Hacı Murat'ın öldürülmesinin ardından Şamil, ilk kez mağlubiyetin gölgesinin dağlara çöktüğünü fark etmişti. Eski naibiyle araları açılmış ve Hacı Murat düşman kabul edilmiş olabilirdi ancak yine de o, İmam' dan sonra bölgenin en nüfuzlu adamıydı. Bir süredir Şamil, Hacı Murat'ın desteğini kazanmak için rehineleri salıvermeyi düşünüyordu. Fakat artık iş işten geçmişti. Hacı Murat'ı öldüren Ruslar, aşiretler arasında büyük saygı kazanmıştı. Büyük Beyaz Serdar, Hacı Murat'ı öldürmüş, başını gövdesinden ayırmıştı. Vay vay vay! Öyleyse kudretli bir savaşçı olmalıydı. Dağlılar, teslimiyet içinde başlarını eğmişlerdi. Dağıstan' daki bazı avullar, daha fazla vakit kaybetmeden Rusların tarafına geçti. İntikam yemini eden birkaç fanatik grup Şamil'e katıldı. Fakat Ruslar, gitgide daha fazla toprak, itibar ve destek kazanıyordu. Gerilla savaşının tekniklerini öğrenmişler, dağlık araziyi daha yakından tanımaya başlamışlardı. Sonsuz kaynaklara sahip olmanın verdiği güvenle ellerindeki insan ve para kaynaklarını rahatça kullanıyorlardı. Belki beş sene, belki on sene, belki de elli sene sürecekti ama kazanacaklarına emindiler. Ne zaman ya da nasıl olduğu pek de önemli değildi. İlk başlarda birkaç vahşi aşireti yenemediği için gururu kırılan ve hüsrana uğrayan Çar, zamanla bu durumdan gurur duymaya başlamıştı. Aşiretler ne kadar vahşi ve yırtıcı olursa, mücadele ne kadar uzun sürerse, bedel ne kadar ağır olursa, ordularının kazanacağı şan da o kadar büyük olacaktı. İnsan canı ucuzdu. Ve çok zamanı vardı. Kendisini bekleyen acı sonu, ordularının ve topraklarının yok edileceğini öngören Şamil, yine de kafirlere yaptıklarının bedelini ödetmeye kararlıydı. A vullarını kıyasıya müdafaa eden Çeçenler hakkında General Tornau'nun kaleme aldığı aşağıdaki hikaye, bölgede yaşanan korkunç çatışmalara örnek teşkil ediyor. Bir avula baskın düzenlenmişti. Köyde sadece üç tane saklia ayakta kalmıştı. Buradaki bir avuç çaresiz köylü, mücadeleye devam ediyordu. Etrafları çevrilmişti. Düşman sayıca fazlaydı. Çatıya tırmanmayı başaran Rus istihkamcılar, bacadan aşağı el bombası attı. Böylece binadaki köylüleri dışarı çıkarmayı amaçlıyorlardı. Ama öyle olmadı. Cesur köylülere acıyan komutan Volkovski, tercümanına silahlarını bırakırlarsa canlarını bağışlayacağını söylemesini emretti. Onları, Rus esirlerle takas edecekti . . . Teklifi dinleyen köylüler kendi aralarında konuştuktan sonra, dumandan kapkara olmuş yarı çıplak bir Çeçen, dışarı çıkıp kısa bir konuşma yaptı. Ardından, duvardaki deliklerden yaylım ateşi açıldı. Çeçen, şöyle demişti: 'Siz Ruslardan istediğimiz tek iyilik, yabancıların boyunduruğuna girmeyi reddettiğimizi ve yaşadığımız gibi öldüğümüzü ailelerimize söylemeniz." Sakliaya dört bir yandan ateş açılması emri verildi. Güneş batmıştı. Köyü aydınlatan alevler, ne denli büyük bir yıkım yaşandığını gözler önüne seriyordu. Ölmeye kararlı olan Çeçenler, ölüm şarkılarını söylemeye başladı. Hep bir ağızdan söyledikleri şarkının sessi, açılan ateş ve duman nedeniyle verdikleri kayıplardan dolayı azalmaya başladı. Yanarak ölmek, korkunç derecede ızdıraplı bir sondu. Herkes böyle bir acıya dayanamazdı. Bir parıltı göründü. Kulaklarımızın yanından bir mermi geçti. Bir Çeçen, elinde kılıcı bize doğru koşuyordu. Ölümü göze almış adamın on adım yanımıza kadar yaklaşmasına izin veren Artarşçikov sessizce nişan aldı ve Çeçen'i göğsünden vurdu. Havaya zıplayan Çeçen yere düştü. Sonra