Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

_Kendine gülmeyen ustaya şaşarım. Güler geçerim ona işte. Öz evimde yaşarım. Benzemem hiç kimseye. _İnsanın kendine gülebilmesi; şimdiye değin, en iyiler gerçek anlamından yoksun kaldı bunun; en yetenekliler ise bu konuda bir deha göstermediler. Belki de kahkaha, bilgelikle birleşecek, geriye yalnızca "şen bilim" kalacaktır. Şu anda gidiş çok farklı, insan varlığının komedisinin henüz "bilincine varılmış" değil, şimdilik biz hala trajedi çağında törelerin ve dinlerin çağında yaşıyoruz. Nedir anlamı bu hep yeniden oraya çıkan din ve töre kurucularının, ahlak değerleri üstüne savaş başlatanların, bu vicdan azabı, din savaşları öğretmenlerinin? Bu sahnedeki kahramanların anlamı nedir? Şimdiye dek kahramandılar, geriye kalan her şeydiler, zaman zaman yalnızca görünüyorlardı, çok yakındılar bize, her zaman yalnızca bu kahramanlar için sahneyi hazırlamaya yardım ettiler, sahnenin ayak işlerini yaptılar, kulise çalıştılar; güvenilenlerin, oda hizmetçilerinin rolünü oynadılar. (Şairler örneğin, daima bir törenin oda hizmetçileri oldular)- bu trajik insanlar da türün çıkarına çalıştılar, Tanrı adına. Tanrının sözcüleri adına konuştuklarını söyleseler de bu çok açık. _Şair ve bilgeye her şey dostça ve kutsanmış; tüm yaşantılar yararlı, her gün kutsanmış, tüm insanlar Tanrısaldır. Emerson ****** _İnsanlığın Amacı_ _İnsanlara şöyle bir bakınca onları tek bir ödevle ilgilenirken bulurum: İnsan türünü korumak. Türlerini sevdikleri için değil elbette, yalnızca içlerinde bu dürtüden dolayı. Bu dürtüden daha eski, daha güçlü, daha ödün vermez, daha üstesinden gelinmez bir şey yok. Çünkü bu dürtü türümüzün ve sürümüzün özünü oluşturuyor. Komşularımızı yararlı, zararlı, iyi, kötü diyerek bölmek kolay; oysa geniş bir açıdan bakıldığında, bütün üzerine biraz düşündüğümüzde, bu sınırları çok belirgin ayrımın güvenilmezliğini anlar ve bu ayrımdan vazgeçeriz. _Türün korunmasına gelince, en zararlı insan bile, en yararlı olabilir, çünkü ya kendi ya da diğerleri üzerinde etkili olarak insanlığın onlar olmadan taşıyıp gevşeyeceği ya da kokuşacağı dürtülerin oluşmasına katkıda bulunur. Nefret, başkalannın acılarından keyif duymak, soyup egemen olma şehveti ve kötü diye bildiğimiz her ne varsa: Türü korumanın en şaşırtıcı ekonomisine aittir, yüksek bedellerden, sahtecilikten çekinmeyen, tümüyle son derecede budalaca bu ekonomi – şimdiye dek türümüzü koruduğu kanıtlanabilen ekonomi. _Türe zararlı olabilecekler, belki de tanrının bile artık başaramayacağı şeyler arasındadır, türün yok olması. En iyi ve en kötü arzularımızın ardından git de gör bak: Nasıl yok oluyorsun! _"Yaşam, yaşamaya değer. Yaşam, sevilmelidir.” dediler. Kendiliğinden belli bir amacı bulunmayanın belli bir amaçla ortaya çıkması, insana, akla uygun, son buyruklar gibi görünmesi için ahlak hacası ortaya çıkar. _Giderek insan diğer hayvanlardan farklı olarak bir var olma koşulunu daha yerine getirmek zorunda olan fantastik bir hayvana dönüşüyor: İnsan zaman zaman niçin var olduğuna inanmak, niçin var olduğunu bilmek zorunda; türü yaşama periyodik güven olmaksızın gelişim gösteremez! _Tekrar tekrar insan türü arada şöyle buyurur: "Gülünmesi kesinlikle yasak olan bir şey var." En dikkatli insan, insan dostu şunu ekleyecektir: "Yalnızca kahkaha ve şen bilgelik değil trajik olan da, bütün yüce akıl dışlılığıyla, türün korunması için gerekli araç gereçlerin ve ihtiyaçların oluşturduğu gruba aittir! ****** _İyi - Kötü_ _En güçlü ve şeytani ruhlar, insanlığı en fazla ileri götürenler onlardır. Tekrar tekrar hiç durmadan uyuyan tutkuları tutuşturmuşlardır. Tüm düzenli toplumlar ise tutkuları uyutur. _Çoğunlukla, silah zoruyla sınır taşlarını yerinden oynatarak, dini inançları zedeleyerek: Ama hiç kuşkusuz yeni dinler ve ahlaklarla