Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

_Yaşam, ufacık şeylerden, küçük mutluluklardan oluşuyor. Hiçbir şey büyük ve kutsal değil. O yüzden sözde büyük olan şeylere ilgi duyarsan yaşamı ıskalarsın. Yaşam bir bardak çayı yudumlamak, bir dostla sohbet etmek, sabah yürüyüşe çıkmaktır, ama illa belli bir yere doğru değil, amaçsız, son belirlemeden hareket etmektir. Böylece herhangi bir noktadan geri dönebilirsin. Yaşam sevdiğin birine yemek hazırlamaktır; kendine yemek hazırlamaktır, çünkü kendi bedenini de seviyorsun; elbiselerini yıkamak, yerleri silmek, bitkileri sulamaktır – yaşam işte bu ufak şeyler, ufacık şeyler. Bir yabancıya merhaba demek, hem de hiç gerek olmadığı halde, çünkü onunla hiçbir işin olmayacak. Bir yabancıyı selamlayabilen bir insan bir ağaca da merhaba diyebilir, bir çiçeğe de; kuşlara şarkı söyleyebilir. Kuşlar her gün şakır ve sen bugüne dek bunu hiç dikkate almadın, ama bir gün onların çağrısına cevap vermelisin. Sadece küçük şeyler, küçücük şeyler... Yaşamına saygı göster. Bu saygı sayesinde başkalarının hayatına da saygı göstereceksin. _Tek öğrenmen gereken şey, “Yaşama Sanatı”. Yaşamı reddetmek değil, keyfini çıkarmak. Bu sayede zehri, nektara dönüştürebilirsin. Eğer bedenin, doğanın aleyhine olduğunu görürsen bir tek şeyi hatırla: bu senin cehaletinden kaynaklanıyor. Bu kocaman yaradılışta sen bir atomdan daha ufaksın. Bütünle nasıl savaşırsın? Fikrin kendisi bile pek zekice sayılmaz. Ve sen o bütün tarafından yaratıldın, bu durumda o nasıl senin düşmanın olabilir ki? Doğa senin annen; sana karşı olamaz. Bedenin kendine has bilgeliği var. Senin varlığın hep bir huzursuzluk kaynağı, çünkü beynin bedene karşı olman gerektiğini söyleyen insanlar tarafından şartlandırıldı. Ben sana var oluş ile dostluk kurmayı öğretiyorum. _Evren bir bütündür. Bedeninle uyum içinde olunca doğayla, var oluşla da uyum içinde olacaksın. Tanrı, bedeninin en derin yerinde yaşıyor. Ben bedene Tanrı'nın mabedi diyorum. O yüzden akıntıya karşı değil akıntı ile birlikte hareket et. Kendini bırak. Hayatın akmasına izin ver. Hiçbir şeyi zorlama, kutsal bir kitap veya kutsal bir ideal için bile olsa. Hiçbir şey uyum içinde olmaktan, bütünle uzlaşmaktan daha değerli değildir. Hayata saygı ve hayranlık duy. Hayattan daha yüce, daha kutsal bir şey yoktur. Ve hayat büyük şeylerden oluşmaz. _Doğaya güven, çünkü o seni nereye götürürse evin orasıdır. Kendini akıntıya bırakarak hiçbir iş yapmamış olursun. Bu hareketsizlik halinde endişe ve mutsuzluklarının nasıl teker teker kaybolup gittiğine ve var oluşun sana sundukları ile nasıl da hoşnut olmaya başladığına şaşırırsın. Var oluş ile akıp gitmeyi öğren ki suçluluk duygusu veya yaran olmasın. Bedeninle savaşma veya doğayla veya başka bir şeylerle, böylece daha huzurlu ve dingin, sakin ve kendine hakim olabilirsin. Bu senin daha uyanık, daha tetikte, daha bilinçli olmana yardımcı olacak ve sonunda en büyük uyanışa varacaksın – kurtuluşa. _İlgi, egonun