Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Tanrıça İnanna, Gilgameş'e daha Huluppu ağacını kestirdiği zaman göz koymuş­tu. Fakat o sıralarda Tanrıça'nın bir sevgilisi vardı. B ir gün her nedense ona kızmış ve ondan ayrılmıştı. Gilgameş'i, canavarı öl­dürüp elini yıkadıktan ve kendisine eski düzeni verdikten sonra ilk gören Tanrıça İnanna oldu. Çok yakışıklıydı. Üstelik şimdi hem kral , hem de büyük bir kahraman. Tanrıça bir gün en göze çarpan giysilerini giydi. Saçlarını n buklelerini yanaklarına doğru indirdi. Gözlerine sürmeler çekti, boynuna çeşitli değerli taşlardan kolyeler taktı ve doğru Gilga­meş'e gitti. Gilgameş, bu güzel Tanrıça'yı karşısında görünce, birden şa­şırdı. "Bu ulu Tanrıça neden benim ayağıma kadar gelsin! Ne yaptırmak istiyor bana!" dedi kendi kendine. Bu Tanrıça ki, bü­tün Tanrılar ve erkekler ona sahip olabilmek, onunla evlenebil­mek için arkasından koşuyor, ona yalvarıp yakarıyorlardı. Her­kes onun güzelliğine /ıayran , çekiciliğine kurban oluyordu Gilgameş, hemen ayağa kalkarak, ona yer gösterdi ve "Sayın Tanrıçam! Sizin için ne yapabilirim?" diye sordu. Tanrıça öyle güzel, bir genç kız gibi öyle saf görünüyordu ki, Gilgameş göz­lerini alamıyordu ondan. Tanrıça, "Gilgameş seni çok beğeniyo­rum. Düşündüm, taşındım ve seııinle evlenmeye karar verdim" deyince, Gilgameş beyninden vurulmuşa döndü. Tanrıça ondan her şeyi isteyebilirdi, ama evlenmek isteyeceği asla aklına gel­memişti. Nasıl olur da, yere göğe hakim olduğuyla övünen bir Tanrıça benim gibi bir insanoğluyla evlenmek isteyebilir?!" diye hemen aklından geçirdi. Ayrıca ona güvenemezdi ki! O kaç er­keği baştan çıkarmış; sonra da onları boş çuval gibi atıvermişti. Gilgameş, o erkekler gibi olmayı asla istemiyordu. Fakat, bunu, bu gururla Tanrıça'ya nasıl söyleyebilecekti? Onun her dediği, her istediği olmalıydı. Gilgameş, Tanrıça'nm gururunu kırmamaya dikkat ederek, en içten, en sevimli sesiyle, "Tanrıçam! Bu teklifinizle bana büyük bir şeref verdiniz, beni onurlandırdınız. Ben küçük bir şehrin kralıvım. Siz ise yerin, göğün kraliçesisiniz, size nasıl koca ola­bilirim?" diye söze başladı. Fakat, Tanrıça onun konuşmasını sürdürmesine meydan vermeden sözü kendi aldı ve "Gilgameş, seninle evlenir evlenmez, hatta daha önce altın ve lacivert taştan bir araba yaptırtacağıın ki, bayılacaksın ona! Tekerlekleri pırıl pırıl parlayan altından olacak. Güçlü katırların çektiği bu araba ile istediğimiz yere gideceğiz. Sen evimize girerken, evin eşik­leri ayaklarını öpecekler. Krallar, prensesler ve yöneticiler önün­de sevgiyle eğilecekler. Sana dağlardan, ovalardan hediyeler ya­ğacak. Ayrıca ülkemize de bolluk gelecek. Keçiler üçüz, koyun­lar ikiz doğuracaklar. Yük taşıyan eşekler öyle güçlenecekler ki, sırtlarındaki