yeniliğin öğretmenlerinde ve vaizlerinde aynı şeytaniliğe rastlıyoruz. Yeniliği ele geçirenin adını kötüye çıkaran, - dile getirilişi ince olsa da kasları hemen harekete geçirmediğinden, insanın adını kötüye çıkarmasa da. Yeni olan, yine de her zaman kötüdür. Onu ele geçirmeyi, eski sınır çizgilerini ve inançları değiştirmeyi isteyenlerin kötülüğüdür bu; yalnız eski iyidir. _İyi insanlar, çağlar boyunca eski düşünceleri kazanlar, derin kazıp onlardan meyve alanlardır - ruhun çiftçileridir. Oysa sonunda, tüm toprak, sonuna kadar kullanılır, kötülüğün pulluk uç demirinin zamanı hep gelir. -Bugünlerde, özellikle İngiltere'de değer gören yanlış bir ahlak öğretisi var: Bu öğreti, "iyi", "kötü" yargıların, "amaca uygun" olan, "amaca uygun olmayan" yaşantıların toplamı olduğunu ileri sürüyor. İyi denen, türü koruyandır, kötüyse türe zarar verendir. Aslında, yine de kötü dürtüler, yüksek ölçüde amaca uygundurlar, iyiler kadar türü koruyucu ve kaçınılmazdır; yalnızca işlevleri farklıdır. ****** _Entelektüel Vicdan_ _Belli dindar insanlar arasında, akıldan duyulan nefreti, bu nefrete duyulan yatkınlığı gözledim. En azından bu, onların kötü entelektüel vicdanını su yüzüne çıkarır! _İnsanların çoğunda entelektüel vicdan eksiktir. Böyle bir vicdan ihtiyacı duyan insan bana sık sık kalabalık bir kentte, çöldeymişçesine yapayalnız kalan biri gibi görünür. Herkes sana tuhaf bir gözle bakar; kendine göre ölçer biçer, bu iyi, bu kötü der; kimsenin yüzü kızarmaz, bu ağırlıkların tam ağırlıklar olmadığını söylediğimizde-sana kızmazlar bile. Belki de kuşkuna gülerler. _Öncesini sonrasını düşünmeden, lehte, aleyhte dayanılan temellerin bilincine varmaksızın, sonradan bile olsa, bu temelleri kendilerine dert etmeden, şuna ya da buna inanıp, inançlarına göre yaşamayı insanların çoğu aşağılayıp bulamazlar-en yetenekli erkeklerle en soylu kadınlar hala bu "çoğunluğa" aittirler. Oysa, iyi kalpliliğin, inceliğin, dahiliğin bana göre anlamıdır, bu erdemleri taşıyanın inançlarında ve yargılarında gevşek düşüncelere göz yumduğunda, kesinlik arzusu onun en içten isteği, en derin derdi olmadığında - alçak insanları yükseklerden ayıran şey olarak! _Belirsizliğin ve insan varlığının zengin çokanlamlılığının ortasında, sorgulamadan, böyle bir sorgulamanın tutkusuyla titremeksizin, en azından soru soran insandan nefret etmeksizin, hatta onu pek tat vermeyen biri gibi görerek - işte benim aşağılayıcı bulduğum, herkeste öncelikle aradığım duygu. ****** _Soylu ve Sıradan_ _Sıradan yaradılışta olanlar, tüm soylu yüce gönüllülükle donanmış duyguları elverişsiz, dolayısıyla da her şeyden önce inanılmaz bulurlar. _Bencil niyetlerin, çıkarların olmadığı konusuna karşı çıkmayacakları biçimde ikna edildiklerindeyse, soylu insanları budala olarak görürler. Onu güle oyrıaya aşağılarlar. Işıltılı gözlerle. "İnsan nasıl olur da kazançlı olmamaktan keyif alır, nasıl olur da insan, göz göre göre kazançsız olmayı ister? Bu soylu duygularda bir akıl bozukluğu olsa gerek. Böyle düşünür ve hafife alırlar. Deli bir adamın kafasına taktığı düşüncelerden aldığı zevki hafife alırmış gibi. _Sıradan yaradılışta olanların en belirgin özelliği, bir an olsun çıkarsız yapamamaları, bu amaç ve çıkar düşüncesinin en güçlü dürtülerden daha güçlü olmasıdır. Bu dürtülerin çıkar gözetmeyen eylemlere yol açmasına izin vermemek - budur bilgelikleri ve gururları. Bunlarla karşılaştırıldığında daha yüksek yaradılışta olanlar, daha akıldışıdır çünkü soylu, yüce gönüllü, özverili olanlar, gerçekten dürtülerine yenik düşerler, en iyi anlarında akılları durur. Hayatı pahası yavrusunu koruyan ya da kızışma dönemlerincie-dişisini ölümüne izleyen bir hayvan, tehlikeyi ve ölümü düşünmez; aklı işleınez olur; çünkü yavrusundan ya da dişisinden alacağı zevk ve bu zevkten yoksun kalma korkusu egemen olur ona