besinidir, tıpkı alkol gibi bir uyarıcıdır. Size enerji verir; kendinizi önemli hissederseniz. İşte bu yüzden ilgi çekmeye bunca ihtiyaç, bunca istek duyuluyor. Tüm bu kulüp ve topluluklar başka yollardan ilgi çekmeyi başaramayan insanlara ilgi sağlamak için vardır, hepsi o. _Mutsuzlukla bütünleştiğinde o mutsuzluk olmaktan çıkar. Eğer onunla bütünleşirsen bunun da kendine has bir güzelliği vardır. Eğer herhangi bir şeyle bütünleşirsen saadete kavuşursun. Eğer kendini herhangi bir şeyden ayırırsan, mutluluk gibi görünse de mutsuz olursun. İşte anahtar budur. Bir ego olarak ayrı kalmak tüm mutsuzluğun kaynağıdır; birleşmek, bütünleşmek, hayatın sana sunduklarına kapılıp gidebilmek, bu akıntının içinde yoğun bir şekilde, kendini kaybedene, hiçleşene dek kaybolabilmek, işte o zaman her şey mutluluk dolar. _Fizyolojik süreçler ve psikolojik süreçler ayrı şeyler değildir, ikisi aynıdır ve her iki ucun birinden başlayarak diğerini etkileyip değiştirebilirsin. Doktorlar, insanın tamamını tanımadığından sadece belirtileri tedavi edebilir. Belirtiler değil insanlar tedavi edilmelidir. Hasta olan yeri iyileştirirsin ve başarılı olmuş gibi gözükürsün, ama sonra hastalık yeniden baş gösterir. Tek yaptığın hastalığın kendini hasta olan yerden göstermesini engellemek olmuştur; onu daha güçlendirmiş oldun. _Benim için “hiçlik” bir kapı, bir meditasyondur. Meditasyon, hiçliğe verilen bir diğer isimden başka bir şey değil. Ve hiçliği yaşadığın anda kendinle yüzleşirsin ve tüm mutsuzluk yok olur. İlk yapman gereken kendine gülmek, nasıl da bir aptal gibi davrandın. O mutsuzluk aslında hiç yoktu; bir elinle onu sen yaratıyor ve diğer elinle yok etmeye uğraşıyordun – ve doğal olarak şizofrenik biçimde bölünüyordun. Çok kolay ve basit. Var oluştaki en basit şey kendin olmak. Hiç çaba gerektirmiyor; sen zaten oradasın. Sadece bir hatırlama. Sadece toplumun sana empoze ettiği tüm o aptalca fikirlerden kurtulmak. Ve sonra deri değiştiren bir sürüngen kadar rahat olup asla geriye dönmeyeceksin. Geride kalan sadece eski bir deri parçası, hepsi o. Eğer bunu anlıyorsan hemen şimdi şu anda gerçekleşebilir. Çünkü hemen şimdi şu anda hiçbir mutsuzluk, hiçbir ıstırap olmadığını görüyorsun. Sessizsin, hiçliğin kapısında duruyorsun; sadece bir adım içeri ve binlerce yaşam boyunca seni bekleyip duran en büyük hazineye kavuşacaksın. _Birisi, "Bu sefil hayatı bırak, gereksiz yere sırtlandığın bu mutsuzluktan vazgeç" dediğinde çok belirgin bir soru ortaya çıkıyor: "Tüm bildiğim bu! Eğer vazgeçersem kimliğimi kaybederim. En azından şimdi birisiyim – mutsuz birisi, kederli birisi, acı çeken birisi. Tüm bunlardan vazgeçersem şu soruyla karşılaşırım, kimliğim nedir? Ben kimim? Eve dönüş yolunu bilmiyorum ve sen ikiyüzlülüğü, yani toplumun yarattığı sahte yuvamı elimden aldın." _Kendi benliğinden alıkonulup hiç olmadığın bir şeye dönüşürsün. Bu insanlığın tüm mutsuzluğunun kaynağı, çünkü kimse istediği yerde değil ve istediği kimliğe de sahip değil. Ve