Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Hacı Murat'ın öldürülmesinin ardından Şamil, ilk kez mağlu­biyetin gölgesinin dağlara çöktüğünü fark etmişti. Eski naibiyle araları açılmış ve Hacı Murat düşman kabul edilmiş olabilirdi ancak yine de o, İmam' dan sonra bölgenin en nüfuzlu adamıy­dı. Bir süredir Şamil, Hacı Murat'ın desteğini kazanmak için rehineleri salıvermeyi düşünüyordu. Fakat artık iş işten geçmiş­ti. Hacı Murat'ı öldüren Ruslar, aşiretler arasında büyük saygı kazanmıştı. Büyük Beyaz Serdar, Hacı Murat'ı öldürmüş, başını gövdesinden ayırmıştı. Vay vay vay! Öyleyse kudretli bir savaşçı olmalıydı. Dağlılar, teslimiyet içinde başlarını eğmişlerdi. Da­ğıstan' daki bazı avullar, daha fazla vakit kaybetmeden Rusların tarafına geçti. İntikam yemini eden birkaç fanatik grup Şamil'e katıldı. Fakat Ruslar, gitgide daha fazla toprak, itibar ve des­tek kazanıyordu. Gerilla savaşının tekniklerini öğrenmişler, dağlık araziyi daha yakından tanımaya başlamışlardı. Sonsuz kaynaklara sahip olmanın verdiği güvenle ellerindeki insan ve para kaynaklarını rahatça kullanıyorlardı. Belki beş sene, belki on sene, belki de elli sene sürecekti ama kazanacaklarına emin­diler. Ne zaman ya da nasıl olduğu pek de önemli değildi. İlk başlarda birkaç vahşi aşireti yenemediği için gururu kırılan ve hüsrana uğrayan Çar, zamanla bu durumdan gurur duymaya başlamıştı. Aşiretler ne kadar vahşi ve yırtıcı olursa, mücadele ne kadar uzun sürerse, bedel ne kadar ağır olursa, ordularının kazanacağı şan da o kadar büyük olacaktı. İnsan canı ucuzdu. Ve çok zamanı vardı. Kendisini bekleyen acı sonu, ordularının ve topraklarının yok edileceğini öngören Şamil, yine de kafirlere yaptıklarının bedeli­ni ödetmeye kararlıydı. A vullarını kıyasıya müdafaa eden Çeçenler hakkında General Tornau'nun kaleme aldığı aşağıdaki hikaye, bölgede yaşanan korkunç çatışmalara örnek teşkil ediyor. Bir avula baskın düzen­lenmişti. Köyde sadece üç tane saklia ayakta kalmıştı. Buradaki bir avuç çaresiz köylü, mücadeleye devam ediyordu. Etrafları çevrilmişti. Düşman sayıca fazlaydı. Çatıya tırmanmayı başaran Rus istihkamcılar, bacadan aşağı el bombası attı. Böylece bina­daki köylüleri dışarı çıkarmayı amaçlıyorlardı. Ama öyle olmadı. Cesur köylülere acıyan komutan Volkovski, tercümanına si­lahlarını bırakırlarsa canlarını bağışlayacağını söylemesini emretti. Onları, Rus esirlerle takas edecekti . . . Teklifi dinleyen köylüler kendi aralarında konuştuktan sonra, dumandan kap­kara olmuş yarı çıplak bir Çeçen, dışarı çıkıp kısa bir konuşma yaptı. Ardından, duvardaki deliklerden yaylım ateşi açıldı. Çe­çen, şöyle demişti: 'Siz Ruslardan istediğimiz tek iyilik, yaban­cıların boyunduruğuna girmeyi reddettiğimizi ve yaşadığımız gibi öldüğümüzü ailelerimize söylemeniz." Sakliaya dört bir yandan ateş açılması emri verildi. Güneş bat­mıştı. Köyü aydınlatan alevler, ne denli büyük bir yıkım yaşan­dığını gözler önüne seriyordu. Ölmeye kararlı olan Çeçenler, ölüm şarkılarını söylemeye başladı. Hep bir ağızdan söyledik­leri şarkının sessi, açılan ateş ve duman nedeniyle verdikleri kayıplardan dolayı azalmaya başladı. Yanarak ölmek, korkunç derecede ızdıraplı bir sondu. Herkes böyle bir acıya dayana­mazdı. Bir parıltı göründü. Kulaklarımızın yanından bir mer­mi geçti. Bir Çeçen, elinde kılıcı bize doğru koşuyordu. Ölümü göze almış adamın on adım yanımıza kadar yaklaşmasına izin veren Artarşçikov sessizce nişan aldı ve Çeçen'i göğsünden vurdu. Havaya zıplayan Çeçen yere düştü. Sonra tekrar