tümüyle; hayvan her zamankinden daha aptal olur; tıpkı soylu ve yüce gönüllü gibi. Aldıkları kimi zevkler, yaşadıklan tatsızlıklar o denli güçlüdür ki, akıl susar ve köleleşir. Tam bu noktada kafanın yerini kalp alır ve tutkulardan söz edilmeye başlanır. (Zaman zaman bunun tam zıttına rastlıyoruz, "tutkuların tersine dönüşüne,-örnegin biri Fontenelle'nin" kalbine elini-koyup, ona şöyle diyor: "Burada olan, kıymetli efendim, bir başka beyin") Sıradan yaradılışın soyluda aşağıladığı akıldışılık ya da akla karşı çıkıştır; özellikle, tutku, değeri uyduruk ya da rasgele nesnelere yönelmişse. _Midesinin tutkularına teslim olanlara kızılır, ama en azından bu durumlarda, elimizi kolumuzu bağlayan cazibenin de hakkı verilir. Oysa cazibenin bilgi tutkusuyla insanın nasıl olup da sağlığını ve onurunu tehlikeye attığı bir türlü anlaşılmaz. _Yüksek yaradılışta olanın zevki, sıradışı olana, birçok insanın kanını donduran şeylere, tatlılığın olmadığı sanılanlara yönelmiştir; daha yüksek yaradılışta olanlann tek tek olana yönelik değer ölçüsü vardır. Çok seyrek olarak yüksek yaradılışlı, bu sıradan insanları anlamaya, onlarla ilişki kurmaya kafa yorar; çoğu zaman bu insan, kendi tutkusuna, bu tutkunun her insanda gizli çalıştığına, ateşli, anlamlı bir biçimqe inanır. Peki, bu sıradışı insanlar, kendilerini sıradışı görmezlerse, nasıl olacak da sıradan olanları anlayıp, yönetimi hakça değerlendirilebilecekler! ****** _Koşulsuz Ödev_ _En güçlü sözcüklere ve seslere, en ikna edici tavırlara ve konumlara tümüyle etkinlik kazanmak için gereksinim duyan tüm insanlar, devrimci politikacılar, sosyalistler, tövbe ve istiğrafa çağıran Hristiyan ya da Hristiyan olmayan rahipler, hiçbiri yan başarıya tahammül edemez. Hepsi "ödev"den, koşulsuz ödevden dem vurur. Böylece mutlak buyrukla donanmış, onların övgüsünü yapan ahlak felsefelerinin ardına düşerler ya da dinsellik kokan görüşler geliştirirler. Çünkü, diğer insanların koşulsuz güvenini kazanmak isterler. Her şeyden önce, en yüksekte, tartışılmaz yüce bir buyruğa dayalı, koşulsuz bir kendine güven geliştirme gereksinimi içindedirler, kendilerini bu buyruğun kölesi ve aracı gibi duyup, gösterrnek isterler. _İşte burada en doğal ve genellikle çok etkili karşıtlarını görüyoruz ahlak aydınlanmasının ve kuşkuculuğunun: Ama sayılan çok az onların. Yine de bu karşıtları oldukça kuşatan bir topluluk, çıkarIarın boyun eğmeyi gerektirip, ünün ve onurun boyun eğrneyi yasaklıyor göründüğü yerlerde bulunmalıdır. _Kim aracı olmayı onur kırıcı bulursa, ama yine de kendi nazarında ya da halk nazarında araç olmayı istiyorsa ya da araç olma zorunluluğu içindeyse, herhangi bir anda dile getirilebilecek sıkı ilkelere, utanmadan boyun eğeceği, koşulsuz yükümlükle bağlı olduğu ilkelere gereksinimi vardır. Bütün incelmiş kölelikler, mutlak buyruklara dayanır, ödevi koşulsuzluk özelliğinden yoksun bırakmak isteyenlerin ölümcül düşmanıdırlar: Edebin onlardan istediği de budur, yalnız edebin değil ama. (Kant ahlakına gönderme) ****** _Düşünce ve Onur Kaybı_ _Düşünce, bütün biçimsel onurunu yitirdi. Düşünmenin törensel ve vakur tavırları gülünçleşti, eski tip bilge insan çekilmez oldu. Çok telaşlı düşünüyoruz, yürürken, yolculukta ya da diğer şeylerle uğraşırken, konu ne denli ciddi olursa olsun; çok az hazırlığa gereksinimimiz var, çok az sessizliğe hatta. Eskiden düşünrnek isteyen insana bakıp -böyle insanlar çok nadirdi!