insan olması gereken yerde olamadığı için – doğuştan hakkı olan yerde – mutsuz oluyor. _Kutsal kitapları değil kendi kalbini dinle; benim tek önerdiğim kutsal kitap odur. Evet, bazen seni tehlikeye sokacak – ama o zaman unutma ki o tehlikeler sayesinde olgunlaşacaksın. _Senin için karar vermeye kalkışan şarlatanlardan uzak dur; dizginleri ele al. Sen karar vermelisin. Aslında, bu kararlılığın içinden ruhun doğar. Diğerleri senin adına karar verince ruhun uyuşuk ve donuk halde kalır. Kendi başına karar vermeye başlayınca bir canlılık doğar. Karar vermek demek risk almak demektir, karar vermek demek hata yapıyor olabilirsin demektir – kim bilir, işte risk budur. Kim bilir neler olacağını? İşte risk budur; hiçbir garanti yoktur. Bir birey olmak için gerekli tüm riskleri al ve zorluklara göğüs ger ki seni sivriltebilsinler, sana zeka ve pırıltı verebilsinler. Gerçek, bir inanç değildir, tamamen akıl işidir. Yaşamının gizli kaynaklarının su yüzüne çıkmasıdır; bilincinin aydınlatıcı bir deneyimidir. Ama bunun gerçekleşebilmesi için gerekli ortamı sağlaman gerekir. Bu da kendini olduğun gibi kabullenmekle başlar. Hiçbir şeyi inkar etme, ikiye bölünme, suçluluk duyma. _( Algı )_Tüm öğrendiklerini unut – "Bu doğrudur ve bu yanlıştır." Hayat o kadar katı değil. Bugün doğru olan yarın yanlış olabilir, şu an yanlış olan bir sonraki dakikada doğru olabilir. Hayatı sınırlandıramazsın; ona "Bu doğru ve bu yanlış" gibi etiketler koyma lüksün yok. Hayat her şişenin üzerinde içinde ne olduğu yazılı bir ilaç değil ki neyin ne olduğunu bilesin. Hayat bir gizem; bir anda bir şeyler yerine oturur ve o zaman bu doğru olur. Bir başka anda köprünün altından o kadar çok su akmıştır ki artık hiçbir şey yerine oturmuyordur ve yanlıştır. Benim doğru tarifim nedir? Var oluşla uyum içindeki her şey doğrudur ve var oluşla uyumsuz olan her şey yanlıştır. Her an çok uyanık olman gerekiyor, çünkü buna her an yeniden karar verilmesi lazım. Neyin doğru, neyin yanlış olduğuna dair hazırdaki cevaplara güvenemezsin. Hayat çok hızlı ilerler; durağan değil, dinamiktir. Kıpırtısız bir göl değildir, devamlı akan bir nehre benzer. Art arda geçen iki dakikada hiçbir şey aynı kalmaz. Bu yüzden bir şey şu an için doğru olabilir, ama bir sonraki dakikada bu değişebilir. O zaman ne yapmalı? Yapılabilecek tek şey insanların farkında olmalarını sağlamaktır, böylece değişken bir yaşama karşı nasıl tavır alabileceklerine karar verebilirler. _Hayat böyledir işte. Ona hazırlanamazsın, onun için hazır olamazsın. Güzelliği, mucizesi de budur, seni hep hazırlıksız yakalar, hep sürpriz yapar. Gözlerin varsa her anın bir sürpriz olduğunu ve önceden hazırlanmış hiçbir cevabın işe yaramayacağını görürsün. Ben sana sadece hayatın doğasındaki bir kuralı öğretiyorum. Kendine karşı itaatkar ol, kendine ışık tut ve o ışığı izle, o zaman bu sorunla asla karşılaşmazsın. Her ne yapıyorsan o doğru olur ve yapmadıkların da yapılmaması gerekenlerdir. Yaşamla temas halinde olmanın, yaşamın