Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

kitapta çok beğendiğim bazı kısımlar
-yahudinin şapkası ve inkilaplar- “selâhattin gözleri parlayarak koşa koşa merdivenlerden inmişti ve daha o inişi duyar duymaz ben anlamıştım yahudi'nin onu kandıracağını: çok da sürmedi. elinde o tuhaf çanta, başında şapka, yahudi, bahçe kapısına yürürken: siz boşuna inmeyin istanbul'a, diyordu. siz bana gene bir mektup yazınız, ben her seferinde kalkar gelirim. her seferinde kalktı geldi: bir yıl sonra, elinde aynı çantayla küpenin öteki tekini almaya geldiğinde yahudi'nin başında gene aynı şapka vardı. sekiz ay sonra elmaslı bileziklerimden birincisini almaya geldiğinde o başındaki şapkayı müslümanlar da giymek zorundaydı. elmaslı bileziklerin ikincisini almaya geldiğinde yıl, artık 1345 değil, 1926 idi. öteki bilezik için de geldiğinde elinde gene aynı çanta vardı ve yahudi işlerden hep şikâyet ediyordu, ama artık güzel hizmetçi kadını soramıyordu. belki de, artık karılarını boşamak için iki kelime değil, bir mahkeme gerektiği için, diye düşünmüştüm” ————————————————— -gülerler- uyku gelmiyor. yatağın kenarından kalktım. canım aşure istiyor. masaya gittim, oturdum: üzerinde bir şişe kolonya, cam değil, ama içi gözüküyor. dün öğlen ilk gördüğümde cam sanmıştım, ama elimi değdirir değdirmez anladım, tiksindim, nedir bu dedim, cam şişe yokmuş babaanneciğim dedi nilgün ve beni dinlemeden bileklerime sürdüler. plastikten çıkan bir şey size hayat verebilir, ama bana değil. demedim, çünkü anlayamazlar ki. sizin ölü doğmuş çürük ruhunuzdur plastik! desem belki de gülerlerdi. gülerler: ne tuhaf şu ihtiyarlar, gülerler; nasılsınız babaanne, gülerler; televizyon nedir biliyor musunuz, gülerler; niye aşağı inip bizimle durmuyorsunuz, gülerler; dikiş makineniz ne güzelmiş böyle, gülerler; pedalı da var, gülerler; yatarken bastonunuzu niye yatağınıza alıyorsunuz, gülerler; sizi arabayla gezdirelim mi babaanne, gülerler; sabahlığınızın işlemeleri ne güzel böyle, gülerler; seçimlerde niye oy atmadınız, gülerler; niye hep dolabınızı karıştırıyorsunuz, gülerler; bana bakarken niye gülüyorsunuz hep öyle desem, gene gülerler, gülerler ve gülmüyoruz ki babaanne derler, gene gülerler. —————————————————— -hayaller ve gerçekler- plaja gelince baktım, nilgün gitmiş. telâşa kapılıyordum, gördüm: hayır, gitmemiş, bak çantası daha orada. cebimden tarağı çıkardım, denizden çıksın diye bekliyorum. çıkınca giderim, bu tarağı düşürmüşsün nilgün derim, yolda buldum getirdim, almıyor musun, senin değil mi yoksa? alır, teşekkür eder. önemli değil, derim, teşekküre gerek bileyok, şimdi teşekkür ediyorsun, ama dün yolda bir selâmı bile esirgiyordun derim. özür diler. özür dilemene de gerek yok derim, biliyorum sen iyi bir insansın, mezarlıkta babaannenle birlikte nasıl dua ettiğini gözlerimle gördüm. böyle derim ve başka ne yaptığımı sorunca da, ingilizce ve matematikten takıntılıyım derim. sen üniversiteye mi gidiyorsun, bunları iyi biliyorsan bana öğretebilir misin, derim. tabii der, gel bize. böylece, belki evine de giderim ve bir masaya oturup bizim nasıl çalıştığımızı gören kimsenin de aklına bunlar ayrı yerlerin insanı demek gelmez. biz birlikte, aynı masada otururuz, otururuz. dalmışım.. ——————————————————— -orhan roman yazıyormuş- karısına, benim buranın en eskilerinden olduğumu söyledi. pazartesi akşamı recep'e rastlamışlar. selma'yı sorunca ayrıldığımızı söylemedim. sonra gençlik maceralarımızı hatırlattı: hepsini unutmuşum. sandala binip sabaha kadar içmişiz filan. sonra öteki arkadaşlardan kim var, söyledi; neler yapıyorlarmış, anlattı. annelerini görmüş: şevket'le orhan haftaya geleceklermiş; şevket evlenmiş, orhan roman yazıyormuş. sonra çocuğum var mı diye sordu bana. üniversiteyi de sordu, ölümlerden sözetti, fısıldamıyordu, ama fısıldarmış gibi bir hali vardı, ekledi: sabah da burada bir kıza saldırmışlar, kimbilir neden dövmüşler onu. kalabalığın tam ortasında olmuş. herkes seyretmiş, kimse karışmamış; bizim insanlarımız da artık karışmamayı, korkup yardım etmemeyi öğreniyormuş. sonra, istanbul'da görüşmek istediğini söyledi, cebinden bir kartvizit çıkarıp verdi. kalkarken kartvizite baktığımı görünce anlattı: tam fabrika sayılmazmış belki, bir atölyesi varmış: leğenler, kovalar, sepetler yapıyormuş: evet, tabii, plastikten.
·
22 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.