- onun daha bilge olmak istediğini, bir düşünce için kendini hazırladığını söyleyebilirdiniz; yüzü dua eden bir insanın yüzüne dönüşür, yürümesini durdururdu. ****** _Hamaratlar İçin_ _Ahlak konularını çalışmak isteyen birinin önüne müthiş bir çalışma alam açılır. Her çeşit tutku, tek tek inceden inceye gözden geçirilmeli, çeşitli çağlarda, toplumlarda, büyük ve küçük bireylerde bu tutkuların izi sürülmeli, tüm dayanakları, değerlendirmeleri, olup bitenleri nasıl açıkladığı gün ışığına kavuşturulmalı! Şimdiye dek insana rengini veren hiçbir şeyin tarihi olmamış: Nerede aşkın, açgözlülüğün, kıskançlığın, vicdanın, sofuluğun, taşyürekliliğin tarihleri peki? Günü farklı biçimlerde bölmeyi ya da düzenli çalışma saatlerini, festival ve dinlenme programlarını biri çıkıp da, inceledi mi? Farklı besin maddelerinin ahlaksal sonuçlarını biliyor muyuz? Bir beslenme felsefesi var mı? Evlenme ya da dostluk diyalektiği hiç ortaya kondu mu? Akadernisyenlerin, iş adamlarının, sanatçıların, el işçilerinin adabı - çalışıldı mı hiç, üzerinde kafa yoruldu mu? Şimdiye dek insanların "var olrna koşullan" olarak gördüğü ne varsa, hani bütün akıl, arzu ve heves, batıl inançlar gibi, baştan sona incelendi mi hiç? Çok hamarat insanlar, insan dürtülerinin farklı moral iklimlerde gelişmiş ve gelişebilecek olduklarını gözlemenin çok çalışma gerektirdiğini göreceklerdir; bakış açılarının ve malzerneleri tüketmeleri için bir arada çalışabilecek akademisyenlerin kuşaklar boyu sürecek araştırmalarına gerek var. Moral iklimlerin farklılıklarının sebeplerini göstermede ayın şey geçerlidir. _Tüm bu uğraşlar gerçekleştirildiğinde, tüm sorunların en zor, en nazik olanı çıkacak su yüzüne: Bilim eylemlerinin amaçlarını belirleyecek mi, bu amaçları bir kenara konup, yok edilebileceği kanıtlandıktan sonra? ****** _Bilinçdışı Erdemler_ _Oldukça titiz bir gözlemcinin gözlemlerinden bile kendini saklayan, farklı gelişim yasalarına bağlıdırlar. Sürüngen pullarının ince heykellerdeki durumuna benzer: Onlan süs ya da silah sanmak hatadır - çünkü onlar mikroskop altında, yapay olarak keskinleştirilrniş gözle görülür, oysa hayvanlardaki pulların süsle ya da silahla ilgisi yoktur. İncelikler, heykeller ilahi bir mikroskopla bakan bir Tanrıya keyif verebilir. Harnaratlığımız, ilerleme tutkumuz, kavrama gücümüz: Tüm dünya bilir bunlan-, oysa bunların yanında belki de bir de bizim hamaratlığımız, bizim ilerleme tutkumuz, bizim kavrama gücümüz var ama bu sürüngen pullarını görebilecek mikroskop icat edilmedi daha. _Diyecekler ki: "Helal olsun! En azından, bilinçdışı erdeınlerin olanaklı olduğunu savunuyor bu da yeter bize!" Ah! Ne kadar da azla yetiniyorsunuz! ****** _Patlamalarımız_ _Önceki dönemlerde insanların kazandığı sayısız şeyler, ama çok zayıf ve ancak tohum olarak, çok sonraları, birdenbire gün ışığına çıkıverir, belki de yüzyıllar sonra: Bu arada güçlenir ve olgunlaşırlar. Bazı çağlar bize tümüyle yetenek ve erdemlerden yoksun gibi görünür, tıpkı kimi insanlarda olduğu gibi: Çocuklarını ve torunlarını beklerler, eğer bekleyecek zamanları varsa - büyükbabalarında bulunup da büyükbabalarının bile fark etmediğini gün ışığına çıkanlar. Çoğunlukla oğuldur babasını gösteren. Baba, oğlu oldu mu kendini daha iyi anlar. Hepimizin gizli bahçeleri ve bitkileri var içinde; bir benzetmeyle hepimiz patlama noktasına gelmekte olan etkin yanardağlanz - ama patlamaya ne kadar kaldı, elbette kimse bilmiyor bunu, hatta sevgili Tanrı bile. ****** _Atavizm_ _Bir çağın az rastlanır insanlarını, geçmiş kültürlerin ve güçlerin apansız ortaya çıkan geç kalmış filizleri gibi anlamaktan yanayım: Bir halkın ve töresinin atavizmi gibi böylelikle onlar hakkında bir şeyler anlayabiliriz! Şimdi onlar, yabana, az rastlanır, olağan dışı görünüyor: Bu güçleri kendinde duyan, onlara direnen dünyaya karşı, onlara bakım göstermeli, saygı duymalı, onlan savunmalı, geliştirmeli: Böylece o, ya büyük bir insan olur ya da deli, sıradışı, tuhaf biri; erkenden yok olup gitrnezse eğer. Önceleri bu nitelikler yaygındı ve sıradan niteliklerden sayılıyordu. Belki de gerekliydiler. Yaşarn onlar üstüne kuruluyordu, onlar sayesinde büyük olunması olanaksızdı çünkü onlarla yaşayanların deli ya da yalnız kalma