ayağa kalktı, dimdik doğruldu. Yavaşça öne doğru eğilen adam yere yığıldı. Ata topraklarında can verdi. Beş dakika sonra aynı sahne bir kez daha tekrarlandı. Dışarı fırlayan bir Çeçen, önce ateş açtı, sonra kılıcını çekip iki sıra keskin nişancının arasından geçti. Üçüncü sıradakiler tarafın­dan süngülenip yere düştü. Yanan saklialar çatırdamaya baş­ladı. Bahçeye kıvılcımlar sıçrıyordu. O gün tek bir Çeçen dahi sağ ele geçirilemedi. Yetmiş iki adam, alevlerin arasında can verdi. Bu kanlı oyunun son sahnesi tamamlanmış, gecenin per­desi inmişti. Çeçenlerin her biri, vicdani görevlerini yapmıştı. Baş aktörler ebediyete gitmişti. Geriye kalanlar ve izleyiciler, içlerindeki sıkıntıyla baş başa kalmış ve çadırlarına çekilmişti. Belki aralarından bazıları, böyle şeyler neden yaşanıyor diye soruyordu. Bu dünyada dil ve inanç ayrımı yapmadan herkese yer yok muydu? Gururu da imanı gibi sağlam olan Şamil kararlılığını koruyordu. Savaşacak tek bir kişi kalmayıncaya kadar mücadeleye devam edecekti. Hala Allah yolunda mı savaşıyordu yoksa yaşadığı ça­resizlik yürüttüğü direnişe mi yansımıştı? Dışardan bakıldığında hala aynı büyük ve korkunç adamdı: Sırtında siyah burkası, ba­şında reis sarığı ve kınalı sakallarıyla solgun yüzü, eski gizemini koruyordu. Tehlike altındaki dağlara bakarken gözleri parlıyor­du. Etkileyici davranışlarına devam ediyor, böylelikle hakkında anlatılan efsanelerin devam etmesini sağlıyordu. Şimşekleri, gök gürlemelerini ve doğa olaylarını, ettikleri dualara verilen cevap­lar olarak yorumluyor, yaptığı zekice hamlelerle dağlıları etki­lemeyi başarıyordu. Aşağıda, o dönem yapılan manevralardan birinin hikayesi yer alıyor. Rusların ordugahına büyük bir saldırı düzenlenecekti. Sabah olduğunda Şamil, öldüğüne dair söylentilerin yayılmasını sağ­ladı. Ölüm döşeğinde, sevenlerinin planlarını muhakkak ger­çekleştirmesini vasiyet etmişti. Şamil'in ruhu, onların yanında olacaktı. Cesaretleri kırılan Müritler, yine de savaş alanına git­ti. Şamil, uzaklardan onları izliyordu. Müritlerin bocalamaya başladığını gördüğü anda, beyaz atına atladığı gibi dağlardan aşağı indi. Vadide koşan beyaz atın üzerindeki İmam'ı gören­ler, Şamil'in ruhunun geldiğini zannetti. Şamil! Şamil! diye bağırmaya başladılar. Savaşın hengamesini bastıran çığlıklar, duyanların yüreklerini titretiyordu. Şamil'in elindeki parlak kılıcıyla bir düşmanı yıldırım gibi biçtiğini gören Müritler, ar­tık yenilmez olmuştu. Deli gibi savaştılar ve zafer kazandılar. İçinde bulundukları durum ne kadar zor olursa olsun Şamil, as­kerlerini etkilemenin bir yolunu buluyordu. Onun sözlerini din­leyen Müritler, galeyana gelip destansı bir mücadele veriyordu. Çoğu zaman savaştan önce Müritlerine şöyle sesleniyordu: "Eğer galip gelemezsek, en azından öldürdüğümüz Hristiyan köpek­leri mağlubiyetimizin kefareti olsun." Savaştan önceki akşam şöyle derdi: "Bu gece, kalktığında Hz. Peygamber'in cennetteki makamının gözler önüne serileceği perdenin altında uyuyacağız. Yarın, onun yolunda savaşacağız. Reisinizin siyah sancağının dalgalandığı her yerde Allah yanınızda olacaktır. Bilin ki O, yo­lunda savaşanları korur." Şamil'in konuşmasını yaptığı caminin önünde toplanan naip ve Müritler hep bir ağızdan "Maşallah!" diye bağırıyordu. Kalabalığın sesi tepelerde yankılanıyor, engin vadilerde şimşek gibi gürlüyordu. Kadınların savaşa giden eşle­rinin ardından yaktığı ağıtlar, ordu harekete geçtiğinde yaşanan hengamede kayboluyordu.
50 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.