ağırlıklarıyla bile koşarken, katırları geçecekler. Boyunduruğa takılan öküzlerin eşi olmayacak. Arabaya koşulan atlarının ünü her tarafa dağılacak. Görüyorsun ya! Benimle ev­lenmen hem kendin hem de ülkemiz için çok ·İyi olacak!" Tanrıça konuşurken Gilgameş'in aklından neler neler geçi-. yordu! "Sen!" diyordu "Sen soğukta ısıtmayan bir örtüsün! Sen fırtınaya engel olmayan bir kapı, üstüne örtüleni altında ezen bir fil derisi, içindeki kahramanların üstüne çöken bir saraysın!" Bunları neredeyse sesli söyleyecekti. Bir taraftan korkuyordu, ya Tanrıça aklından geçenleri okuyuverirse diye. Ama ona kabul edemeyeceği böyle bir evlenme teklifi yaptığı için kızıyor, kız­gınlığını onu küçülten sözlerle yenmeye çalışıyordu. Bunun için yine hiç durmadan "Sen taşıyanın sırtında eriyen bir ziftsin! Taş duvarı çatlatan kireç, düşmanı çeken yeşim taşı, ayağı sıkan bir ayakkabısın sen!" diye içinden geçirmekten kendini alamıyordu. Böyle kötü laflar söylenir miydi bu güzel Tanrıçaya! Ama o, güzelliği kadar acımasız da olabiliyordu. Evlenmeyi istemeyin­ce kim bilir ondan nasıl intikam alacaktı! Gilgameş, bunları düşünürken, bir taraftan da Tanrıça'ya ve­receği cevabı hazırlamaya çalışıyordu. Tanrıça İnanna sözünü bitirince, "Tanrıçam, vereceklerin son derece değerli benim için. Fakat, bunlara karşı ben sana ne verebilirim ki?! Sana uygun olanları benim verebilmem ise imkansız!" dedi. "Gilgameş, ben senden yalnız benimle evlenmeni istiyorum, verdiklerimin karşılığını asla! .. " Gilgameş, Tanrıça'yı kırmamak ve kızdırmamak için ne söy­leyeceğini bir türlü kestiremiyordu. Çünkü, biliyordu ki, Tanrıça ile evlenirse, bir süre sonra diğer sevgilileri gibi onu da başından atacaktı. Yalnız başından atsa iyi! Ona başka kötülükler de yapa­bilirdi. Bunu yüzüne vursa çok kızabilirdi o. Tanrıça'ya ne söy­leyeceğini düşünürken, Tanrıça ona vereceklerini tekrar tekrar sayıp döküyor, "Seninle evlenirim" demesini sağlamak için onu öyle sıkıştırıyordu ki, Gilgameş nihayet hak/ayı agzımdan çıka­rıverdi: "Sevgili Tanrıçam, biliyorsun, sen sevgililerinden bir sü­re sonra bıkıyorsun. Onlardan kimisini hayvana döndürdün, ki­misine ağır işler yükledin. Hele zavallı kocan genç Dumuzi'yi yeraltında inlettin. Ben bunlardan hiçbirisi gibi olmak istemiyor, sana arkadaş olarak kalmak istiyorum" deyiverdi. Gilgameş, bunları söylerken, Tanrıça'nın yüzü şekilden şekle giriyor, gittikçe kızdığı anlaşılıyordu. Gilgameş, tam sözünü bi­tirdiği an, Tanrıça büyük bir hışımla yerinden fırladı ve "Benim gibi bir Tanrıçanın evlenme teklifini kabul etmemek ha! Olacak şey değil! Sen kim oluyorsun da beni geri çevirebiliyorsun! Bu­nu senin yanına kar bırakmayacağım! Bu yaptığını en ağır şekil­de ödeteceğim sana!" diye büyük bir hışımla ayrıldı