Prenseslerin esir alındığı haberi iki hafta sonra Tifüs' e ulaştı. Yaşananları öğrenen halk çok öfkeliydi. Olayın ayrıntıları belli değildi. Bu nedenle ne sivil ne de askeri yetkililer, esirleri kurtarmak için hangi adımları atmaları gerektiğine karar verebiliyordu. Kimse, esirlerin nerede olduğunu bilmiyordu. Muhafız Alayı'nda görevli iki Gürcü subay, Şamil'in dağlardaki avuluna gidip esirlerin salıverilmesi için şartları müzakere etmeye gönüllü oldu. Kafkas Orduları Başkomutanı General Read, bu planı kabul etmedi. Prenseslerin Moskova'daki babasına mektup yazan General, fevkalade hüzünlü ifadelerle kızlarının başına gelen felaketi haber verdi: "Dağlıların Kaheti'ye girmeyi başarması, Tanrı'nın takdiri. Alınan bütün tedbirlere rağmen (aslında tam olarak öyle değil) kızınız ve torunlarınız, yağmacıların eline düştü." Esirleri kurtarma umudunun henüz yitirilmediğini de ekliyordu. Kimse, Madam Drancy'nin esir alındığını ailesine haber vermemişti. Kızlarına yazdıkları bir mektup, iki ay sonra Acacias sokağındaki evlerine iade edildiğinde, yaşanan felaketi öğrendiler. Mektubun üzerinde şöyle yazıyordu: "Alıcı suikasta uğradığından göndericiye iade edilmiştir." Tsinandali'de yaşanan baskının kan donduran ayrıntılarını haber yapan Avrupa gazeteleri, prensesler ve maiyetlerinin başlarına gelen korkunç akıbeti anlatıyordu. Her gazete, baskını kendi görüşüne göre anlatıyordu: Olayı toplumsal bir felaket olarak görenler, "Asil prensesler, Çariçe'nin nedimeleri, barbar aşiretlere esir düştü" diye yazıyordu. Yaşananlara siyasi yaklaşanlarsa, "Rus topraklarında barbarlık: Fransız vatandaşı kaçırıldı" diye haber yapıyordu. İstanbul gazeteleri gibi olaya dini yönden bakanlar "Gürcistan Valisi İmam Şamil, kafir işgalciler tarafından ele geçirilen topraklara başarılı bir baskın düzenledi ve kafirler tarafından kaçırılan, 1838 yılından beri Hristiyan inancına göre yetiştirilen oğlunun salıverilmesi için Hristiyan bir aileyi esir aldı" diye yazıyordu. Sansasyon peşinde koşan bazı gazeteler, ilk başta kırk soylu Rus ailesini esir alan Şamil'in Tiflis'i tehdit ettiğinden bahsetti. Daha sonra Dağıstan Aslanı Şamil'in emrindeki on beş bin Kafkasyalıyla birlikte sekiz yüzden fazla Gürcü soyluyu ele geçirip dağlara götürdüğünü ve birbirine bağladığı esirleri açlıktan ölmeye terk ettiğini yazdılar. Temmuz ayının başlarında yaşanan bu kötü olaylar esnasında Prens David Çavçavadze neredeydi? Saldırıdan birkaç gün önce evden ayrılmıştı. 1 Temmuz' da sınır köylerinden Hando'daki savunma mevzilerini teftiş etti. 2 Temmuz' da Sildi'ye dönen Prens, garnizon komutanı Yüzbaşı Prens Ratiyev'le akşam yemeği yerken kampa bir gözcü geldi. Kan ter içinde kalan gözcünün ayakta duracak hali yoktu. Şamil'in dağlarının eteklerinde yer alan Rusların ileri karakolu Pohali Kulesi'nden beri hiç durmadan at sürüyordu. Her zaman tehdit altında olan bu karakol, baskın yapan Lezgilerin eline geçmişti. Gözcünün dediğine göre dağlılar, kaleyi yerle bir etmek için Sildi'ye geliyordu. Derhal harekete geçen Prens, Sildi etrafındaki savunmasız köyleri tahkim etmek ve yol boyunca pusu ve gözlem noktaları oluşturmak için yola çıktı. Gürcüler, ertesi sabaha kadar saldırının başlamasını bekledi ama dağlılar ortalıkta görünmüyordu. Kaheti toprakları, güneşin altında altın gibi parlıyordu. 3 Temmuz sabahı Sildi'ye saldırı düzenlendi. Evler ateşe verildi. Saatlerce süren şiddetli çatışmalardan sonra dağlılar püskürtüldü. Dağlılar, gece yarısı daha büyük bir kuvvetle saldırdı ancak Ruslar, Sildi'ye takviye birlikler ve birkaç sahra topu göndermişti. Bir kez daha püskürtülen dağlılar ağır kayıplar verdi. Prens, eşine endişeye mahal yok dediği mektubu işte bu esnalarda kaleme aldı. Ertesi gün kampa gelen gözcüler Lezgiler, Çeçenler ve Avarlardan oluşan kalabalık bir atlı grubun naiplerin idaresinde dağdan indiğini haber verdi. Gözcülerin dediğine göre akın akın gelen dağlılar, ovaları tehdit ediyor ve Alazani'ye doğru gidiyordu. "Şamil, Büyük Avul'dan savaşı izlemeye gelmişti. Ailesi için endişeye kapılan Prens, dağlıların nehri geçmeye çalışacağını düşündüğü noktaya dört bölük asker gönderdi. Birliklerin başına geçen Prens, Sildi'den ayrılmak üzereyken askerlerden biri sıradan çıkarak yanına koştu. "Bak! Prens! Bak!" diye