gerisinde kalmamanın tek yolu suçlulukla dolu olmayan bir kalbin olmasıdır, masum bir kalp. Sana tüm anlatılanları unut – yapılması ve yapılmaması gerekenler hakkında – kimse bu konularda senin adına karar veremez. _Geçmişi unut; o bir kabustu. ABC ile yeniden başla; sanki ADEM yeniden doğmuş gibi. Sanki yine Cennet bahçesindeymişiz gibi başla, masum, tertemiz... _Bir aptalla bir dahinin bedenleri aynıdır. Bedeni kesip biçerek onun dahiye mi aptala mı ait olduğunu anlayamazsın veya bir mistiğe mi yoksa hayatında hiçbir gizemin farkında bile olmamış birine mi. Bu imkansızdır, çünkü sen eve bakıyorsun ve orada yaşamış varlık artık içeride değil. Sen sadece kafesi inceliyorsun ve kuş uçmuş. _( Din )_Varlığına zehirli bir tohum atmışlar, o yüzden bedeninin içinde yaşarken onu sevemiyorsun. Birçok din sana doğaya karşı savaşmanı öğretir. Doğal her şey lanetlenir. Hayatı lanetlemeyi öğreten bir din zehir doludur. Tüm bu dinler doğaya zıt gittiler. Bu dünyaya karşı değilsen asla diğer dünyayı, daha üstün olanını elde edemeyeceğine dair bir mantık düzeni niçin yarattılar? O kadar çaresizsin ki papazın senden daha bilgili olup olmadığını veya sadece maaşlı bir memur olduğunu bile düşünmüyorsun. İnsan sadece bu bütünlüğü yaşayarak çiçek açar, bu sayede bahar gelir ve yaşamına renk, müzik, şiir dolar. Bu bütünleşme sayesinde aniden tüm çevrende Tanrı'nın varlığını hissedersin. Ne kadar da ironik bir durum, çünkü içindeki ayrımı yaratan sözde azizler, papazlar ve kiliseler, hatta papazlar Tanrı'nın yeryüzündeki en büyük düşmanları. Tüm papazlardan kurtulmalıyız; insan patolojisinin temel nedeni onlar. _Her çocuk dünyaya coşkulu gelir. Her çocuk bir tanrı olarak doğar. Ve her insan bir deli olarak ölür. İşte senin işin bu – çocukluğunu yeniden kazanmak. Tekrar çocuk olabilirsen o zaman mutsuzluk olmayacak. Toplum büyük iş başarmış durumda. Eğitim, kültür ve kültür kurumları, ebeveynler, öğretmenler – hepsi harika iş çıkardılar. Coşkulu ve yaratıcı insanları mutsuz yaratıklar haline getirdiler. *** _Beden, gözle görünen ruhtur ve ruh, gözle görünmeyen bedendir. Beden ve ruh hiç ayrılmaz, bir bütünün parçalarıdır. Bedeni kabullenmeli, sevmeli, saygı duymalı, minnettar kalmalısın. Beden, var olan en karmaşık mekanizmadır; tam anlamıyla bir şaheserdir! Ve bu şahesere tapanlar kutsanmıştır! Hayranlık duymaya kendi bedenin ile başla, çünkü sana en yakın olanı o. _Bedeninde okyanusun suları var, yıldızların ateşi var, hava var, bedenin topraktan yoğrulmuş. Doğanın en yakınına geldiği, var oluşun en yakınına yanaştığı yer bedenindir. Bedenin var oluşun tümünü, tüm elementleri temsil ediyor. Ve nasıl da bir değişim! Nasıl da bir metamorfoz! Toprağa bak ve sonra kendi bedenine bak, bu nasıl bir değişimdir böyle ve sen ona hiç hayranlık duymadın! Toz kutsal hale geldi – bundan büyük mucize olur mu? Daha fazla ne mucizesi bekliyorsun? Ve mucizeyi her gün izliyorsun. Çamurdan lotus çiçeği doğuyor ve toz topraktan güzel bedenimiz