Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

İnsan kendini doğayla özdeş hissettiği sürece, tanrıları da doğanın birer parçasıydı. Zanaatçı olarak becerileri gelişince, insan, taştan, ağaçtan ya da altından putlar yaptı. Daha da ilerleyince ve kendi gücüne olan güveni artınca, tanrıları da insan biçimine büründü. İlk başta Tanrı, her şeyi koruyan ve her şeyi besleyen "Ulu Ana" biçiminde belirdi (bu, tarım aşamasına denk düşen bir gelişme gibi görünüyor). İnsan, en sonunda, aklı, ilkeleri, yasaları temsil eden baba nitelikli tanrılara tapınmaya başladı. Doğaya uzanan köklerden ve sevecen bir anaya bağımlılıktan bu son ve kesin kopma, öyle anlaşılıyor ki, büyük akılcı ve ataerkil dinlerin ortaya çıkışıyla başladı. Mısır'da Akhenaton'un MÖ on dördüncü yüzyılda yaptığı din devrimiyle; Filistin'de aynı dönemde Yahudiliğin kurulmasıyla; Hindistan'da Yunanistan'da bundan pek de geç olmayan bir zamanda Kuzeyli istilacıların da gelişiyle, bu değişim gerçekleşti. Birçok dinsel tören, bu yeni düşünceyi anlatıma kavuşturur. Hayvan kurban edilince, insanın içindeki hayvan Tanrı'ya kurban edilir. Kutsal Kitap'ta, hayvan kanı yemeye getirilen yasakla (çünkü “kan, onun canıdır"), insan ve hayvan arasına kesin bir ayrım çizgisi çekilmiştir. Tüm yaşamın birleştirici ilkesini temsil eden, gözle görülmeyen ve sınırsız olan Tanrı kavramı, doğal, sınırlı, çeşitlilik içeren dünyanın, şeyler dünyasının zıt kutbunu oluşturmuştur. Tanrı'nın suretinde yaratılan insan, Tanrı'nın niteliklerini paylaşır; doğadan ayrılır ve tam olarak doğmaya, tam olarak uyanmaya çabalar. Bu süreç, birinci binyılın ortasında Çin'de Konfüçyus ve Lao Tzu'yla; Hindistan'da Buda'yla; Yunanistan'da Yunan aydınlanmasının filozoflarıyla; Filistin'de ise Kutsal Kitap peygamberleriyle yeni bir aşamaya ulaşmıştır; sonra, Roma İmparatorluğu bünyesinde Hıristiyanlık ve Stoacılık, Meksika'da Kuetzalkoatl,¹ yarım binyıl sonra ise Asya ve Afrika'da Muhammed, yeni bir doruk oluşturmuştur.
·
22 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.