oradan. Gilgameş, onun kızacağını tahmin ediyordu, ama bu derece olacağını hiç düşünmemişti. Olmuştu olan. Sonunu beklemekten başka seçenek yoktu. Kızgın Tanrıça onun yanından çıktı ve doğruca Gök Tanrısı Amu'ya gitti. "Göklerin beyi sevgili babam. Başıma gelenleri sorma. Kah­raman Gilgameş benim evlenme teklifimi kabul etmedi. Bu ola­cak şey mi? Ki, göklerin, yerlerin kraliçesi olan bana bir ölümlü nasıl 'hayır!' diyebilir? Onu muhakkak cezalandırmalıyım! Gilgameş'i ve Uruk şehrini yok edeceğim. Onun için lütfen bana gök boğasını gönder!" dedi. Gök Tanrısı, olanaksız olan bu isteğe ne cevap verecekti?! "Kızım" dedi, "eğer gök boğasını sana verirsem, ülkede yedi yıl kıtlık olur. İnsanlarımız kıtlık yüzünden ölür." ·,..­İnanna, "Söz veriyorum, yedi yıl insanlarımıza bolluk getire­ceğim. Ben Bereket Tanrıçası değil miyim?" Gök Tanrısı yine ona vermek istemedi. Bu kez Tanrıça Gök Tanrısı'na büyük bir şirretlikle, "Eğer gök boğasını vermezsen, bütün ölüleri yeraltından çıkarıp, yaşayanların başına dert edece­ğim" diye tehdit etti. Bunun üzerine Gök Tanrısı Anu daha fazla dayanamadı, gök boğasını yere indirip salıverdi. Boğa bir taraftan insanları öldürmeye, diğer taraftan ortalığı kırıp dökmeye başladı. Gök boğası böyle başıboş kalırsa, Uruk'ta her şey yok olacaktı. Bunu gören Gilgarneş Enkidu'ya, "Haydi arkadaşım, bu azgın boğaya gücümüzü gösterelim. Ona bizden başka karşı çıkacak kimse yok" dedi. Enkidu, "Haydi ar­kadaşım hücum! .. " diyerek ikisi birden boğanın üzerine atıldılar. Neye uğradığını anlayamayan boğayı kıskıvrak yakalayarak, kı­lıçlarını saplayıverdiler boğaya. Boğa cansız düştü yere. Bunu gören Tanrıça, Uruk duvarına çıkarak, "Göğün boğası­nı öldürmeye cesaret eden Gilgameş'in vay haline! Ona çok ağır bir ceza vereceğim" diye bağırmaya başladı. Bunu gören Enki­du, fena halde kızdı ve hemen boğanın sağ kalçasını keserek İnanna'ya fırlattı ve üstelik "İmkanım olsaydı, seni de böyle ya­pardım!" dedi. Söylenir miydi bir Tanrıçaya bunlar! İnanna, ona adanmış kızları, tapınak genel kadınlarını kalça­nın etrafına toplayarak hep birden "Alacağın olsun Gilgameş, alacağın olsun Enkidu. Bu yaptığınızı burnunuzdan fitil fitil çı­karacağım. Kaybınız çok büyük olacak! " diye bağırıyorlardı Gilgameş, bunlara hiç aldırmayarak silah yapan ustaları ça­ğırtarak boğanın boynuzunu ölçtürttü. Her biri mavi taştandı ve 1 5'er kilo geliyordu. Kalınlığı da 50 cm. İçleri 6 gur* yağ alıyor­du. O boynuzları kendi Tanrısı olan Lugalbanda'ya sunmak üze­re sarayın kraliyet salonuna astılar. Sonra her ikisi de Fırat Neh­ri'ne gidip, ellerini yıkadılar. El ele verip Uruk'un meydanına gelince, halk büyük bir se­vinç içinde onların etrafına toplandı. Bununla iki kahraman ün­lerine ün katmıştı. Artık onları