yükseliyor. _Kendi bedenine karşı merhametli olmazsan başka hiçbir bedene merhamet gösteremezsin. _O mucizevi, o esrarengiz. Ama sen hiç onu araştırmadın. Hiç kendi bedeninle tanışmak zahmetine katlanmadın. Başka insanları sevdiğini mi sanıyorsun? Sevemezsin, çünkü başka insanlar da sana bedenler olarak görünüyor. _Beden tüm yaradılışın en büyük gizemi. Bu gizemin sevilmeye, sırlarının ve işlevlerinin yakından incelenmeye ihtiyacı var. Ne yazık ki dinler bedene karşı her zaman tavır aldı. İnsan, bedenin zekasını ve bedenin gizemini öğrenirse ne din adamlarıyla ne de Tanrı ile işi olur. En büyük gizemi kendi içinde keşfeder ve bedenin gizeminde bilincin tapınağı yer alır. Kendi bilincinin, kendi varlığının farkına vardıktan sonra senin üzerinde Tanrı yoktur. İnsan bir kez içindeki bilince kavuştu mu, o insan sonsuzluğun anahtarını elde etti demektir. _Beden bir kapıdır. Beden ile bilinç konusuna değinmeyen bir eğitim sistemi zararlıdır, çünkü yıkıcı olmaya devam eder. Oysa o bilinç sende müthiş bir yaratma dürtüsü oluşturur – dünyada daha fazla güzellik yaratmak için. _Var oluş sana burada hemen şimdi cenneti sunmaya hazır, ama sen onu hep erteliyorsun – ta ölümden sonrasına. ****** ****** _( MEDİTASYON, AKIŞA BIRAKMAK, GÜLMEK, PİŞMANLIK, NEVROZ, UYKUSUZLUK )_ _ MEDİTASYON _ _Meditasyon, bilince ve tanrısal olana açılan bir kapıdır; kendini bulmaya yarayan bir araçtan başka bir şey değildir. _Milyonlarca insan aynaya göre yaşıyor. Aynada gördüklerinin kendi suratları olduğunu sanıyorlar. Bunun kendi isimleri, kendi kimlikleri olduğuna ve hepsinin bundan ibaret olduğuna inanıyorlar. Biraz daha derine inmen gerekiyor. Gözlerini kapatmalısın. İçini izlemelisin. Sessizce durman lazım. İçinde tam bir sessizliğe ulaşamazsan asla kim olduğunu anlayamazsın. Herkesin kendiliğinden keşfetmesi gerekiyor. Ama varsın – bu kadarı kesin. Tek sorun içinin derinliğindeki merkeze ulaşmak ve kendini keşfetmek. İşte benim yıllardır öğrettiğim de budur. Ve sen bir isimden, bir yüzden, bir bedenden ibaret olmadığını görüp şaşıracaksın, hatta sadece bir beyin de değilsin. Sen tüm varoluşun, onun güzelliğinin, ihtişamının, mutluluğunun, muhteşem coşkusunun bir parçasısın. Bilincin anlamı kendini tanımaktan başka bir şey değil. _Her vakit bulduğunda birkaç dakika için sadece nefes alma sistemini gevşet, tüm bedeni gevşetmene gerek yok. Sen sadece nefes alma Sistemini rahatlat. Bırak normal işlevini sürdürürken olduğu gibi kalsın. Sonra gözlerini kapat ve nefes alıp verişini, tekrar alıp verişini izle. Meditasyon, konsantrasyon anlamına gelmez. Sadece farkındalıktır. Sadece rahatlar ve nefes alıp vermeni izlersin. Bu izlemeyi yaparken de hiçbir şeyi kaçırmazsın. Otomobil hafifçe homurdanıyordur; zararı yok, kabullen. Trafik akıp gidiyordur; bu da tamam, yaşamın bir parçası. Yanındaki yolcu horluyor, bunu da kabullen. Hiçbir şeyi reddetme. Bilincini kısıtlamamalısın. Konsantrasyon bilinci kısıtlamaktır, böylece her şey tek noktaya