tehlikesi yoktu. İlkece bu dürtülerin canlandırılrnasıyla halkın tutucu kuşaklar ve kastlarında karşılaşırız; öte yandan ırkların, alışkanlıkların, değer biçmelerin hızla değiştiği durumlarda atavizm olasılılığı yok. Müzikte olduğu gibi halkların gelişmesinde de tempo anlamlıdır; bizim durumuzda tümüyle bir andante gelişim gereklidir; tutkulu ve yavaş işleyen ruhun temposu olarak her şeyden önce tutucu kuşakların ruhu böyle bir şeydir. ****** _Bilinç_ _Bilinç, organik alanın en son ve en geç gelişim ürünüdür dolayısıyla en bitmemiş, en zayıf durumdadır. İçgüdüler arasındaki koruyucu birlik, bilinçten bu denli güçlü olmasaydı da bütünüyle bir düzenleyici gibi hizmet etmeseydi: İnsanlık, çarpık yargıları ve gözleri açıkken gördüğü düşleri, temelsizliği, safdilliği yüzünden yıkılıp gidecekti: Belki de daha güçlü bir olasılıkla bilince kavuşmadan çoktan yok olup gitmiş olacaktı. _Bir işlev, tümüyle gelişip olgunlaşıncaya dek bir tehlike oluşturur: iyidir, eğer bu sürede belli bir baskı altında tutuluyorsa! Bilinçse baskı altındadır. _Onu insanın merkezinde duran çekirdek olarak düşünürüz; kalıcı, edebi, en sonda ve en başta olan ne varsa ondan gelir. Bilinci, verilmiş, belirlenmiş, belli bir büyüklük olarak kabul ederiz. Onun gelişimini, belli aralıklarla oluşumunu yadsınz! Aklımızda hep bir "organizmanın birliği" düşüncesi vardır! - bilincin gülünç biçimde abartılı değerlendirmesinin, yanlış anlaşılmasının sonunda büyük yararları olur, bilincin birdenbire çok hızla büyürnesi engellenir. Bilince çoktan sahip olduğuna inandığı için insan, onu elde etmek için çok çaba harcamadı - böylece olduğu yerde kalakaldı! _İnsanın tümüyle yeni, ilk kez gözlerinin önüne doğan, ama açıkça fark edemediği bir görevi var: Bilgiyi bir araya getirici bütünlüğe ulaştırmak ve içgüdüsel kılmak, öyle bir ödev ki bu, onu ancak şimdiye dek, sadece yanlışlarımızı bir araya getirdiğimizi ve tüm bilincimizin yanlışlarımızla ilişki kurduğunu kavrayabilenler görebilir. ****** _Bilimin Amacı_ _Nasıl? Bilimin en son amacı insana olabildiğince çok haz, olabildiğince az rahatsızlık verecek, ha? Nasıl olacak peki? Ya haz ve rahatsızlık, birbirine sıkı biçimde bağlıysa, birini olabildiğince edinmek isteyen, diğerini de olabildiğince edinrnek zorunda ise,- "göklere yükselme coşkusunu" öğrenmek isteyen, aynı zamanda "ölüm üzüntüsüne" hazırlaması gerekiyor? Belki de durum böyledir! En azından Stoacılar böyle olduğuna inanıyorlardı. Hayattan olabildiğince az rahatsızlık duymak için olabildiğince az haz alma arzusu taşırlarken tutarlıydılar. Bugün de önümüzde bir seçim duruyor: Ya olabildiğince az rahatsızlığı, kısaca acı yokluğunu -aslında sosyalistlerin bundan fazlasını vaat etmeye haklan yoktur- ya da olabildiğince çok rahatsızlığı, henüz çok nadir tadılan ince hazların ve keyifterin bollaşmaya doğru gidişinin bedeli olarak seçeceksiniz. Eğer ilkini seçer de insan acısını azaltmak ve aşağı çekmek isterseniz, aynı zamanda onun sevinç duyma yetinizi azaltıp aşağı çekmiş olursunuz. Gerçekten, insan bilimle iki amacı da gerçekleştirebilir. Belki de bilimin şimdiye dek, insanın sevinçlerinden alıkoyrna, onu daha soğuk, heykel gibi, daha stoacı kılma gücü daha iyi biliniyor. Oysa büyük acı getirici yanı da açığa çıkabilir! ****** _Güç Duygusu_ _İyilik yapma ve can yakma, insanın diğer insanlar üzerine uyguladığı güçtür. İnsan, bundan fazlasını istemez! Böyle bir can yakma ile gücümüzü duyurmak isteriz; çünkü acı, hazdan daha etkilidir. _İyilik etmek ve böyle bir iyi niyet göstermek, bir biçimde bize zaten bağlı olanlara karşı yapılır (bu da onlann bizi iyiliğin nedeni olarak görme alışkanlığı taşımaları demektir). Onların güçlerini artırmak isteriz, çünkü bu yolla kendimizinkilli artırırız ya da gücümüz altında olmalarının, yararlarına olduğunu göstermek isteriz, - böylece