bağırıyordu. Üzengilerinin üzerinde ayağa kalkan Prens, ormanın diğer yanındaki beş-altı köyden alevlerin yükseldiğini gördü. Tsinandali' de bu köylerden biriydi. Geç kalmıştı. Lezgiler, çoktan Alazani'yi geçip savunmasız ovalara inmişti. Adamlarına, nehirdeki ilk geçiş noktasına ilerlemelerini ve ne pahasına olursa olsun nehrin sağ kıyısını ele geçirmelerini emretti. Fakat nehre ulaştıklarında, coşkun nehir suları onlara geçit vermedi. Ya nehrin aşağılarına gidip yağmacıların kullandığı geçidi bulmak için zaman kaybedecekler ya da Lezgilerin dağlara geri dönmek için nehrin kenarına gelmelerini bekleyeceklerdi. Prens, korkunç bir kararla karşı karşıya kalmıştı. İlk düşüncesi, ailesini savunmak için Tsinandali'ye gitmek oldu. Fakat bir asker
olarak başka vazifeleri vardı. Sonunda askeri disiplini ağır bastı. Tsinandali'ye dönüp istavroz çıkaran Prens, ailesini Tanrı'ya emanet etti. Adamlarına, dönüş yolunda dağlılara müdahale etmek için pusuya yatmalarını emretti. Ailesinin kaçıp ormana saklanmış olmasını umut ediyordu. Evden yana hiç umudu yoktu. Yağmalanmış olmalıydı. Prens ve adamları, öğleden akşam saat 6'ya kadar bekledi. Pusu kuracakları yeri iyi seçmişlerdi. Gelen birkaç küçük Lezgi grubunu gafil avlayıp oracıkta öldürdüler. Fakat Müritlerin ana kuvveti hala ortalıkta yoktu. Hava kararırken küçük bir dağlı grubu daha pusuya düşürülüp öldürüldü. Kafkas geleneklerine göre yağmacıların kelleleri ve heybelerinde bulunan ganimetler Prens'e getirildi. Batan kan kırmızısı güneşin son ışıkları, kesilmiş başlar ve diğer ganimetlerden oluşan yığını aydınlatıyordu. Prens, ganimetlerin arasındaki bazı eşyaların Tsinandali'deki evinin yemek odası, yatak odası ve çocuk odasından alındığını fark etti. Şimdi ne yapacağını düşünüyordu. Dağlıların esirlerini kaybetmektense öldürmeyi tercih ettiğini biliyordu. Dolayısıyla ailesini kurtarmaya teşebbüs ederse, onların ölümüne neden olabilirdi. O esnada bir haberci geldi. Sildi' deki Prens Ratiyev'in yoğun saldırı altında olduğunu ve yardım istediğini söyledi. Adamlarının bir kısmını, dağlıların geçeceğini düşündüğü Konhi tepesinin yanındaki dar geçide gönderen Prens, onlara ne pahasına olursa olsun burayı tutmalarını emretti. Geriye kalan adamlarıyla birlikte Sildi'ye döndü. Ratiyev'in imdadına tam zamanında yetişmişti. Gece saat 9'da, Konhi tepesine gönderdiği küçük birliğin komutanı Yüzbaşı Hitrovo'dan haber geldi. Yüzbaşı, Tsinandali'den dönen düşmanın yolunu kestiklerini yazıyordu. Dediğine göre dağlılar, çevre köylerden ele geçirdiği çok sayıda esir ve ganimet taşıyormuş. Ruslar ateş açınca çatışma çıkmış. Dağlıların ve esirlerin bazıları ölmüş. Birkaç esir sağ kurtulmuş. Atlıların büyük kısmı dağlara kaçmış. Yüzbaşı Hitrovo, Çavçavadze ailesiyle ilgili hiçbir şey söylememişti. Ertesi gün Konhi tepesine asker gönderen Prens, hayatını kaybeden adamların cesetlerini getirmelerini emretti. Ölenler arasında Prens' in köleleri de vardı. Çatışma alanında dantel şala sarılı bir bebek cesedi buldular. Bu bebek, küçük Lydia'ydı. Adamlar, bu korkunç haberi Prens'e söylememeye karar verdi. İki asker, bebeği Tsinandali köyüne götürmek için yola çıktı. Yağmalanmış olmasına rağmen köy tamamen yanmamıştı. Aziz Georgi Kilisesi hala ayaktaydı. Bebeği buraya gömdüler. Liderlerini korumaya çalışan adamlar, gerçekleri hala Prens'le paylaşmamıştı. 6 Temmuz'da tehlikenin geçtiğine kanaat getiren Prens David, evine gidip ailesinin başına ne geldiğini araştırmaya karar verdi. İki subay ve on beş asker, Prens'e refakat etmeye gönüllü oldu. Adamlarını yanına alan Prens yola çıktı. Hızlı akıntıya rağmen atlarıyla birlikte kayıp vermeden Alazani'yi geçen grup, hava kararırken Tsinandali'ye ulaştı. Harabeye dönen ev, hala için için yanıyordu. Etrafa ıssızlık ve ölüm hakimdi. Avlu ve merdivenler cesetlerle doluydu. Kapının önünde devrilmiş pavoskalar vardı. Ahırlar boştu. Çayırlarda otlayan hayvanlar, götürülmüştü. Ormanın kenarında ihtiyar dadıyı buldular. Bir ağaca başlanmıştı ve perişan haldeydi. Evin inşasının, çocukluğunun en önemli olayı olduğunu hatırlıyordu. Bu evin gölgesinde büyümüş, burada yaşanan muhteşem günleri paylaşmıştı. Şimdiyse hüzünlü sesiyle ağıt yakıyordu. Etrafındaki şimşir ağaçlarında bülbüller şakıyordu.