odaklanır, ama geride kalan her şey bir yarışa dönüşür. Her şeyle mücadele edersin, çünkü o yakaladığın noktanın kaçmasından korkarsın. Dikkatin dağılırsa rahatsız olursun. O zaman inzivaya, seni hiç kimsenin rahatsız etmeyeceği, sessizce oturabileceğin bir odaya ihtiyaç duyarsın. Hayır, bu doğru değil, bu bir yaşam süreci haline gelemez. Bu kendini soyutlamak olur. Bazı iyi neticeler verir, kendini daha sakin, daha dingin hissedersin, ama bunlar hep geçicidir. Kontrol etmek için çaba harcama, çünkü tüm kontrol mekanizması beyindedir, o nedenle meditasyon kontrol altına alınan bir şey olamaz. Beyin meditasyon yapamaz. Meditasyon beynin ötesindedir veya altında, ama asla içinde değil. O nedenle beyin izlemeye ve kontrol etmeye devam ederse bu meditasyon olmaz; konsantrasyon olur. Konsantrasyon beynin çabasıdır. Beynin özelliklerini doruğa çıkarır. Bir bilim adamı konsantre olur, asker konsantre olur; avcı, araştırma görevlisi, matematikçi, hepsi konsantre olur. Bunlar zihinsel etkinliklerdir. Sadece bir bardak meditasyon yeter. Bütün ırmağı içmen gerekmez. Bir bardak çay yetecektir. Ve elinden geldiğince kolaylaştır. Kolay olan doğrudur. Mümkün olduğunca doğal yap. Peşinden koşma, sadece vakit bulduğunda yap. Alışkanlık haline getirme, çünkü alışkanlıklar zihinseldir ve gerçek bir insanın aslında hiçbir alışkanlığı olmaz. _Rahatlamak için insanın çok konforlu olması gerekir, o nedenle kendini rahat ettir. Sandalyede hangi şekilde rahat ediyorsan öyle otur. Gözlerini kapat ve bedenini rahatlat. Ayak parmaklarından kafaya kadar kendini tarayıp içinde nerede gerginlik olduğuna bak. Dizlerde hissedersen dizi gevşet. Dize dokun ve ona, "Lütfen rahatla," de. Omuzlarda gerginlik varsa oraya dokun ve "Lütfen rahatla," de. Birçok gerginlik noktası bulacaksın. Öncelikle bunların gevşemesi gerekiyor, çünkü beden gevşemezse beyin de gevşeyemez. Beden beynin rahatlayacağı durumu yaratır. Beden rahatlamak için araç haline gelir. Gerginliği nerede hissedersen bedeninin o noktasına derin bir sevgi ve şefkatle dokun. Tüm bedenini dolaş ve onu sevgiyle, şefkatle, anlayışla çepeçevre sar. Bu en azından beş dakikanı alacaktır ve sonuçta kendini çok gevşemiş, rahatlamış, neredeyse uykusu gelmiş gibi hissedeceksin. Sonra bilincini nefes almaya taşı; nefes almanı rahatlat. Beden dışarıdaki bölümümüzdür, bilinç ise en derindeki ve nefes almak ikisini birleştiren köprüdür. Nefesinle küçük bir sohbete gir: "Lütfen gevşe. Doğal ol," de. Göreceksin ki "Lütfen rahatla," dediğinde belli belirsiz bir ses çıkacak. _Meditasyon ("meditation") ve ilaç ("medicine") sözcükleri aynı kökten türemişlerdir. İlaç fiziksel hastalıkları, meditasyon da ruhsal olanları iyileştirir. İkisi de tedavi etme gücüne sahiptir. Meditasyon iyileştirir, seni bütünleştirir; bütün olmak kutsal olmaktır. Kutsallığın herhangi bir dine ait olmakla ilgisi yoktur. Bu sadece senin kendi içinde tamamlanm ış, bütün olduğunu gösterir; eksik bir şey yoktur, doyuma ulaşmışsındır. Sen