durumlarından daha memnun, gücümüzün düşmanlarına karşı daha düşman, daha savaşçı olurlar. _Can yaktığımız durumların katışıksız bir biçimde iyilik yaptığımız durumlar kadar kabul görmediği kesindir,- bu bizim hala güç eksikliğimizin bir işaretidir ya da bu eksiklik karşısındaki düş kınklığımızı gösterir; sahip olduğumuz güçle ilgili yeni tehlikeler ve belirsizlikler getirir ve ufkumuzu intikam, cezalandırma, başarısızlıkla karartır. Güç duygusunu, yalnızca öfkeli ve tutkulu insanlar için gücün mührünü karşı koyana vurmak daha zevkli olabilir; onlar için zaten boyunduruk altına alınmış alanların (iyilik yapılan kişilerdir bunlar!) görünüşü, yük ve can sıkıntısı yaratır. Asıl belirleyici olan, insanın hayatındaki tada nasıl alıştığıdır; bir zevk sorundur bu, ya yavaş olanı ya da aniden olanı seçeriz; garantili olanı ya da tehlikeli olanı ve cesurca gücü artıranı; insan şu ya da bu tadı arayabilir yaradılışına bağlı olarak. _Kolay av, gururlu insanlar için aşağılayıcı bir şeydir; iyilik duygusunu ancak düşmanları olabilecek yılmaz insanlar ve edinilmesi zor mülk karşısında duyabilirler. Acı çekene karşı çoğunlukla serttirler, çünkü acı çeken, onların gayret ve gururlan karşısında bir hiçtir,- oysa zamanı geldiğinde şeretle savaşabilecekleri eşitlerine kibardırlar. İyilik duygusu içinde bu açıdan bakarak, seçkinler sınıfı birbirlerine incelmiş bir kibarlıkla davranırlar. _Acıma, azıcık gururu olup, büyük fetihlerin ardında olmayanlar arasında en rahat, en uygun duygudur. Onlar için kolay bir av -bütün acı çekenler böyle kolay avdır- büyüleyici bir şeydir. Acıma, yosmaların erdemi olarak yüceltilir. ****** _Herkesin Aşk dediği_ _Açgözlülük ve Aşk: Bu iki sözcüğün uyandırdığı duygular arasında nasıl da fark var! Yine de bu, aynı dürtünün iki kez adlandırılmasından olabilir; ilki ona sahip olanların, içlerindeki dürtünün belli ölçüde şiddetini yitirdiği. "Sahip olduklarından" korkanların gözünde aşağılanınca; ikincisi, doyuma erişmemiş ama hala susuz olup da bundan dolayı da dürtüyü "iyi" diyerek göklere çıkaranların açısından görüldüğünde. _Komşu sevgimiz -yeni mülkler edinme hırsı değil midir o? Benzer biçimde, bilgi sevgimiz, hakikat sevgimiz, hep birlikte yeniyi tutkulu biçimde arzulama değil midir? _Yavaş yavaş eskiden bıkıyoruz, güvenle sahip olduklarımızdan; elimizi yeniden açıyoruz sonra; en güzel manzara bile artık aşkımızı güvenli kılmıyor, üç ay yaşadıktan sonra; uzak kıyılar açgözlülüğümüzü uyandınyor: Sahip olduklarımız, onlara sahip oldukça, azalıyor. Bizdeki haz kendini tekrar tekrar koruyor, ekseriya içimizdeki, yeni bir şeye dönüşerek. Buna işte “sahip olmak” diyoruz. Sahip olduğumuzdan bıkmak, kendimizden bıkrnak demektir. _Birini acı çekerken gördüğümüzde, bu fırsattan yararlanarak acı çekene sahip olmak isteriz; ona iyilik yapanlar ve acıyanlar örneğin, böyle yaparlar ve onun içlerinde uyandırdığı yeni mülk edinme arzusuna "aşk" derler. Duydukları haz, yeni bir fethin yarattığı coşkuyla karşılaştırılabilir. Cinsel aşk, kendini sahip olma tutkusunda en açık biçimiyle gösterir: aşık, arzuladığı kişinin tek ve mutlak sahibi olmak ister; eşit biçimde sevdiğinin ruhunun ve bedeninin üzerinde koşulsuz bir güç ister; yalnız o sevilmek ister, en büyük ve en güçlü biçimde arzulanabilir olarak gördüğü diğer ruhta yaşayarak onu yönetmek ister. _Aşık, tüm rakiplerini yoksun edip yoksullaştırmayı amaçladığı, tüm "fethedenlerin" ve sömürenlerin en duyarsız ve bencili olduğu ve altın hazinesini korumaya çalışan canavar olmayı istemektedir. Vahşi cinsel aşkın vahşi açgözlülüğü ve haksızlığı çağlar boyunca yüceltilmiş ve kutsallaştınlrnıştır; evet, gerçekten böyle bir aşk, bencilliğin karşıtı olarak bir aşk kavramı oluşturmuştur; oysa gerçekten bencilliğin en tarafsız ifadesidir. Bu noktada dilsel kullanım, açıkça, sahip