öven şiirler yazılıyor, şarkılar söyleniyordu. Şehir sevinçten coşmuştu. Sarayda da büyük tö­renler yapıldı. Gilgameş ve Enkidu yatak odalarına kendilerini attıklarında, yorgunluktan bitkindiler. Diğer taraftan yine çok büyük bir iş başardıklarından dolayı son derece sevinçliydiler. Sevinçle yataklarında uyuyakaldılar Ertesi sabah uyandıklarında Enkidu Gilgameş'e gece gördü­ğü rüyayı anlattı: "Sevgili arkadaşım bu gece tuhaf bir rüya gör­düm. Rüyamda Gök Tanrısı Anu, Bilgelik Tanrısı Ea, Hava Tan­rısı Enli! ve göğün parlak ışığı Güneş Tanrısı Şamaş toplanmış­lardı. Tanrı Anu, Enlil'e, 'Bunlar gök boğasını ve Huvava'yı öl­dürdüler. Bu yüzden ikisinden biri ölmeli, Gilgameş ölmeli!' de­di. Ona karşı Tanrı Enlil, 'Hayır, Enkidu ölecek!' diye karşılık verdi. Onun üzerine Güneş Tanrısı Şamaş ortaya atılarak, 'Sedir ormanlarının canavarını, gök boğasını benim emrimle öldürme­diler mi, neden suçsuz Enkidu ölecek?!' dedi. Bunun üzerine En­li! Şamaş'a, 'Sen her gün aşağı inip onlardan biri gibi oluyorsun, o yüzden onları koruyorsun. Evet Enkidu ölecek!' dedi". Bunları anlatırken, Enkidu'nun gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Gilgameş de onunla ağlıyor, bir taraftan da "Sevgili kar­deşim, ben sensiz olabilir miyim? Hayır, böyle bir şey olmaya­cak, sen ölmeyeceksin. Sen ölürsen, ben ne yaparım? Rüyalarda görülen her şey çıkmaz, merak etme" diyor, fakat için için de "ya ölürse!?" diye üzülüyordu. Tanrıça İştar Gilgameş'in kendisiyle evlenmek istememesine ve arkadaşıyla boğayı öldürdüklerine o kadar kızmıştı ki, onun in­tikamını en kısa zamanda almalı ve Gilgameş'i can evinden vur­malıydı. Onun Enkidu'ya ne kadar bağlı olduğunu biliyordu. En­kidu'yu ondan ayırmak büyük bir ceza olurdu Gilgameş'e. Hemen karar verdi. Enkidu ölecekti, ama kendisi gibi bir Tanrıçanın bo­ğasını öldürmeye, hele kalçasını da suratına atmaya cesaret eden cezasız kalamazdı. Gilgameş, sevgili arkadaşından ayrılarak, En­kidu ise ölerek cezalarını bulmalıydı. Enkidu'yu birden öldürmek yerine, yavaş yavaş, acı çekerek ölmesini istiyordu Enkidu hastalandı. Acılar içinde kıvranıyordu. Gilgameş, onun başından ayrılmıyor, onun acılarını nasıl yok edeceğini bilemiyor­du. Hekimler getirtti. İlaçlar yaptırttı. Büyücülere başvurdu, ama hiçbirinin etkisi görülmüyor, gün geçtikçe ağırlaşıyordu Bir sabah Enkidu Gilgameş'e, "Sevgili kardeşim, ben bu ge­ce yine bir rüya gördüm. Bu rüyaya göre, sen boş yere beni ya­şatmak için uğraşıyorsun. Ben öleceğimi rüyada gördüm" dedi ve rüyasını anlatmaya başladı: "Gök gürlüyor, yer inliyordu. Ben yapayalnızdım. Yüzü su kuşuna, ayakları kartala benzeyen bir hayvan üzerime atıldı. Kollarım kuş kanatları gibi tüy lenmişti. O yüzüme baktı ve beni Yeraltı Tanrıçası Irkalla'nın karanlık