varoluşun olmanı istediği gibisindir. Sonunda potansiyeline ulaştın demektir. _Tüm meditasyon yöntemleri sana kendini bırakma sanatını hatırlatmanın yollarından ibarettir. Basit prensipleri hatırlamalısın: Beden başlangıç noktası olmalıdır. Yatağa uzan – bunu her gün yapıyorsun, o yüzden özel bir şeye gerek yok – ve uykuya dalmadan önce kapalı gözlerle ayağından itibaren enerjiyi izlemeye başla. Oradan ilerle – içerisini izle: Herhangi bir yerde gerilim var mı? Bacaklarda, baldırlarda, karında? Gerginlik var mı? Ve eğer bir yerde gerginliğe rastlarsan onu rahatlatmaya çalış. Rahatlamadan o noktadan sakın ayrılma. Ellerden geç, çünkü eller senin beynin; onlar zihnine bağlı. Sağ elin gerginse sol beynin gergin demektir. Sol elin gerginse sağ beynin gergin demektir. O yüzden önce ellerden geç, onlar neredeyse beyninin uzantıları ve en sonunda da beyne ulaş. Tüm beden rahatladığında beyin zaten yüzde 90 rahatlamış oluyor, çünkü beden beynin uzantısından başka bir şey değil. Sonra beynindeki yüzde 10'luk gerginliği izle ve sırf izleme sayesinde bulutların dağıldığını göreceksin. Bu birkaç gününü alacak; işin püf noktasını bulmalısın. Bu senin tamamen rahat olduğun çocukluk günlerini geri getirecek. Hiç fark ettin mi, çocuklar her gün düşerler, ama incinmezler, nadiren bir yerleri kırılır. Sen de dene. Bir çocuğu seç ve o her düştüğünde sen de aynısını yap. Eğer gerginlik yaşamadan düşebilirsen canın yanmaz. Bunu sarhoşlar bilir, çocuklar bilir; sen nasıl oldu da unuttun? Her akşam yataktan başla ve birkaç gün içinde yeteneğini yeniden elde edeceksin. Sırrı bilirsen – onu sana kimse öğretemez, kendi bedeninde aramalısın – o zaman günün herhangi bir saatinde gevşeyebilirsin. Bu rahatlama sanatının ustası olmak dünyanın en güzel deneyimlerinden biridir. Spiritüelliğe uzanan yolun başıdır, çünkü kendini tamamen bırakma durumuna geçtiğinde bedeni geride bırakırsın. *** _KENDİNİ AKIŞA BIRAK_ _İnsanlar rahatlama sanatını unuttular. Bu onlara unutturuldu. _Günbatımının veya gündoğumunun hiç tadını almamış milyonlarca insan var. Bunu karşılayacak durumları yok. Devamlı çalışıp üretiyorlar; kendileri için değil, ama üstü kapalı çıkar odakları için: güç sahibi olan ve insanları manipüle edebilen kişiler için. _Kendini bırakma durumuna geçmek zordur, çünkü bu hep tembellik olarak lanetlenmiştir. Kendini bırakmak, en güzel durumlardan biridir. Sadece var olursun, hiçbir şey yapmadan, sessizce oturarak ve çimler kendiliğinden uzar. Sen kuşların şakımasının, ağaçların yeşilliğinin, çiçeklerin bin bir renginin keyfini çıkarırsın. Var oluşu yaşamanın dışında bir şey yapman gerekmez; eylemi kesmelisin. Tamamen boş, gerilimsiz, endişesiz bir durumda olmalısın. Bu sükunet halinde bizleri saran müzik ile belli bir uyuma girersin. Aniden güneşin güzelliğinin farkına varırsın. _Her tatilde insanlar sağlık merkezlerine, sahillere koşarlar, ama dinlenmek için değil, dinlenmeye vakitleri yoktur, çünkü milyonlarca insan oralara