Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

280 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Duyguların Kökeni, Abjektleştirme ve Feminizm
Yazar bu kitapta belli duyguların daha çocukken bir renge dönüştüğünü, şekillenen bu duygunun da nesilden nesile aktarıldığını savunur. Ötekine olan bakışımız da bu aktarımın mirasıdır. “Acı” , “nefret” , “iğrenme”, “sevgi” , “utanç” gibi bölümlere ayırdığı kitapta bu duyguların kuramsal ve pratikteki yansımalarını örneklendirir. “Acıyor” artık “sen beni incitiyorsun”a, zamanla “sen acı vericisin”e, hatta “sen kötüsün”e dönüşür. Yazar ötekine karşı kendi sınır­larını güvence altına alma kapasitesine musallat olan bir “gulyabani” figürünü anımsatır. Gulyabani herhangi bir yerde ve herhangi bir kişi olabilir: Gelecekle ilgili kâbuslar görmemize yol açan, gelecekteki incin­melerin beklentisi olan ortalıkta gezinen hayaletimsi bir figür. “Onu” görmeye sürekli devam ederiz. Bu nefret figürleri dolanır durur ve sabit bir göndergeleri olmadığından tesir değerlerini biriktirirler. Neden nefret içten geliyormuş gibi hissedilir ve nefret neden bağımsız mevcudiyete sahip başka kişilere yöneltilir? Nefret, ötekinin elinin altında olmasını ister; yıkmak isterken bile dokunmak ister. Siyahi feminist Audre Lorde’un trende beyaz bir kadınla karşılaşmasını burada örnek verir: “Harlem ’e giden AA metrosu. Annemin paltosunun koluna sıkıca tutun­ muşum, elleri torba dolu, Noel alışverişinin ağırlığı. Kış kıyafetlerinin nemli kokusu, trenin sallanması. Annem yansı boş bir koltuğu fark edip, karla kaplı küçük bedenimi koltuğa itiyor. Bir tarafımda gazete okuyan bir adam. Diğer tarafımda kürk şapkalı bir kadın bana bakıyor. Ba­karken suratı buruşuyor ve bakışlarını aşağı kaydırıyor, benimkilerle birlikte. Deri eldivenli eli, benim yeni mavi kar pantolonumla onun kürk mantosunun buluştuğu yerde geziniyor. Mantosunu kendisine doğru çekiştiriyor. Bakıyorum, ikimizin arasındaki boşlukta onun gördüğü korkunç şeyi göremiyorum muhtemelen bir hamamböceği. Fakat deh­şetini bana da geçiriyor. Bakışlarından anlaşıldığı kadarıyla çok çirkin bir şey olmalı, bu yüzden ben de kar kıyafetimi ondan uzaklaştırıp ken­dime çekiyorum. Kadına baktığımda hâlâ bana baktığını görüyorum, burun delikleri ve gözleri kocaman. Tam o anda aramızda hiçbir şeyin olmadığının farkına varıyorum; mantosunun değmesini istemediği şey benim. Kürkü yüzüme sürünüyor ve hızlanan trende ayağa kalkan kadın ürperti içerisinde tutamağı yakalıyor. New York'ta doğmuş ve büyümüş bir çocuk olarak, annemin oturabilmesi için hızlıca kenara kayıyorum. Hiç bir şey konuşulmuyor. Ne yaptığımı bilmediğim için anneme bir şey söylemeye korkuyorum. Gizlice kar pantolonumun yanlarına bakı­yorum. Acaba üzerinde bir şey mi var? Burada, anlayamadığım ama hiç bir zaman unutmayacağım bir şey oluyor. Gözleri. Kocaman burun delikleri. Nefret. Burada yazar özellikle “bakış” üzerinde durur. Bakış sözlü ve fiziksel şiddet kadar tesirlidir. Psikolojik şiddette bir travmaya dönüşür. Audre’nin bakış­ları beyaz kadının bakışları ile birlikte aşağıya kayınca, Audre “korku” hisseder. Kendisini kadının nefretinin nesnesi olarak algılamaya başlar: Althusser’in deyimiyle ,nefret edilen olarak “selamlanır”. Nefre­tin “ifası” onun sadece dile getirilmesi anında “olup bitmez”. Dolaşıma (aynı zamanda duygusal tesir olan) bir dizi etki girer. Nefret nesnelerinin dolaşımı serbest değildir. “İğrenme” terimi en basit ifadeyle beğenimize ters anlamına gelir. Bir yiye­ceğin görüntüsü, kokusu ya da tadındaki olağandışı herhangi bir şeyin bu hissi hemen nasıl ateşlediği merak edilesi bir konudur. Darwin’in aktarımından bir örnek verir:“Tierra