evine götürdü. Oraya giden yoldan asla geri dönülmüyordu. O evde olanlar toz ve çamur yiyorlar, karanlıkta oturuyorlardı. Onların kuşlar gibi kanattan giysileri vardı. Orada eski krallar, yüksekrahipler, rahip yardımcıları, sihir ve büyü yapan rahipler ve gö­ğe çıkan rahipler bulunuyordu. Yeraltı Tanrıçası Ereşkigal'e, onun dizleri dibinde katibesi Belit-Seri, elinde bir tableti oku­yordu. Bana göre hiç de iç açıcı bir rüya değil. Ben herhalde dö­nülmeyen o yere gideceğim" dedi. Gilgameş, onu teselli etmeye çalıştı, fakat söylediklerine kendi de inanmıyordu. Arkadaşı onu yalnız bırakacaktı. Gün geçtikçe Enkidu'nun hastalığı ağırlaşıyordu. Bir gün Enkidu, "Sevgili arkadaşım. biliyorum ben öleceğim. Yatakta ölmek duygusu çok korkunç! Savaşta ölmeyi daha çok isterdim. Savaşta ölenler, kutsal ve kahraman sayılır. Tanrıça be­ni çok fena cezalandırıyor" dedi. Bu kez gözyaşları içinde ellerini Güneş Tanrısı Şamaş'a kal­dırarak "Ey yüce Tanrım, sana sevgim ve saygım sonsuzdur. Sı­kıntılı günlerimizde imdadımıza yetiştin. Gönderdiğin fırtınalar, Humbaba'yı yakalamamıza yardımcı ( ıJu. Şimdi senden başka bir yardım rica ediyorum. Beni kırlardan, hayvanlarımdan ayı­ran avcı, artık hayvanları avlayamasın, kollarında güç kalmasın, yiyecek bulamasın! Rahibe Şamhat'ın da kendine özgü bir evi, seveceği bir çocuğu olmasın. Yattığı yer sokak, içtiği pis su ol­sun. İnsanlar onu aşağı görsün, sarhoşlar hırpalasın! Bunları duyan Güneş Tanrısı Şamaş, Enkidu'ya, "Niçin onlara kızıyor, onlar için fena şeyler istiyorsun benden. Avcı seni Şam­hat ile tanıştırdı. Rahibe Şamhat sana krallığa yakışır şekilde ek­mek yemeyi, gönüllere neşe veren şarap ve birayı içmeyi öğretti. Sana şahane giysiler giydirdi. En önemlisi seni Gilgameş gibi bi­rine arkadaş yaptı. O şimdi seni krallık yatağında yatır•yor. Seni onurlu olarak rahatlatmaya çalışıyor. Kendisi de yanından ayrıl­ınıyor. Senin arkandan bütün Uruk halkı ağlayacak ve yas tutacak. Gilgaıneş'in de seni gönderdikten sonra vücudunu kıllar saracak ve aslan postuna bürünerek, çöllerde dolaşacak" dedi. Bunları duyan Enkidu sakinleşti ve düşünmeye başladı. Gü­neş Tanrısı'nın dediği doğruydu. Kırlarda hayvanlarla yaşamaya devam etse:·di, bunların hiçbiri olmayacak, bir hayvan gibi ölüp kalacak, cesedini hayvanlar parçalayacaktı. Bunları düşününce yaptığı kötü dualardan utandı, pişman ol­du. Bu kez yine Şamaş'a "Ne olur ulu Tanrım! Beni affet, onları istemekle büyük bir hata yaptığı;nı anladım. İstediklerimi hiç duymamış ol. Yalnız Şaınhat için iyi dualar etmek istiyorum. Onu çok sevmiştim. Bana tam bir öğretmenlik yapmıştı. Aslında onun hakkını ödeyemem. Ne olur! Onu krallar sevsin! Delikan­lılar onun sevdasına tutulsunlar. Başına lavicert taşından taçlar konsun, hazinelerin