Baryatinski, 1847 yılında Şamil'e bir dizi başarılı saldırı düzenledi. 1848'de Gergebil'i ele geçirdikten sonra tuğgeneral olarak Çar'ın maiyetine alındı. Saray, Baryatinski'nin geri dönmesini istemişti. "Canlı bir saray mensubu, ölü bir generalden iyidir" diyorlardı. Prens'e münasip bir eş aramaya başladılar. Otuz beş yaşına giren Baryatinski'nin bir ayağı aksıyordu ve her yanı yara izleriyle doluydu. Bu durum, kadınların gözünde onu daha da çekici kılıyordu. Fakat emrindeki subaylardan birinin eşine aşık olan Baryatinski, çapkınlık günlerine veda etti. Gözü, ondan başkasını görmüyordu. Bütün benliğini kaplayan bu aşk sonunu getirecekti. Ama öncesinde, bir dizi entrika, cilveleşme ve güç oyunları yaşanacaktı. Yıllar süren savaşlardan sonra Prens, St. Petersburg'a dönmüştü. Sağlığı pek iyi değildi. Aldığı yaralar ve hovardalık günlerinden kalan gut hastalığı nedeniyle zaman zaman yatağa düşüyordu. Saraydan biriyle evlenmeye niyetinin olmadığını, asker hayatına devam etmeyi düşündüğünü söylüyordu. Bütün mal varlığını kardeşine devretti. Onu evlendirme çabalarının önüne geçmek için favorilerini uzattı, perçemlerini kesti ve eski püskü bir üniforma giymeye başladı (Gerçi göğsü madalyalarla ve herkesin imrendiği nişanlarla doluydu). Bacağındaki yaralar o kadar da ağır olmamasına rağmen topallayarak gezmeye başladı. Fakat hanımları kandırmayı başaramamıştı. Hala şehirdeki en etkileyici adamlardan biriydi ve her şeye rağmen hanımların rüyalarını süslüyordu. Ancak Prens şehirde pek görünmüyordu. Zamanının büyük kısmın Kafkasya hakkında kitaplar okuyarak ve Çar'ın kurmay subaylarıyla eski harekatları inceleyerek geçiriyordu. Yermolov'un uyguladığı taktikleri eleştiren Baryatinski, özellikle General'in savaşa sık sık ara vermesini yanlış buluyordu. Kafkasya'yı devasa bir kaleye benzeten ve burayı ele geçirmek için hiç durmadan saldırmak gerektiğini söyleyen Velyaminov'a
katılıyordu. Kendini mesleğine adamış bir asker olan Baryatinski, sarayın da zamanla kabul ettiği üzere çok inatçı biriydi. Çar, 1847 yılında Vorontsov'un isteği üzerine Baryatinski'yi Kabardey Alayı'nın başına atadı. Sol kanadın komutanlığını yapacaktı. Askeri becerileri takdir edilen Baryatinski, sonunda istediği yetkiyi elde etmişti. O günden sonra, sadece Kafkasya' da ve Kafkasya için yaşayacaktı. Hayalleri gerçek olmuştu. Güneyde de ihtişamından taviz vermedi. Baryatinski ailesinin mavi sarı sancağını taşıyan gemiler, Prens'i Volga üzerinden Kafkasya'ya ulaştırdı. Gösterişli hayatından vazgeçemeyen prens, eşyalarını ve maiyetini de yanında götürmüştü: safkan atlar, şaraplar, kitaplar, piyanolar, gümüş yemek takımları, aşçılar ve daha nice lüks eşyalar. . . Alaydaki ortamı ve yaşam tarzını iyileştirmeyi amaçlıyordu. Askerler, yeni komutanlarını sabırsızlık ve endişeyle bekliyordu. Baryatinski, dünyaya düşkün, mağrur ve mesafeli biri olarak tanınıyordu. Cömert bir ev sahibi olsa da insanlarla yakın ilişki kurmaktan kaçınırdı. Her şeyden önemlisi, disiplinsizliğe merhameti yoktu. O kaşlarını çattığında, en tecrübeli askerler dahi titremeye başlardı. Alay yönetimi hakkındaki büyün ayrıntılara hakimdi. Birçok farklı konuda aldığı eğitim, şimdi işine yarayacaktı. Hamal ve istihkamcılardan seyis ve saymanlara, lağımcı