Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Hanımına romantik olan erkeğin sonu;
Eski zamanlardan birinde bir yerde bir padişah varmış. Hep Hızır aleyhisselâmı görmek istermiş. Vezirlerine bu dileğini söylemiş. Onlar ise, “Sultanım, biz Hızır’ı bilmiyoruz ki bildirelim, görmüyoruz ki gördürelim, tanımıyoruz ki tanıtalım” demişler. Ama sultan, “İllâ ben Hızır’ı göreceğim” diye tutturunca vezirleri demişler ki: “Biz Hızır’ı tanımayız ama halk arasında onu tanıyan Allah dostları olabilir. O halde siz bir ferman çıkarın, memlekete duyurun, bakarsınız onu tanıyan biri alır Hızır’ı size getirir.” Sultan bu fikri beğenmiş, hemen tellallar çıkarmış. Hızır’ı kendisine gösterecek kişiye büyük servetler vaat etmiş. O memlekette el ele, baş başa yaşayan bir ihtiyar karı koca varmış. Tellalin sesini sokakta işitince yaşlı adam karısına, “Ben gidip sultana Hızır’ı gösteririm diyeceğim” demiş. Hanımı şaşırmış: “Sen Hızır’ı tanıyor musun ki?” Adam, “Yoo, tanımıyorum ama ne yapayım belki sultandan biraz avans alırım, o parayla da seni yaşatırım. Çünkü hiç gün yüzü gösteremedim sana” demiş. Kadıncağız, “Sen deli misin? Hiç sultana yalan söylenir mi? Adamı asar, keser” dese de adamı durduramamış. Adam evden fırladığı gibi saraya gitmiş, onu sultanın karşısına çıkarmışlar. Sultan adama sormuş: “Demek Hızır’ı tanıyorsun?” Adam: “Evet sultanım.” Sultan, “Eee, hadi o zaman göster bakalım” deyince adam, “Efendim, hemen olmaz, bana kırk gün mühlet veriniz öyle getireyim” demiş. Sultan düşünmüş. “Pekâlâ, kırk gün mühlet verdim. Ama kırk birinci günün sabahı burada seni Hızır ile beraber isterim ha!” demiş. Adam bunun üzerine, “Sultanım, bir de avans rica etsem…” demiş. Sultan şaşırmış: “Hızır’ın avansla ne ilgisi var be adam?” Adam cevaplamış. “Efendim, bizim de kendimize göre bazı masraflarımız oluyor” deyince sultan gülerek adamlarını çağırmış, “Verin şu adama bir kese altın” demiş. Bizim ihtiyar bir kese altını kaptığı gibi evine koşmuş, hanımına, “Yaşadık hanım, haydi gel sana kıyafetler alayım, yiyelim, içelim, gezelim” demiş. Kadın, “Ne yaptın? Kendi öldürteceksin” demiş ama ne dediyse adam, “Amaan, atın ölümü arpadan olsun” diyerek kolundan tuttuğu gibi hanımını almış çarşıya götürmüş. Kırk gün boyunca yemişler, içmişler, gezmişler, alışveriş yapmışlar. Keyiflerine diyecek yokmuş. Kırk birinci günün sabahı evlerinin kapısı çalmış. Adam kapıya gitmiş açmış. Bir bakmış ki karşısında iki muhafız duruyor. “Buyrun beyler” demiş. Muhafızlar, “Biz değil sen buyuracaksın. Sultan Hızır’ı da alsın gelsin dedi” demişler. Kırk günün nasıl geçtiğini anlayamayan adamın dizlerinin bağı oracıkta çözülmüş, Evin içine girmiş, abdest alıp iki rekât namaz kılmış. Hanımıyla helâlleşmiş: “Bu gidişin dönüşü olmaz hanım. Sultan yalanımı anlayınca beni kesin öldürtür” demiş. Ağlamışlar, sızlamışlar ama ne çare! Adamı iki muhafız aralarına alarak saraya doğru yürümeye başlamışlar. O arada nereden geldiği