olmayıp da arzulayanlarca oluşturuluyor, - belki de bunlardan her zaman gereğinden fazlası vardır. Bu alanda sahiplenmeyi ve tıka basa doymayı güvenceye almışlar orada burada "kuduran cin"den söz ederler, tüm Atinallların sevgilisi ve değeriisi Sophokles'in yaptığı gibi: Ama Eros her zaman günahkarlara gülmüştür, - onlar onun en büyük, değişmez gözdeleriydi. – Yeıyüzünün orasında burasında aşkın sürekliliğine rastlayabiliyoruz, iki insanın birbirlerine sahip olma arzularının yeni arzu ve rnülklenme hırsı dağuruşuna, üstlerindeki ideale kavuşmak için paylaşılan daha yüksek susuzluğa. Peki, kim biliyor böyle aşkı? Kim yaşıyor? Doğru adı onun: Dostluk. ****** _Uzaktan_ _Bu dağ, egemen olduğu bölgeyi, her bakımdan çekici ve anlamlı kılıyor: Bunu yüz kez kendimize söyleyerek, o denli akıldışı bir duruma getirir, o denli etkisinde kalınz ki; bu denli çekicilik gücüne sahip olanın o bölgenin en çekici şeyi olması gerektiğine inanınz - tırmanırız dağa ve hayal kınldığına uğrarız. Apansız dağın kendisi, altımızdaki tüm manzara büyüsünü yitirir; unutmuşuzdur çünkü bazı büyüklükler, bazı iyilikler gibi uzaktan görülrnelidir, tamamen alttan, üstten değil, - ancak böyle etkili olabilir. Kendilerini katlanılabilir ya da çekici ve güç verici bulmak için kendilerine belli bir uzaklıktan bakması gereken yakınındaki kimi insanları tanıyorsundur. Böylelerine kendimiz hakkındaki bilgi asla tavsiye edilmez. ****** _Yaya Köprüsü_ _Duygularına karşı çekingen insanlarla ilişkiınizde, yapmacıklı davranınayı başarabilmeliyiz; onlan yumuşak, hülyalı, havalara uçuran duygular içinde yakalayan herhangi birine karşı, sanki o gizli saklı şeylerini görmüş gibi apansız nefret duyarlar. Böyle zamanlarda kendilerini iyi hissetmeleri istenirse, onlan güldürrnek ya da eğlendinci soğuk muziplikler yapmak gerekir: O zaman duygulan donar, yeniden güçlerine kavuşurlar. _Hayatımızda öyle zamanlar olur, öyle yakınızdır ki birbirimize, hiçbir şey dostluğumuzu ve kardeşliğimizi engellemiyordur, yalnızca küçük bir yaya köprüsü vardır aramızda. Sen tam köprüye adımını atarken, sordum sana: "Köprüyü geçerek gelmek istiyor musun bana?" Oysa artık isteıniyorsundur; yeniden sorduğumda, sessiz kaldın. O zamandan beri dağlar ve deli gibi akan coşkulu ırmaklar ve her ne ayınp yabanalaştırıyorsa, tümü girdi aramıza; bir araya gelmek istediysek de gelemediki Şimdi bu küçük yaya köprüsünü düşündüğünde sözcükler boğazında düğürnlenir, - yalnızca hıçkırıklar ve şaşkınlık kalır. ****** _Yoksulluğa Sebep Göstermek_ _Elimizde hiçbir sihirli değnek yoktur, yoksul bir erdemi zengin bir erdeme dönüştürrnek için ama onun yoksulluğunu zorunluluk içine sokarak öyle yeniden yorumlayabiliriz ki artık görünüşü bize sıkıntı vermez olur. Onun yüzünden kaderinize küsüp, somurtmayız. Kurumaya yüz tutmuş dereciği bir kaynak perisinin kollarından akıtarak, derenin yoksulluğuna sebep bulan bilge bahçıvanın yaptığı budur. Onun gibi, kirnin böyle perilere ihtiyacı yok ki? ****** _Antik Yunan_ _Eski Yunanlardan tümüyle farkı olan etkinliklerirnizin, toplumsal düzenin koşullarına göre. -Yunan filozof yaşamı boyunca, sanıldığından daha fazla köle olduğu gizli duygusuyla yaşadı. - Şu anlamda: Filozof olmayan herkes köledir; "dünyadaki en güçlü insanlar köleler arasındadır" düşüncesi ile böbürlendiler. Bu gurur da bize yabana ve imkansız bizim için; metaforik anlarnda bile "köle" sözcüğünün üstümüzde tam bir gücü yok ****** _K ö t ü _ _En iyi ve en verimli insanların ve halkların hayatını inceleyip sorun kendinize; gurur verici bir yüksekliğe dek büyümesi gereken bir ağaç, kötü havasız ve fırtınasız yapabilir mi? Aksilikler, dıştan gelen dirençler, nefret, kıskançlık, inatçılık, güvensizlik, sertlik, açgözlülük ve şiddet, onsuz erdemli büyük gelişmelerin çok zor olduğu olumlu koşullar arasında