Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Sahaflar Çarşısının Târihçesi, Çarşı Esnafı ve Sahaflık
youtu.be/TW3RUcX2V_4?si=... Sonra bütün dünyânın her tarafından buraya adamlar geliyor. Buraya gelmeden, Türkiye ile ilgili bir çalışma yapmaya imkân ve ihtimal yok. Herhangi bir kütüphâneye benzemez burası. Açdım, yazma kitaplar çıkardım, Celal Bayar'a. Bunu münâsipse koy, çirkin bir hâdise, anlamayan için. Belki mecaz söyledi adam, orasını bilmiyorum yani. Çıkardım bakdı bakdı filan. Ben de altı parça kitap var, gâyetle ehemm-i mühimm. Ve bunu da anlatacak olursam târihe geçecek olursa çok çirkin. Hadi anlatacağım sana. Çağırdılar beni, Vâlikonağı Caddesinde bir eve. Altı aded Kur`ân-ı Kerîm, bir tâne Fuzûlî Dîvânı, minyatürlü. Ve Kur`ân-ı Kerîmler de en meşhûr hattatların Kur`ânları. Ve ayrıyeten kıraata aid kitaplar. Yani Kur`ân-ı Kerîm on kıraat üzere, lehce üzerine okunur, Arab’ın on lehcesi var çünkü, aşere dedikleri o, ona âid de kitaplar var. Çok kıymetli ama o ilmi kaybetdiği için Türkiye bir kitabın kıymeti yok burada. Aldık buraya getirdik. İşte Celal Bayar geldiği vakitde kitapları çıkardım. Burada kıymetli kitaplar var dedim, onları çıkardım önüne, bakdı. Bana , “Hoca” dedi, bana böyle hitâb etdi, “Hoca, sevâba girdik mi?” dedi, “güzellere bakdık, güzele bakmak sevâbdır” dedi, “sevâba girdik mi?” dedi bana. “Elbet girdik” dedim. “Bu bir ziyâretdir” dedim ben, “hem güzele bakdık hem de ziyâret etdik”. Dedim ki, "Emir verseniz de bu yedi parça kitap Avrupa’ya gitmese” dedim. O vakit serbestdi yani kitap götürmek . “Bunları ermretseniz de Topkapı Müzesine alsalar" dedim. "Meselâ şu Fuzûlî Dîvânı, içerisi minyatürlü Başdan aşağı, Fuzûlî'nin vefâtından on sene sonra yazılmış, yapılmış, Kânûnî devri. Bu, Sultan Aliyyü’l-Kârî’nin mushafı. Bu da Kanlıcalı Mustafa’nın mushafı. Bu da Kazasker Mustafa İzzet'in, bu da Ahmed Karahisârî'nin mushafı filan, bunları alsınlar” dedim. Dedi, "Avrupa’ya giderse, döviz gelecek mi? " dedi. "Gelecek" dedim ben. Onun üzerine dedi ki, "Ver öyleyse, gitsin, döviz gelsin" dedi. Belki tehevvürle söyledi. Hâdisâtı anlatıyorum yani. Ve çok üzüldüm ben bu cevâba. Fakat onun buraya gelmesinden ben fırsatı ganâim bilip, elimdeki bulunan bir şeyle, devleti kazıklıycam gibi geldi zannediyorum, benim bu teklifim ona. Kapandı gitdi. O gün de bir çirkin hâdise oldu burada. Ömer Ağa bizim burada demesin mi, “Bu kabak mı idâre ediyor memleketi?” diye, Ömer Ağa. Generallerle dolu burası başdan aşağı. Duydu. Celal Bayar bu sözü duydu. Çünkü iki adam vardı bizim Ömer Ağa için, birisi fakîr, birisi İsmet Paşa, başka adam yok Türkiye’de, öyle biliyordu. Adam hiç ses, renk vermedi. Paşalar da duydular. Sonra o gitdi. Şehsuvaroğlu’yla iyi sevişiyorduk, Şehsuvaroğlu’yla, Topkapı Müzesi Müdürü, o geldi buraya. Dedim “Meselenin künh-i hakikati böyle böyle böyle oldu” dedim ”bana reisicumhur böyle söyledi ama sen şu kitapları gör, bunlar dışarı gitmesin" dedim. "Aman” dedi, ”Allah aşkına verme” dedi. “Allahını, dînini seversen verme" dedi. 30 bin liraya almış idim o kitapları ben, 17 bin beş yüz liraya Topkapı Müzesine verdim. Yalnız kıraat kitapları bende kaldı. O da para etmiyor kıraat kitapları. Bir tek daha mushaf vardı, onu almadı, "var bizde var" dedi, bir de o kaldı bana. Gerisini beş tâne mushafı oraya 17 bin beş yüz liraya verdik gitdi. Şimdi bunun târihçesini anlatacağım, bu hâdisenin ama çok çirkin. Nasıl anlatayım yani bu durumu. O Vâlikonağı Caddesindeki adam bana dedi ki "Hocaefendi, ne verirsin bu kitaplara?" dedi bana. Şimdi bizde bir sıfat var, hocaefendi sıfatı, bir durakladım filan. Dedim, "30 bin liraya alırım" filan dedim. Dedi, "Peki verdim, ver parasını" dedi. Biz 30 bin lirayı saydık, o kitapları paket yapdık, aldık. O günün parasıyla 30 bin lira. Şimdi belki üç milyon filan yapar yani. Dedi, "Bunun sana târihçesini anlatayım" dedi. "Ben bunları Topkapı Müzesine satmak için müracaat etdim. Oradan bir heyet geldi buraya. Bakdılar bu kitaplara, 18 bin lira kıymet biçdiler. Sonra ben vermedim, bir düşüneyim dedim. Sonra o heyetden birisi kalkdı geldi, kapıyı çaldı ve bana dedi ki, ‘Siz Topkapı Müzesinden buraya bir heyet çağırdınız, heyet geldi, kitaplarınıza 18 bin lira kıymet biçdi, ben onların içerisinden bir tânesiyim, ben bu kitapları 20 bin liraya şahsıma alabilirim. Sen bunları devlete verirsen, 18 bin lirayı almak da uzun mesele sürer, ben 20 bini hemen sana sayayım bana ver’ dedi. Bu, benim kafatasımı attırdı. Biz itimad ediyoruz, devletin adamını getiriyoruz buraya, 18 bin veriyorlar, içinden biri kalkıp geliyor, 20 bine almaya kalkıyor” dedi. “Onun için sen 30 bin verince sana verdim bunu, dürüst davrandın” filan dedi. Mesele böyle oldu. Sonra ben bunu Şehsuvar Bey’e de anlatdım, dedim, “Böyle böyle, adamlarınıza dikkat edin” filan dedim. Onu da söyledim burada. Ve kitapları devlete verdik. Ondan sonra 1960 senesinde ben irticâî kitap satıyorum diye bizi içeri götürüp tıkadılar, mükâfât olmak üzere. Siz üniversiteye filan vakıf da yapdınız. Verdim o ayrı. Ankara Üniversitesinde benim vakfetdiğim kitaplar var, ve Muzaffer Ozak Kütüphânesi diye, orada ismi üzerinde öyle yazıyor. Çok teşekkür ederim.
·
18 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.