belli olmayan sıska bir derviş de peşlerine takılmış. Adam zaten ölüm korkusundan sağını solunu görmüyormuş, dervişi o yüzden farketmemiş. Muhafızlar da, “Herhalde bu adamın arkadaşıdır” diye bir şey söylememişler. Bu şekilde hepsi saraya, sultanın huzuruna varmışlar. Adamı sultanın karşısına oturtmuşlar, derviş ise sessizce geçmiş kenara oturmuş. Sultan, adama, “Evet, kırk gün geçti, avansı da verdik, hani Hızır?” diye sormuş. Adam ezile büzüle, “Sultanım, Hızır falan yok. Ben size yalan söyledim. Fakiriz. Hanımıma bir gün yüzü göstereyim istedim” deyince sultan çıldırmış: “Nasıl? Yani sen beni aldattın ha? Benimle oynadın ha? Ben şimdi sana gösteririm gününü! diye bağırmış, çağırmış. Sultanın üç veziri varmış, onları çağırtmış. Vezirlerine sormuş: “Bu adam benimle oyun oynadı. Bunu nasıl öldürteyim ki içim soğusun?” demiş. En büyük veziri, “Sultanım bu terbiyesize şöyle bir ceza verelim. Onu kırk katırın kuyruğuna bağlayalım. Katırları da ovaya sürelim. Onlar koştukça bu herifin eti kemiğinden ayrılsın, kuşbaşı olsun, antrikot çıksın, pirzola olsun” demiş. Bunun üzerine kenarda oturan sıska derviş, “Aslıhu faslıhu” demiş. Sultan ve oradakiler bunu işitmişler ama bir anlam verememişler. Sultan ikinci vezire sormuş. İkinci vezir ise, “Sultanım bu adamı bir öküz gibi tarla ekmede biçmede kullanalım. Sabaha dövene koşalım. Kağnı çektirelim. Hayatı boyunca böyle öküz gibi yaşasın” demiş. O sıska derviş yine, “Aslıhu faslıhu” demiş. Sıra küçük vezire gelmiş. O ise, “Sultanım, bakın adam ne kadar korkmuş, bu zaten ölümden beterdir. Bu yalanı niye söylediğini zaten size itiraf etti. Fakirlikten yapmış. Bana kalırsa büyüklerin şanı affetmektir. Bence affedin gitsin adamcağızı” demiş. Bunun üzerine o derviş tekrar, “Aslıhu faslıhu” demiş ve ortadan kaybolmuş. Sultan, “Yahu demincek burada bir sıska derviş vardı, bir şeyler söyledi, anlamadım. Nerede o?” demiş. Küçük vezir, “Efendim işte o Hızır idi. Bu adam Hızır’ı bulamadı ama Hızır onu buldu” demiş. Sultan, “Peki, o derviş bir şeyler mırıldanıyordu. Ne diyordu?” diye sormuş. Küçük vezir, “Sultanım, derviş ‘Aslıhu faslıhu’ diyordu. Bu Arapça bir tabirdir. Manası, bir şeyin aslı neyse faslı odur, mayası neyse boyası odur, özü neyse sözü odur demektir” demiş. Sultan, “Peki neden böyle söyledi?” diye sorunca küçük vezir cevaplamış: “Çünkü en büyük vezirinizin babası kasaptır. O yüzden ceza olarak hep kasaplıkla ilgili şeyler söyledi. Aslı kasaplık olunca başka bir şey bilmez. İkinci vezirinizin babası ise rençberdir. O da sadece tarla tapan işlerinden anlar. O yüzden ceza teklifi de öküz, saban, döven oldu” demiş. Sultan, “Peki senin babam kimdir, aslın nedir?” diye sormuş. Genç vezir, “Benim babam âlimdir” demiş. Bunun üzerine sultan, “Anlaşıldı. O halde bu adamı affettim, seni başvezir yaptım, Hızır’a da görmüş oldum!” demiş.
Sayfa 205 - Yazdığım en uzun alıntı bu olmalı
·
59 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.