer alan balkonlar, yasemin ve defnelerle süslenmişti. Zengin fakir de­meden bütün evler -sağanak yağmurun altında- en iyi halılarını sergilemişlerdi. Yeni yapılan bulvarların kenarına dizilen asker­ler selam vaziyeti aldığında tüfekleri kaldırımı inletmişti. Bütün şehirde çanlar çalınmış, kiliseler dinin savunucusu, hamileri Beyaz Çar'a hoş geldin demişti. Nehrin kıyısında ve Büyük İs­kender'in yaptırdığı köprünün öbür yakasında yankılanan çan seslerinden faydalanan sayısız Tatar casus (Şamil'in adamları) şehre gizlice girip çıkmıştı. Pusu kuran, baskın yapan, fırsat kol­layan bu adamlar Kafkasya'da Rusya'yı yenmek uğrunda müca­dele etmekten vazgeçmiyordu. Geceleyin Tiflis ışıl ışıldı. Katedrali aydınlatan bin tane mum vardı. Valilik balo salonunun parkeleri parlıyordu. Parklarda­ki akasya ve okaliptüs ağaçlarının arasında fenerler yanıyordu. Şehrin etrafındaki tepelerde, karanlıkta ateş böceği gibi parlayan ışıklar görülebiliyordu. Bunlar, hakim olduğu dağlarda Şamil'in iletişimi sağlamak için kullandığı işaret ateşleriydi. Kurmay karargahındaki Rus generaller, son derece nahoş bir görevle karşı karşıyaydı. Birisi Çar'a Şamil'in teslim töreninin olmayacağını söylemeliydi. Klugenav'ın teklifini reddeden Şamil daha sonra kendisine gönderilen mektubu da kabul etmemiş­ti. Mektupta Şamil'in teslim olması için oldukça cömert şartlar sunulmuştu. Çar'ın Tiflis'e ulaşmasından iki gün önce gelen bir Çeçen ulak Şamil' in bu konudaki son kararını bildirmişti. Her şeyi Allah'ın eline bırakan, bu mektubun naçiz yazarı Şa­mil' den. Reddettiğim için lime lime edilecek dahi olsam, Tif­lis'e gelmemekte kararlıyım. Çünkü herkesin bildiği üzere de­falarca ihanetinize uğradım. Bu mektubu gören Çar'ın daha da keyfi kaçtı. Zaten Tiflis'e ge­lirken incelediği orduyla ilgili bazı meselelerden memnun kal­mamıştı. Savaşın idare şekliyle ilgili eleştirilecek birçok nokta bulmuştu. Bütün durumun anlaşılır gibi olmadığını söylüyor­du. Savaş neden senelerce uzamıştı? Neden sürekli daha fazla adam talep edilmişti? Neden mücadeleye devamlı daha fazla teçhizat gönderiliyordu? Bu Asyalılar da artık fazla olmaya başlamıştı. İşler değişmek zorundaydı. Adamlarına onlar hak­kında ne düşündüğünü söyleyen Çar, Kafkasya'daki orduların komutanı Baron Rosen'i oracıkta görevden aldı. Daha sonra düzenlenen bir geçit töreninde en ufak bir uyarıda dahi bulun­madan Megrelya Prensi Dadiani'nin apoletlerini söktü ve onu divan-ı harbe gönderdi. Alandaki birlikler, Gürcü sosyetesinin önde gelenleri, Prens'in genç eşi ve ailesi, bu acı manzaraya şahit oldu. Gürcü Muhafız Alayı'nın komutanı olan Prens Dadiani, Vali'nin damadı ve aynı zamanda Çar'ın yaveriydi. Yetkisini kötüye kullanmakla, alayında görevli askerleri ken­di şahsi işleri için görevlendirmekle suçlandı. Şikayetler şehre girer girmez Çar'a anlatılmıştı. O da hiç beklemeden talihsiz Dadiani'den hıncını çıkardı. Geçit töreninde yaşananlara şahit olan biri durumu şöyle anla­tıyordu: "Bu olay, bağlantıları ne kadar güçlü olursa olsun hiç­bir suçlunun yaptıklarının yanına kalmayacağını gösteriyordu. Çeşitli alayların başındaki subaylar doğal olarak telaşa kapıldı. Kulaktan kulağa dolaşan söylentilere göre hakkında soruşturma açılacak birkaç subay daha vardı." Öfkesinin zavallı ihtiyar Ba­ron Rosen'i ne kadar sıkıntıya soktuğunu gören Çar, onu teselli etmek için en büyük oğlunu yaveri yapacağını söyledi. Ancak bu bile insanların endişesini dağıtmaya yetmedi. Çar'ın etrafındaki kurmay subaylar, hükümdara daha fazla şikayet dilekçesi ulaş­maması için gözlerini dört açmaya başladı. Ertesi gece, bir devlet balosu düzenlendi. Milli kıyafetlerini gi­yen Gürcü güzelleri ve yerel yöneticiler salonda ihtişamla salı­nıyordu. Çar, bodur ve eski kafalı bir Gürcü prensesle yaptığı polonez dansıyla baloyu açtı. Prens Dadiani'nin kayınvalidesi ve baldızları da balodaydı ve güçlü görünmeye çalışıyorlardı. Ancak okuduğumuza göre "neşeli görünmeye çalışsalar da ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözleri, çektikleri onca sürmeye rağmen onları ele veriyordu." Dadiani'nin birkaç ay önce evlendiği za­vallı eşi evde kalmıştı. Saadetini kaybettiği ve başlarına daha fazla kötülük gelmesinden korktuğu için iki gözü iki çeşme ağlıyordu. Rütbesi sökülen biçare Dadiani çok geçmeden intihar edecekti. Çar, uluslararası meselelerle ilgilenmeye başladı. Saygılarını sun­mak için Tiflis'e gelen üst düzey bir İranlı olan Emir-i Nizam'la bir araya geldi. Yıllar önce Rus-İran Savaşı sırasında İran'a kaçan ve Şah'ın inatla geri vermeye yanaşmadığı Rus birliklerin bahsi açılınca, Çar doğrudan muhatabına saldırıya geçti. Nikola, bu ha­reketi gururuna indirilmiş bir darbe ve bir prensip meselesi olarak görüyordu. Muhammedilerin yanında Hristiyan Ruslar! Bu, hem Haç'a hem da taca hakaret demekti. Emir-i Nizam'a adamları der­hal iade edilmezse İran'la diplomatik ilişkileri keseceğini söyledi. Böyle doğrudan bir hamle doğu diplomasisinin bütün gelenekle­rine aykırıydı ancak Yermolov ve Paskiyeviç'in o kadar uğraşıp yapamadığı işi yapmıştı. Eceline susamış Yüzbaşı Allbrandt, İran'a gitmek üzere seçilecekti. Yaklaşık bir yıl süren çabalardan sonra asker kaçaklarını ikna etmeyi başardı. 1839 yılında muzaffer bir edayla askerleri geri getirdi. Alay bandosu çalıyor, sancaklar dal­galanıyordu. Heyhat! Askerler, İran'da geçirdikleri süre zarfında çevrelerinin etkisi altında kalmışlardı. Pilav ve şerbetle beslenen bandocular, tuzlu balık ve domuz yedikleri günlerde çaldıkları o hızlı askeri melodileri repertuvarlarından çıkarmışlardı. Fifre ve davullar, Doğu'ya özgü o kederli ve coşkulu besteleri icra ediyor­du. Tabur, kötü bir marş eşliğinde kuzeye doğru yürürken, kınalı ayaklarıyla yanlarında koşan İranlı kadınlar feryat ediyordu.
·
32 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.