Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Yaşar Kemal'in Muzaffer Efendi İle Sahaflar Çarşısında Mülakatı -1954
SAHAFLAR ÇARŞISI Bugün, günlerden salı... Usuldan usuldan bir kar serpeliyor. Sulu sepken. Bir soğuk var ki, deme gitsin... iki genç kız, on yedişer yaşlarında gösteriyorlar, büzülerek, birbirlerine sokularak çarşıya girdiler. Başkaca çarşı ıpıssız, in cin top oynuyor. Başka günler yırtık pırtık kitaplar kaldırımdan taşardı. Kar altında kalacak değil ya, kitapları, dükkânı olanlar içeri, olmayanlar da saçak altlarına, evlerine çekmişler...Bir kitapçı dükkânının vitrinine uzun uzun bakan kızlar hiç bir dükkâna girmeden, gene aynı titreme telâşı içinde çarşıdan çıkıp gittiler ve ben bekledim. Vakit ikindi üstüdür. Daha çok akşama yakın... Hiç mi hiç kimse bir dükkândan başını uzatıp, bir şey sormadı. Soğuktan desek... Belki ama, tek tük de olsa birkaç müşterinin çıkması gerek. Neyse efendim, ben de o kadar dışarıda kalıp, dükkânlara giren çıkan var mı, diye gözetleyemedim. Üşüdüm yani. Bir kitapçıya girdim. Bu kitapçı daha çok, yeni kitap alıp satıyor. Eskilerle pek ilişiği yok. Eskiden, yani Sahaflar Çarşısı yanmadan önce, dükkân kirası olarak beş lira veriyormuş. Şimdi yüz lira veriyor. Diyor ki, «Bu sebepten, çok ziyan ediyoruz. Okul kitapları da satamaz olduk. Çünkü sahafların kitap alıcısı yarı fiatına, dörtte bir fiatma eski kitap almağa alışmıştır. Dükkân fiatları arttığından dolayı, biz de kitap fiatlarını biraz artırmak zorunda kaldık. Ondan dolayı alıcı azaldı. Son yıllarda, yani 950'den sonra dinî kitaplara fazla miktarda talep arttı. Bu da olmasaydı halimiz dumandı. Şimdi, eski kitaplar alıp satan, onlan değerlendirebilen üç sahaf kalmıştır: Raif Yelkenci, İsmail Hoca, bir de Muzaffer Ozak.» Ondan sonra, Sahaflar Derneği Başkanı Ekrem Karadeniz'e gittim. O da dert yandı. «Sahaflar eski halini, havasım kaybetti, bu kübik kitaplarla. Eskiden bir şark, bir eski havası vardı her şeyi ile. Buradaki dükkânlar da çok pahalıdır. Eskiden otuz kadar dükkân vardı. Şimdi Belediye bunun yerine yirmi iki dükkân yaptırdı. Sekiz kişi açıkta kaldı. Bunlar da kaldırımlarda iş görüyorlar» dedi. Kitapçılar Başkanından sonra da en meşhur kitapçı Muzaffer Ozak'a gittim. Dükkânı eski kitaplarla tıklım tıklım. Kitaplar sararıp kararmış. Dükkânın bir tarafında da en güzel yazılarla yazılı levhalar asılı. Muzaffer Ozak'a sordum: «Bir şey merak ediyorum. Bir kitabın takdirini nasıl yaparsınız?» Muzaffer Ozak : «Bu daha çok bir ihtisas işidir. Önce kitabın değeri, sonra eskiliği, daha sonra da hattatın meşhur bir hattat olup olmadığı, yani yaşadığı zamanda. Bir de kitabın nüsha-i nâdirâttan olup olmadığı...» «Bu nüsha-i nâdirât ne demektir?» dedim. «Meselâ, bir kitap zamanında yalnız üç nüsha yazılmıştır. Bu kitabın bir nüshası dünyanın falan yerindeki kütüphanededir. Birisi de falan yerde. Birisi