Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

o akşam içeriye girdikten sonra, oldukça kalabalık iki masanın yanından geçerek üçüncüye yönelmiş, birkaç altın para hazırlamıştım ki birden çok sessiz, çok gergin, suskunluğun adete uğultuya yol açtığı o arada, ki bu her zaman olur, aşırı yorgun topun iki sayı arasında kararsız kararsız gidip geldiği andır bu, tam karşımda çok tuhaf bir gürültü, kırılan eklem sesine benzer çat diye bir ses duydum. gayriihtiyari şaşkınlıkla o tarafa baktım. ve o anda -gerçekten dehşete kapıldım!- o zamana kadar hiç görmediğim, biri sağ diğeri sol iki el, öfkeli iki hayvan gibi birbirine kenetlenmiş, karşılıklı iç içe bakacak şekilde gittikçe artqn bir gerginlikle bir gevşeyip bir kenetleniyordu,öyleki parmak eklemlerinden, bir ceviz kırılırken çıkan kuru sese benzer bir ses çıkıyordu. o eller çok nadir rastlanan güzellikteydi, inanılmaz uzun, inanılmaz ince ama kasları sayesinde taş gibi gergin; bembeyaz, narin kavisli sedef rengi bombeli tırnakların uçları ise solgundu. gece boyunca onlara baktım -evet o olağanüstü, o tek kelimeyle eşsiz ellere- ama benim öncelikle korkuya kapılmama neden olan şey, onların hırsı, delicesine tutlulu ifadesi, kasılmış halde iç içe karşılıklı duruşlarıydı. onlarda kendini güçlükle tutan bir insanı görüyordum,bunu hemen anladım, tutkusu yüzünden patlamasın diye hırsını parmak uçlarına toplamıştı. şimdi ise... topun kuru ve zayıf bir ses çıkararak küçük bölmeye düştüğü ve kurpiyenin kazanan sayıyı söylediği o an geldi... o anda iki el, tek bir kurşunşa vurulan iki hayvan gibi aniden birbirinden ayrıldı. aşağıya doğru düştü, her ikisi birden, gerçekten cansızdı, sadece tükenmiş değil, aynı zamanda anlatamayacağım kadar somut bir dermansızlık, hayal kırıklığı, vurgun yemişçesine bitkin bir ifadeyle aşağıya doğru düştü. zira ne o zamana kadar nede sonrasında hiç o kadar konuşkan el görmedim ben, her kası dile gelmiş bir ağızdı sanki, neredeyse her tutkusu gözeneklerinden fışkırıyordu. bir dakika kadar her ikisi de yeşil masanın üzerindeydi, kıyıya fırlatılmış denizanası misali yassı ve ölüydü. sonra biri, sağ el, güçlükle parmak uçlarından başlayarak doğrulmaya çalıştı; titriyordu, geriye çekildi, kendi ekseni etrafında dönüp karaesız durdu, tekrar dönerek aniden sinirle kaptığı bir jetonu, paş parmağının ve işaretparmağının uçları arasında küçük bir tekerlek gibi kararsız kararsız yuvarladı. ve aniden kedi gibi kamburunu çıkarıp panyer gibi eğilerek yüz franklık jetonu siyah alanın ortasına attı, deyim yerindeyse fırlattı. öylece uykuya yatmış sol eli ise sanki bir işaret almışçasına ani bir heyecan sardı; ayağa kalkıp yavaşça emekleyerek titreyen, jetonu fırlatırken deyim yerindeyse bitkin düşen kardeş ele doğru sokuldu, şimdi ikiside ürperti içinde yan yanaydı, ikiside don nöbeti geçirirken kolayca birbirine kenetlenen dişler gibi eklemleriyle sessizce masaya vuruyordu; hayır, hiçbir zaman, bir kere bile bu kadar çok konuşan bu kadar heyecan ve gerilimden dolayı kasılmış bir ifadeye sahip başka eller görmedim ben. bu kubbeli mekandaki diğer diğer her şey, salonlardan gelen metalik sesler, kurpiyenin pazaryerlerindeki satıcıların çığlığına benzer sesi, insanların geliş gidişleri, şu an yüksekten atılan, yuvarlak ve zemini düz kafesine tutkuyla atlayan o top bile, parlayan ve vızıldayan izlenimlerin sinirleri rahatsız ederek harekete geçiren çeşitliliğinin hepsi, seyri beni bir şekilde büyüleyen, titreyen, nefes alıp veren, soluyan, bekleyen, üşüyen, ürperen o iki eşsiz elin yanında, bana birden ölü ve donuk göründü.
·
23 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.