mıdır? Zayıflan öldüren zehir, güçlüleri güçlendirir - güçlüler zehir demezler ona. ****** _Dangalaklığın Onuru_ _Hakikatin ve bilimin zulmü, yalana saygıyı artıracaktır, akıllılığın zulmü, yeni bir soyluluğu destekleyecektir. Soylu olmak şu anlama gelecektir belki: Dangalak olmayı kafaya koymak. ****** _Özgecilik Öğretmenine_ ...... ****** ****** _Önsöz_ (Ahmet İnam) _Ortaçağ ozanlarının kendi şiir sanatlarına verdiği (Şen Bilim) adını, felsefe gündemine katan Nietzsche'dir. _Gerçeklik, hep bir tavır içinde yaşanır. "Şenbilim" tavrı, hem "şen" oluşu hem bilimselliği içerir. Bir yaşam bilgeliğidir. Yoksunluğun ve güçsüzlüğün deneyiminden gelir. Yaşanan dünya karşısındaki yetersizliğin, güçsüzlüğün, uyumsuzluğun ardından gelir. Derdi, sıkıntısı olanların, egemen görüşten "rahatsız" olan, onun yaşamı engelleyici boyutuna başkaldıranların tavrıdır. _Bilim şendir, çünkü yaşamdan yanadır; yaşamdan yana olmak sağlıklı olmak demektir. Beden ve ruhça hastalıkların yol açtığı zorluklardan gelen sağlık: Hastalıklardan geçmiş, onları değerlendirebilen bir sağlık. _Neresi "bilim", şenbilimin? Şenbilim, "bilim"e yöneltilmiş eleştirel bakışın ardından gelen, deyim yerindeyse, bir "üstbilim." İnsanın gerçekliği bilme çabaları üstüne yönelmiş bir çaba. Hastalıklardan geçmiş, sağlıkla varılan gerçeklik ilişkisi: Parodi. Eğlenceli, alay eden, şaka dolu şarkılardı parodiler. Edebi, "ciddi" bir eserin gülünç biçimde taklidi de olabilirler. Bir şaka, bir karikatür olarak betimler gerçeği şenbilim. Bilimin bir karikatürü. Alayını eder bilimle? Aşağılayıcı, iğneleyici bir kopyasını çıkarır? _Şenbilim "düz" bilime saygı duyar. Onunla eğlenmez. Eğlenemez. Hakikat üzerine gerçekleştirdiğimiz her araştırmanın, her kuramın, hakikatin kötü bir taklidi, karikatürü, parodisi olduğunu bilir. Hakikati bulanlara, bulmuş olduğunu savunanlara eleştiri oklarını yöneltir. Mizalı yoluyla, hakikat yolculuğu yapanların gözlerini açar. Bir şenliktir hakikat yolculuğu ona; sıkıntılar, hastalıklar, yoksunluklar, uyumsuzluklar yaşamış şenbilimciye hakikat yolculuğu bir şölendir. Bir "hezliyat"tır şenbilim, bir şakadır, latifedir, hicivdir, taşlamadır. Bu parodia, parodia demektir: Yol boyunca yürüyüş. _Şenbilim bir "sağlık" arayışıdır. Bu arayış, sürekli bir yenilenmeyi, doğuruşu, yaratışı öngörür. Acılardan, sıkıntılardan doğurarak kurtulmak. Acılardan düşünceler doğurarak şenbilim, iyileşemerin bilimidir; iyileşenlerin sanatı. _Şenbilim, bilginin sağlık içinde, yaşamla bütünleşerek yaşanmasıdır. Bilginin, dar bir çevrede, belli insanların çıkarlarına hizmet eden, insanları uyutan, onların sırtına ağır bir yük olan, onlan belli bir düşünme, yaşama alışkanlıkları içine sokan, bu alışkanlıkların gözlerine ördüğü perde yüzünden, onlan kör eden, bu gezegendeki yaşamın gelişip serpilmesine ket vuran bir anlayışla yaşanmasına başkaldıran bir anlayıştır. Şendir, çünkü ciddidir; şendir, çünlü içtendir, sorumludur. Her türlü tembelliğe, kolayolığa, sığlığa, dargörüşlülüğe karşı çıktığı için şendir. _Bilim olanca ciddiliğiyle sürerken, şenbilim, bir "meta" düzeyde, "üst" düzeyde tavır olarak, bilimle yaşamını güzelleştirecek insanın önemli bir sırdaşı, yardımcısı, dostu olacak. ****** Notlar _Şeylerin uyumsuz uyumu. Horatius _Atavismus: En eski ataların özelliklerine dönüş. _Çokanlarnlılık _Entelektüel cadı _Hiç denenmemiş olandan zevk alma duygusunu uyandırmak _Kötülük, pulluğun ucundaki demir olarak insan ruhunun tarlasını sürmeyi sürdürecek. _Ahlak aydınlanması _ÇıkarIarın boyun eğmeyi gerektirip, ünün ve onurun boyun eğrneyi yasaklıyor. Şimdiye dek tarihin bütün büyük kurbanlarını ve büyük çalışmalanını gölgede bırakacak yüzyılların deneyi. _İnsanın kendine gülebilmesi; hakikatten dolayı gülmek için, ******
·
750 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.