kapıları açılsın ona. Uğruna yedi çocuklu kadın bile feda edilsin!" Hastalığı gün geçtikçe artan Enkidu bir gün gözlerini bir da­ha açmamak üzere kapayıverdi. Gilgameş, onu uyandırmak için neler yaptıysa, o uyanmadı. Gilgameş büyük bir acıyla arkadaşı­nın üstüne kapandı. Yedi gün yedi gece kimse onu kaldıramadı. Artık Enkidu'nun vücudu çürümeye, burnundan kurtlar çıkmaya başlamıştı ki, ne yapıp edip Gilgameş'i kaldırdılar üstünden. Enkidu'nun ölümü Tanrıça'nın istediği gibi Gilgameş'i can evinden vurmuştu. O kadar sevdiği, her anını birlikte geçirdiği biricik kardeşi, arkadaşı ölmüştü. Ne yapacaktı şimdi? Gözü bir şey görmüyor, gece gündüz ağlıyordu. Acısından güzel giysile­rini yırttı, saçlarını yoldu. Bağırdı, çağırdı, hiçbiri onu geri geti­remedi, getiremeyecekti de! .... Gilgameş ne yaparsa yapsın yine de Enkidu'nun acısından bir türlü kurtulamıyordu. Ne olurdu onu bir daha görebilsem, diyor­du. Sanki bir daha görse bütün acılarını unutacakrnış gibi geli­yordu. Birden aklına, gidip Tanrılarımıza yakarayım, belki onu bir daha görmeme yardım ederler, diye bir fikir geldi. Önce Tan­rıların babası Enlil'e başvurdu, o aldırış etmedi. Ay Tanrısı Nan­na'ya anlattı derdini, o da kulak asmadı. En sonra "Bunun çare­sini bulabilecek tek Tanrı Bilgelik Tanrısı Enki olmalı. O insan !ara yardım etmeyi bilir ve sever. Bana da sevgili arkadaşımı bir kerecik olsun tekrar gösterebilir" diye düşündü ve hemen onun Eridu'daki sualtı sarayına gitti ve ona yarya yakıla derdini anlat­tı. Bilgelik Tanrısı Enki, "Benden öyle btr istekte bulunuyorsun ki, benim yapmama olanak yok. Ölen birini ben nasıl canlandı­rabilirim? Yeraltından çıkma izni yalnız Çoban Tanrımız Dumu­zi'ye verildi. Fakat o bir Tanrı. Öyle olduğu halde ancak altı ay yeryüzünde kalabiliyor" dedi Gilgameş bunları duyduğu halde, yine Tanrı'nın yakasını bı­rakmıyor, durmadan yakarıyor, "Onu ne olur bir kez daha göre­bilsem! " diyordu. Tanrı Enki uzun uzun düşündükten sonra, "Eğer Güneş Tanrısı Şamaş yeraltına bir delik açarsa oradan En­kidu'nun gölgesi çıkabilir, ama yalnız kısa bir süre için" dedi. Gilgameş bunu duyunca, sanki hemen olmuş gibi heyecan­landı ve gözlerinden yaşlar akarak, "Yalnız gölgesi, yalnız kısa bir zaman için de olsa razıyım, yeter ki, onu bir daha göreyim" diye boynunu bükerek yalvardı. O kadar içten söylüyordu 'ki bunları, Tanrı Enki dayanamadı ve onu sağlamaya çalışacağına söz verdi ve sözünde durarak Güneş Tanrısı Şamaş'ın yeraltı dünyasının ganzir kapısını açmasını ve Enkidu'nun gölgesinin yeraltından çıkmasını sağladı. İki arkadaşın büyük bir sevgi ve hasretle birbirlerini kucaklamaları görülecek gibiydi. İkisi de gözyaşlarıyla birbirlerini durmadan öpüyorlardı. Bu buluşma ne yazık ki çok uzun sürmeyecekti. Gilgameş