ve papazlardan kurmay subay ve doktorlara kadar herkes, Baryatinski'nin yorulmak bilmeyen ve gözünden hiçbir şey kaçmayan bir komutan olduğunu gördü. Eski komutanlar gibi etrafına bariyer örmemeyi tercih etti. Dileyen herkes, istediği zaman onunla konuşmaya gelebilirdi. İdari adaletsizlikler giderilmiş, alayın morali yükselmişti. Her akşam çadırında ya da karargahında düzenlediği toplantılarda, misafirlerini hayal dahi edemeyecekleri bir şatafatla ağırlıyordu. Hem cömert hem de katı bir adamdı. Vorontsov gibi o da büyüklüğünü gösteren jestler yapmayı severdi. Alayda bir şeyler eksik olduğunda, ihtiyaçları kendi cebinden karşılardı. Ancak küstahlık o kadar içine işlemişti ki karşısına çıkan birçok insan ondan çekinirdi. Kafkasya'daki askerlik günlerinde Tolstoy, günlüğüne şu cümleleri yazıyordu: "185 1 yılında katıldığım bir baskın sırasında Prens'le tanıştım. Baskından sonra, onunla kalede bir gün geçirdim . . . Aslında onun yanında olmaktan pek keyif almıyorum. Astların, bir generalin yanında nasıl durduklarını tahmin edersiniz." Yine bir yerde heybetli Prens'ten ve ordudaki sınıflardan bahseden Tolstoy, işlediği siyasi kabahatlerden dolayı rütbesi düşürülüp bir eczacının yanına verilen Polonyalı bir askeri tarif ediyor: "Fevkalade eğlenceli bir adam. Prens Baryatinski, bir eczacı çırağıyla yan yana bulunacağını eminim hiç düşünmemiştir. Fakat Nicolenka, burada çok iyi bir konuma sahip. Hem komutan hem de subaylar onu sevip sayıyor." Prens Baryatinski, 1850'li yılların başlarında sol kanadın başkomutanı olarak atandı. Bir savaşçı, taktik uzmanı ve idareci olarak meziyetleri, büyük takdir topluyordu. Gerçi arada sırada çapkın tavırlarını eleştirenler de oluyordu. Bütün adamlar, Prens Simon Vorontsov ve Baryatinski'nin kurmay yüzbaşısı gevşek Davidov gibi kör değildi. Prenses Marie Vorontsov ve Madam Davidova'nın sık sık General'in kampına gelmesi, dedikodulara neden oluyordu. Yelizaveta Orbelyani adıyla dünyaya gelen Madam Davidova, İran'ın bir ili olan Irak'a bağlı Erbilli beylerin soyundan geliyordu. Bir İran minyatürü kadar güzel ve minik bir hanımdı. Ayrıca kıskanç ve arsız biriydi . . . İnsanlar, omuz silkiyordu . . . Kocası karışmıyor, Çar ve Vali karışmıyor, bize ne diyorlardı. İmayla Mars ve Venüs'ten bahsedip konuyu kibarca kapatıyorlar, yeni dedikodular gelince tekrar konuşmaya başlıyorlardı. Başına geleceklerden habersiz olan Prens, gururlu bir Rus hanımın şu sözlerine muhtemelen katılırdı: "Sadece yüksek mevkide olanlar tenkitte bulunabildiğine göre, yalnız adi insanlar skandallardan etkilenir." İnsanların aile saadetine tehdit teşkil eden Prens, büyük rahatsızlığa neden oluyordu. Tolstoy, bir keresinde arkadaşı Gorçakov'un kendisine şöyle dediğini yazıyor: "Baryatinski aklıma gelince, evlenip mutlu olma hayallerim paramparça oluyor. Bu adam, her bakımdan çok parlak biri. Birçok özelliği benden daha iyi. Günün birinde eşimin, benim yerine onu tercih edeceğini düşünmeden edemiyorum. Yalnız bu düşünce bile, bütün huzur ve rahatımı kaçırmaya yetiyor. Daha da kötüsü, karı-koca arasındaki sevgide olmazsa olmaz olan özgüvenimi ve gururumu mahvediyor." Tolstoy, arkadaşını teselli etmeye çalıştı. Şüphesiz Baryatinski, kocalar kadar aşiretlere de korku salmıştı.