tekrar ayağa kalktı, dimdik doğruldu. Yavaşça öne doğru eğilen adam yere yığıldı. Ata topraklarında can verdi. Beş dakika sonra aynı sahne bir kez daha tekrarlandı. Dışarı fırlayan bir Çeçen, önce ateş açtı, sonra kılıcını çekip iki sıra keskin nişancının arasından geçti. Üçüncü sıradakiler tarafından süngülenip yere düştü. Yanan saklialar çatırdamaya başladı. Bahçeye kıvılcımlar sıçrıyordu. O gün tek bir Çeçen dahi sağ ele geçirilemedi. Yetmiş iki adam, alevlerin arasında can verdi. Bu kanlı oyunun son sahnesi tamamlanmış, gecenin perdesi inmişti. Çeçenlerin her biri, vicdani görevlerini yapmıştı. Baş aktörler ebediyete gitmişti. Geriye kalanlar ve izleyiciler, içlerindeki sıkıntıyla baş başa kalmış ve çadırlarına çekilmişti. Belki aralarından bazıları, böyle şeyler neden yaşanıyor diye
soruyordu. Bu dünyada dil ve inanç ayrımı yapmadan herkese yer yok muydu? Gururu da imanı gibi sağlam olan Şamil kararlılığını koruyordu. Savaşacak tek bir kişi kalmayıncaya kadar mücadeleye devam edecekti. Hala Allah yolunda mı savaşıyordu yoksa yaşadığı çaresizlik yürüttüğü direnişe mi yansımıştı? Dışardan bakıldığında hala aynı büyük ve korkunç adamdı: Sırtında siyah burkası, başında reis sarığı ve kınalı sakallarıyla solgun yüzü, eski gizemini koruyordu. Tehlike altındaki dağlara bakarken gözleri parlıyordu. Etkileyici davranışlarına devam ediyor, böylelikle hakkında anlatılan efsanelerin devam etmesini sağlıyordu. Şimşekleri, gök gürlemelerini ve doğa olaylarını, ettikleri dualara verilen cevaplar olarak yorumluyor, yaptığı zekice hamlelerle dağlıları etkilemeyi başarıyordu. Aşağıda, o dönem yapılan manevralardan birinin hikayesi yer alıyor. Rusların ordugahına büyük bir saldırı düzenlenecekti. Sabah olduğunda Şamil, öldüğüne dair söylentilerin yayılmasını sağladı. Ölüm döşeğinde, sevenlerinin planlarını muhakkak gerçekleştirmesini vasiyet etmişti. Şamil'in ruhu, onların yanında olacaktı. Cesaretleri kırılan Müritler, yine de savaş alanına gitti. Şamil, uzaklardan onları izliyordu. Müritlerin bocalamaya başladığını gördüğü anda, beyaz atına atladığı gibi dağlardan aşağı indi. Vadide koşan beyaz atın üzerindeki İmam'ı görenler, Şamil'in ruhunun geldiğini zannetti. Şamil! Şamil! diye bağırmaya başladılar. Savaşın hengamesini bastıran çığlıklar, duyanların yüreklerini titretiyordu. Şamil'in elindeki parlak kılıcıyla bir düşmanı yıldırım gibi biçtiğini gören Müritler, artık yenilmez olmuştu. Deli gibi savaştılar ve zafer kazandılar. İçinde bulundukları durum ne kadar zor olursa olsun Şamil, askerlerini etkilemenin bir yolunu buluyordu. Onun sözlerini dinleyen Müritler, galeyana gelip destansı bir mücadele veriyordu. Çoğu zaman savaştan önce Müritlerine şöyle sesleniyordu: "Eğer galip gelemezsek, en azından öldürdüğümüz Hristiyan köpekleri mağlubiyetimizin kefareti olsun." Savaştan önceki akşam şöyle derdi: "Bu gece, kalktığında Hz. Peygamber'in cennetteki makamının gözler önüne serileceği perdenin altında uyuyacağız. Yarın, onun yolunda savaşacağız. Reisinizin siyah sancağının dalgalandığı her yerde Allah yanınızda olacaktır. Bilin ki O, yolunda savaşanları korur." Şamil'in konuşmasını yaptığı caminin önünde toplanan naip ve Müritler hep bir ağızdan "Maşallah!" diye bağırıyordu. Kalabalığın sesi tepelerde yankılanıyor, engin vadilerde şimşek gibi gürlüyordu. Kadınların savaşa giden eşlerinin ardından yaktığı ağıtlar, ordu harekete geçtiğinde yaşanan hengamede kayboluyordu.