bu arada yeraltında neler olduğunu öğrenmek istiyordu. Onun için "Sevgili arkada­şım ne olur bana yeraltı dünyasından söz et! Neler var orada? Nasıl bir yaşam sürüyorsun orada?" diye sordu. Enkidu'nun ne­şe dolu yüzü soldu. Gözlerinden yaşlar yeniden boşandı. Onları silmeye çalışırken "Sevgili kardeşim, hatırlatma bana onları, söyletme beni! Gördüklerimi anlatırsam dayanamaz ağlarsın, şu kısacık buluşmamızda seni onlarla üzmek istemiyorum" dedi. Bu sözler Gilgaıneş'i daha çok meraklandırmıştı. Ne olursa ol­sun dinlemek, onunla her üzüntüyü paylaşmak istiyordu. Bu ne­denle Enkidu'yu anlatması için yeniden sıkıştırmaya başladı. En­kiclu daha fazla susamayacağını anladı ve "Sevgili kardeşim, eli­mi sürmeye kıyamadığım o güzel vücudumu şimdi yeraltındaki böcekler. kurtlar eski bir giysi gibi kemirip yiyorlar. Beğendiğin, sevgi ile okşadığın başım bir çamur teknesine döndü. Oradakile­rin gıdası toz, toprak. " Gilgameş bunları dinlerken büyük bir ür­perti geçirdi. Arkadaşı için üzülürken birden kendi ölümü geldi aklına ve hemen "Ben de mi öyle olacağım ölünce, hayır ben öl­memeliyim, ne yapıp yapıp ölümsüzlüğü bulmalıyım" diye ge­çirdi aklından. Enkidu onun düştüğü dalgınlığın kendisi için olan üzüntüsünden olduğunu düşünerek konuyu değiştirdi. " Bi-1 iyor musun Gilgameş, orada ilk gördüğüm, Bitkiler Tanrıçası Ninazu idi. O, yerde çırılçıplak yatıyordu. O kadar güzeldi ki, göğüsleri mermerden yapılmış birer vazo gibi hiç kırışıksız, dümdüz görünüyordu. Ona ne kadar dokunmak istedim, ama doğrusu korktum. Birisi çiviye asılmış duruyordu. Eğer yaptığı günahlardan pişmanlık duysa imiş, çividen kopup düşecekmiş, ama inadından aldırmıyormuş. Eceliyle ölenler yataklarında ya­tıp soğuk su içiyordu. Savaşta ölenlerin de anası, babası, karısı onun için çalışıyordu. Gilgameş, "Desene orada da bir başka türlü yaşam var! " "Öyle sevgili arkadaşım. Çok oğlu olup da ölenlerin işleri iş. Beş oğlu olan, iyi bir katip gibi kolları açık saraya adalet götü­rüyor; altı oğlu olan saban süren gibi kalbi neşeli; yedi oğlu olan ise Tanrı'ya yakın biri gibi duruyor. En zavallılar da kırda ölüp de gömülmemiş olanlar. Onların gölgeleri hiç rahat edemiyor." Enkidu sözlerini bitirir bitirmez birleşme sürelerinin tamam­landığı bildirildi. Her ikisi yeniden kucaklaştılar, gözyaşları için- de birbirlerinden, bir daha buluşamamak üzere ayrıldılar. Gilga­meş'in derdi yeniden tazelenmiş, üstüne bir de ölüm korkusu gelmişti. " Ben de ölmemeliyim, ne yapıp yapıp ölümsüzlüğü bulmalıyım" diyordu
·
312 görüntüleme
Dilara Günaydın okurunun profil resmi
Az alıntılanmışsınız. Kitabın hepsini alıntılasaydınız?
S okurunun profil resmi
Hala ekleme yapıyorum daha bitmedi asdjgjd
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.