Şamil'in etkileyici coşkusunu görmek için zamanı biraz ileri alıp 1843 yılına gitmemiz gerekir. Büyük ve Küçük Çeçenistan aşiretleri, Ruslar tarafından kuşatılmıştı. Askerleri diğer cephelerde kıyasıya mücadele eden Şamil Çeçenistan' a destek gönderemiyordu. Çeçenlerin mücadeleye devam etme imkanı kalmamıştı. Evleri yerle bir edilmiş ve mahsulleri yakılmıştı. Durum umutsuz görünüyordu. Eğer destek gelmezse, Rusya'ya teslim olmak zorunda kalacaklardı. Bu halde dahi Şamil'in korkunç gazabından korkuyorlardı. Şamil'in karargahının bulunduğu Dargiye'ye bir heyet göndererek teslim olmak için izin istemeye karar verdiler ancak hiç kimse, ne bir savaşçı ne de bir aşiret reisi, bu vazifeyi üstlenmeye yanaşmadı. Avarlar ya da Lezgiler kadar fanatik bir topluluk olmasalar da kimse teslimiyet kelimesini söylemeye cesaret edemiyordu. Herkes, bu lafı söylediği takdirde, ahirette Allah'ın gazabına uğramadan önce bu dünyada dilinin kesilebileceğini ya da kafasının yarılabileceğini biliyordu. Sonunda bir plan yaptılar. İhtiyar bir alim olan Tepi Molla, annesinin Şamil'in üzerinde hatırı sayılır bir etkisi olduğunu söyledi. Annesine büyük hürmet gösteren Şamil, biricik Fatma'sından başka kimseye açmadığı sırlarını onunla paylaşırdı. Dargiye'ye gönderilecek heyet meseleyi ona açacak, ayrıca muhtaçlara dağıtılmak üzere cömert bir hediye de götürecekti. Böylece annesinin İmam'la aralarında aracılık yapması sağlanacaktı. Neticede talepleri korkaklıklarından kaynaklanmıyordu. Ne yani, orada öylece vurulmayı ya da açlıktan ölmeyi mi bekleyeceklerdi. Ant içen Müritler, böyle bir akıbeti zaten kabul ediyordu. Ancak Çeçenlerin çoğu, onlar kadar sarsılmaz bir imana sahip değildi. İtaatin de bir sınırı vardı. Dargiye'ye ulaşan heyet, ilk iş Bahu Mesedu'yla arası iyi olan Haşim Molla'nın evine gitti. Ancak bu kurnaz adam kendisiyle
paylaşılan fikre karşı çıktı. Bu alçak, şerefsiz ve korkakça hareketin gerçek bir mümine yakışmayacağını söylüyordu. Gavura teslim olmak mı? Ağzınızdan çıkanı kulağınız duyuyor mu sizin? Ancak altının sesini duyunca endişeleri birden kayboldu. Çeçenler, Şamil'in annesine vermek üzere üç yüz altın toplamıştı. Şimdiyse, bu altınların yetmiş beşini Haşim Molla'ya teklif ediyorlardı. Yaptığı pazarlıklar sonucu yirmi beş altın daha koparan Haşim Molla, meseleyi arkadaşına açmayı kabul etti. Kalan iki yüz altın yeter de artar bile diyordu. Bu işle bizzat ilgilenecekti. Fazla söze hacet yoktu. Kaptığı yüz altını kilitleyip saklayan Haşim Molla, koşar adımlarla Bahu Mesedu'nun yolunu tuttu. Arif bir kadın olan Bahu Mesedu, mürit hiyerarşisinde fevkalade hürmet görürdü. Ancak zaman zaman oğlunun tutumunu eleştirir, insanların kaldıramayacağı kadar ağır olduğunu söylerdi. Daima merhamet ve itidal tavsiye ederdi. Kısacası, kadınların mutlak itaat ettiği bir dünyada, eşsiz ve bağımsız bir tavra sahipti. Çeçenlerin ricalarını dikkatle dinleyen Bahu Mesedu, onların adına oğluyla konuşmayı kabul etti. Yüzünün yarısını örten peçenin altında, kederli olduğu kadar bilge gözleri parlıyordu. Çok zor olacak, hatta tehlikeli ama deneyeceğim diye mırıldanarak hareme girdi. Bahu Mesedu, aynı gece Şamil'in huzuruna çıkmayı talep etti. Naiplerle Ruslara cephe arkasında bir baskın planlayan ve işbirliğine yanaşmayan Çerkes aşiretleri harekete geçirmek için bir dizi coşturucu konuşma hazırlayan Şamil, teslim olma talebine zaman ayıracak durumda değildi. Yine de gece yarısına kadar annesini dinledi. Odadan çıktığında yüzünde esrarengiz bir ifade vardı. Kapının önünde bekleyen naiplerin arasından geçerek camiye girdi ve geceyi orada yalnız geçirdi. Ertesi sabah Bahu Mesedu, Haşim Molla'yı çağırdı. Beti benzi atmıştı ve titriyordu. İmam'ın Çeçenlerin talebine cevap vermediğini söyledi. Hüküm Allah'ın demişti Şamil. Daha sonra camiye kapanmış, namaz kılıp oruç tutarak Allah'ın emrini beklemeye başlamıştı. Bütün Dargiye halkının cami önünde toplanıp ilahi hükmü beklemesini söyledi. Şamil, üç gece camide kaldı. Dışarda aç biilaç bekleyen kalabalık dualar ediyor