del Fuego’da bir yerli, yediğim soğuk kuru et parçasına dokunmuştu.Onun yumuşaklığı karşısında aşırı bir iğrenme duymuştu; aynı zamanda ben de yedi­ğim ete bir çıplak bir yabaninin dokunmasından dolayı aşırı bir iğrenme hissediyordum, elleri kirli görünmese bile”. İğrenme duygusunu anlatırken 11 Eylül olayını örnek verir. İkiz kulelerin yıkılışının ardı ardına gösterilmesi (ilk gün birkaç dakikada bir, birkaç ay sonra birkaç saatte bir ve sonrasında birkaç ayda bir) post- travmatik stresin özelliği olan tekrar etme zorunluluğunun sergilenmesi gibi görünüyordu. Bu zorunlu dönüş bilinçaltının travma durumuna geri dönme arzusudur. Hoş olmayan durumları tekrar ederek ya da sü­rekli onlara geri dönerek, travma yaşamış kişi bilinçsizce, başarılı olmak ve böylelikle keyif haline geri dönmek ister. Travma görüntülerinin tekrarı henüz bireysel ya da topluluk ruhuna uyum sağlamamış şeyin yeniden canlandırılması ihtiyacını gösterir. İğrenme olayın kişiler üzerindeki “şok etkileri” açısından önemli olabilir; hakikaten de olaya sıklıkla “iğrenç”lik atfı yapılmaktadır. Bu atıf nasıl iş­ler? Ne yapar? İğrenme, bir imge olarak olayla büyülenmişlik içerir; sanki kişi, şimdiki zamandaki dikkat çekici bir nesneymiş gibi o imgeye yakın olma arzusu içindedir. Utanç duygusunu analiz ettiği bölümde sadece bireysel değil bir ulus olarak da utanç hissetmenin ne demek olduğunu örnekleriyle aktarır. Utanç yoluyla bir kimlik iddiasında bulunmak ne demektir? Ulusal utanç nasıl bireyleri utançtan kurtarırken bir yandan da geçmiş yanlışları kabullendirmeye yarar? Utanç ve suçluluk arasındaki farklılıkları ve bedensel karşılaşmalardaki fenomonolojik utanç dene­yimini analiz eder. Gerçekten, özellikle de 11 Eylül saldırılarından beri, çok­ kültürlülük bir güvenlik tehdidi olarak algılanmaktadır: Ulusa katılanlar terörist “olabilirler” ve bu “olabilirlik” zaten yabancı olarak görülen ötekilerin gözetlenmesi talebini artırır. İngilizce abjectten (aşağılık, sefil, dışlanmış, dışarı atılmış olan) türetme bir kavram olan abjektleştirme bölümünde yazar, bir şeyi bu kadar tehditkâr yapan nedir? Sorusunu sorar ve ona göre;Abjekt içimize girmez; bizi içten dışa, dıştan içe çevirir. Özellikle Queerler ile ilgili analiz yaptığı bölümde abjektleştirme kavramı üzerinde durur. Queerler bir yandan abjekt varlıklar olarak inşa edilirken, öte yandan arzu ve cazi­be kaynaklarıdır. Michael Bronski “heteroseksüellerin, homoseksüel ve gey kültürü karşısındaki korkusu ile bu özgürlük ve hazza duyulan eşit derecede güçlü kıskançlık ve arzu” arasındaki gerilimi inceler. Feminizm bölümünde yazar niçin feminist olduğunu şu sözlerle aktarır: “Bizi feminist yapan, kadınların baskı altında olmasına duyulan kızgınlık de­ğildir; böyle bir kızgınlık dünyayı zaten farklı bir şekilde yorumlamayı ve bu yorumu da yorumlamayı gerektirir; yani kendini feminist olarak tanımlama dünyayı bu şekilde eleştirmek için o öfkeyi kullanmaya bağ­lıdır.” Son söz olarak; Duyguların başlangıç noktaları değil, sonuç olduğunu, bu nedenle de muhakemenin temelini oluşturamayacaklarını ileri süren bu kitabı okumanızı tavsiye ediyorum.
Duyguların Kültürel Politikası
Duyguların Kültürel PolitikasıSara Ahmed · Sel Yayıncılık · 201526 okunma
·
1 artı 1'leme
·
314 görüntüleme
Gamax okurunun profil resmi
Okuyalım da biz de feminist olalım, değil mi? Yemezler!! 😅 İnceleme için teşekkürler, listeme aldım... 😁
Farfallina okurunun profil resmi
Feminizm bölümü kitabın son kısmında ve az yer vermiş. Keşke efendim her erkek sizin gibi böyle kitapları listeye alsa😄 Ana teması “ırkçılık “ ve “öteki” kavramları. Tavsiye ederim 👍
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.