de bizim elimize geçmiş, işte bu çok kıymetlidir. Eğer bunun baskısı yapılmamışsa daha çok artar. Meselâ geçende Amerika'da, Hayyam zamanında yazılmış, Hayyam'ın rubailerini toplayan el yazması bir kitap on bin dolara satıldı. Bu kitap, işte bizden, yani Türkiyeden gitmiştir.» «Sizde şimdi böyle kıymetli kitaplar var mı?» «Tabiî var» «Meselâ?» «Meselâ, bende, Kazasker Mustafa İzzet'in yazdığı Kuran vardı. Mustafa İzzet, devrinin en meşhur hattatıdır. Sultan Abdülmecidin imamıdır. Bu kitabı Topkapı Müzesi için devlet benden yedi bin liraya aldı. Bundan başka Mevlâna zamanında yazılmış Mesnevi de var bende. Bunlar da pahalıdır.» Sonra işi sohbete döktük. Devrimizin hattatlarından Osman Bey de geldi bu arada dükkâna. Muzaffer Bey'in arkadaşı imiş. Bu Osman Bey, pirinç taneleri üstüne âyet yazan Osman Bey'dir. Bu yüzden de ünü vardır. O da karıştı sohbetimize. İslâm yazısının her şeklini iyice tetkik etmiş, söylediklerine göre bu hususta, derin bilgisi varmış. «Türkler kadar güzel yazı yazmış hiç bir millet yoktur yeryüzünde» dedi. «Bütün İslâm âleminde en güzel hatlar Türklerindir. Ne Araplar, ne de Acemler Türklere erişebilmişlerdir, bu işte.» Muzaffer Bey, eski kitapları, ölen kitapseverlerin kitaplarını alarak tedarik ettiğini de ilâve etti. Bu kitapların içinde ölen adamın hususiyetlerine ait gayet enteresan notlar da çıkarmış. «Meselâ» diyor Muzaffer Bey, «meselâ Bebek sırtlarında ölmüş bir adamın bir miktar kitabını aldım. İçinden yirmiden fazla defter çıktı. Defterler büyüktü ve çok ince yazılarla yazılmıştı. Bu yirmi defterin yirmisinde de aşk şiirleri vardı. Bu âşık adam sevgilisine bütün bir ömür durmadan şiirler yazmış. On binden fazla şiir.» «Bu defterleri ne yaptınız?» dedim. «Sattık.» dedi. «Her bir def teri birisi aldı.» «Yazık» dedim. Bir ömür durmadan sevgilisine şiirler yazan bu adamın şiirlerinden, hiç olmazsa birisini okumak isterdim. Muzaffer Bey'in anlattığna göre kitaplar arasında hâtıra defterleri, akla hayale gelmez yazılar da çıkarmış. Para da çıkarmış. Eyüp'den alınan bir kitaplığın kitapları arasından altın çıkmış. Bu kitapları taşımakta olan Çingene hamallar altın yüzünden kavga etmişler, biri diğerini öldürmüş... Sahaflar çarşısında, artık eski canlılık, eski hayat kalmamış. Eskiden yüzlerce kitap tiryakisi sahafları doldurur, gelen kitapları durdurmazlarmış dükkânlarda, alıp götürürlermiş. Şimdi üç tane tiryaki kalmış. Onlar da her sabah dükkân dükkân dolaşırlar, âdeta boynu bükük giderlermiş. Bulurlarsa bir kitap alırlarmış. Muzaffer Ozak'dan ayrıldığımda karanlık kavuşuyordu. Havada küf kokusu vardı. Usuldan usuldan kar yağıyordu Fatih devrinden beri gelen köhnemiş Sahaflar Çarşısının üstüne. Cümle sahaflar dükkanlarını örtmüşler, ışıklarını söndürmüşlerdi. Sahaflar Çarşısı ölü gibiydi. 5.4.1954 Yaşar Kemal
·
26 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.