ve çıkacak sonucu bekliyordu. Hayat durmuş gibiydi. Avula sessizlik hakimdi. Caddelerde köpeklerden başka kimsecikler yoktu. Kalabalığın yakarışlarını sadece bebeklerin ağlaması bölüyordu. Caminin kapısı birden bire açıldı ve Şamil göründü. Benzi solmuştu. Çalmasının altında kısık gözleri parlıyordu. Kalabalığın karşısında heykel gibi dikiliyordu. Kalabalığın dua ve yakarışları kesildi. Çıt çıkmıyordu. Halk, Şamil'in emrini bekliyordu. Şamil'in yüzünde en ufak bir ifade dahi yoktu. İki mürit, Bahu Mesedu'yu getirdi. Bahu Mesedu oğlunun önüne diz çöktü. Sol elini kaldıran Şamil şöyle dedi: "Kudretli Peygamber, istediğin yapılacaktır. Senin sözlerin hizmetkarın Şamil için kanundur." Secdeye kapanan halka hitap eden Şamil sözlerine şöyle devam etti: "Dargiye sakinleri! Size kara haber getirdim. Kardeşleriniz Çeçenler, utanmadan gavura teslim olmaktan bahsediyor ama onlar da taleplerinin ne kadar arsız ve rezil olduğunun, imansızlıklarının farkındalar. Bizzat karşıma çıkmaya cesaret edemediler. Bana yaklaşmak için annemi ve onun zafiyetini kullandılar. Allah'ın emriyle, bana teslim olmaktan bahseden ilk kişi yüz kırbaçla cezalandırılacaktır. Ve bu kişi benim annemdir!" Bu konuşma, son derece çarpıcı bir etki uyandırdı. Bahu Mesedu, gözyaşları içinde oğlunun ayaklarına kapandı. Yıldırım çarpmışa dönen halkın feryatları dağları inletti. Merhamet dilemeye cesaret eden bazı Müritler, Şamil'e yalvardı ancak o kararlıydı. Annesi bağlandı. Kırbacı eline alan Şamil, bizzat çığlıklar içindeki kadını kırbaçlamaya başladı. Kadıncağız, beşinci kırbaç darbesinde bayıldı. Annesinin yanına çöken Şamil, hüngür hüngür ağlamaya başladı ancak birden her zamanki kudretli ve zarif haliyle doğruldu. Yüzü parlıyor, gözleri "ateş saçıyordu." "Allah-u Ekber!" diye bağırdı. Dualarım kabul oldu. Perişan annemin cezasının kalanını benim üstlenmeme müsaade etti. Kırbaçlanmayı, seve seve kabul ediyorum. Ey Peygamber! Bu, senin lütfunun bir nişanesi." Sırtındaki çerkeskayı ve gömleğini yırtıp çıkardı. Naiplere, kalan doksan beş kırbacı kendisine vurmalarını emretti. Yeterince sert vurmazlarsa onları idamla cezalandıracağını söyledi. Şamil, baygın yatan annesinin yanına diz çöktü. Sırtına kırbaç darbeleri iniyordu ancak Şamil hiç kıpırdamadan duruyordu. Sırtı kan revan içinde kalmıştı. Yüzünde ne keder ne acı ne de heyecandan eser vardı. Doksan beşinci kırbaçtan sonra ayağa kalktı, gömleğini giydi ve halkın arasına karıştı. Dizleri üstüne çökmüş kalabalık dehşet içindeydi. Her zamanki sakin ve ölçülü üslubuyla "Nerede o Çeçen hainler? Annemin bu cezaya çarptırılmasına neden olan heyet nerede?" diye sordu. Talihsiz Çeçenler ve Haşim Molla yanına getirildi. Naipler, şaşkalarını çekmiş ceza kesilir kesilmez uygulamaya hazır bekliyordu. Yere kapanan Çeçenler, son dualarını ediyordu. Aman dilemeye dahi kalkmamışlardı. Ancak iş daha bitmemişti. Asıl can alıcı sahne şimdi yaşanacaktı. Öne çıkan Şamil, secdeye kapanan Çeçenleri ayağa kaldırdı. Cesaretlerini toplamalarını ve iman etmelerini söyledi. "Evinize dönün. Halkınıza burada duyduklarınızı ve gördüklerinizi anlatın. Yolunuz açık olsun. Allah'ın ipine sımsıkı sarılın. Selametle." Bu olay, bütün Kafkasya'da yankılandı. Müritçiliğe şüpheyle yaklaşanlar üzerinde büyük etki uyandırdı. Bir daha kimse, teslimiyet kelimesini ağzına almayacaktı. Bu olay sayesinde Şamil, teslimiyetten bahseden herkesi susturmuştu. Ayrıca Allah'ın iradesini uygulayan biri olarak kendi esrarengiz havasını da güçlendirdi. Bu vesileyle işlerine karışan annesi Bahu Mesedu'yu da cezalandırmış oluyordu. Bütün Müslüman toplumlar gibi ihtiyarları kutsal gören Kafkasya halkına müthiş bir ders verdi. Çeçenlerin teklifinin Allah'ı ne kadar hiddetlendirdiğini göstermişti. Ama umulmadık bir şekilde Çeçen heyete merhamet göstermesi herkesi hayrete düşürdü ve hayran bıraktı. Bu olaydan sonra kimse, Şamil' in Allah'ın yeryüzündeki halifesi olduğundan şüphe etmezdi. Sözü kanundu. Kafkasya halkının kaderi, Müritçiliğin siyah sancağı uğruna yaşamak ve ölmekti.