gidiyordur. Tatiller evde oturmak için ideal zamanlardır, çünkü bütün ülke kıyılara doluşur. Arka arkaya, arabalar yola dizilirler ve kumsala vardıklarında etraf insan doludur; yatacak ufacık bir yer bile bulamazlar. Ben böyle sahillerin resimlerini gördüm. Deniz bile bu insanların aptallığına gülüyor olmalı. _Bir çocuğu izle, rahatlamıştır, kendini bırakmış durumdadır. Ama sen onun bu halini sürdürmesine izin vermezsin. Her çocuk ilkel ve gayri-medenidir ve ana babalar, öğretmenler ve diğer herkes medenileştirmek adına onların peşindedir, ki topluma kazandırılsınlar. Toplumun tamamen çıldırmış olmasına kimse aldırış etmez. Çocuk kendi haline bırakılsa ve topluma, sözde medeniyete katılmasa daha iyi olacak aslında. Ona şunu öğretmeliler: "En tepede olmazsan yüzümüzü kara çıkarırsın." _Aynı zarafete, canlılığa ve güzelliğe sahip bir yetişkin insan bulmak çok zordur. Çocuksu bir masumiyet ve rahatlığa sahip birisini bulursan bir bilgeye rastladın demektir. Bilgeyi biz Doğu'da böyle tarif ederiz: tekrar çocukluğunu elde eden. Sana kendini bırakmayı öğretiyorum, çünkü seni bilgeleştirecek tek şey bu. Hiçbir teoloji sana bu konuda yardımcı olamaz, çünkü hiçbiri rahatlamayı öğretmez. Hepsi çalışmanın ve emeğin kutsallığının üzerinde durur. Seni köleleştirip sömürmek için güzel kelimeler kullanır. Onlar toplumun parazitleri ile işbirliği içindedir. Ben çalışmaya karşı değilim; çalışmanın da kendi içinde yararları var. Çalış, ama çalışma bağımlısı olma. _Kendini bırakmak, tembel olacaksın anlamına gelmiyor; tam tersi, rahatladıkça güçleneceksin, çünkü gevşeyince daha fazla enerji toplarsın. Yaptığın iş verimlilik yerine yaratıcılığın özelliğini taşıyacak. Ne yaparsan yap kendini vererek, severek yapacaksın. Ve onu yapacak bol miktarda enerjin olacak. O nedenle kendini bırakmanın çalışmaya karşı olmadığını anla. Hatta kendini bırakmak işi yaratıcı bir deneyime döndürür *** _GÜLMEK_ _Dünyada başka bir dine ihtiyaç yok. Sadece bu basit kendini bırakma sanatı her insanı dindar birine dönüştürmeye yeter. Din Papa'ya inanmak değil, din belli bir ideolojik sisteme inanmak değil. Din kendi içinde sonsuz olanı fark etmek: bu, varlığının gerçeğidir, senin tanrısal yanındır ve güzelliğin, zarafetin, görkemindir. Kendini bırakma sanatı, içinde soyut ve ölçülemez olanı duyumsamakla eşdeğerdir: senin gerçek varlığını. Bazı anlarda farkında olmadan bir kendini bırakma durumuna geçersin. Örneğin gülerken – gerçek kahkahalar atarken – bilmeden rahatlarsın, kendini bırakırsın. İşte bu nedenle gülmek çok sağlıklıdır. Gülmekten daha iyi bir ilaç yoktur. Benim anlayışıma göre gülmek tüm dualardan daha önemlidir, çünkü dua seni rahatlatmaz. Aksine, seni daha fazla gerer. Gülerken aniden tüm şartlanmanı, eğitimini, ciddiyetini unutuverirsin. Bir dahaki sefere güldüğünde ne kadar rahat olduğuna dikkat et. Gülmek yüzündeki, bedenindeki, karnındaki tüm gerginliği alır götürür ve aniden içinde tamamen farklı bir enerji hissedersin; yoksa çoğu insan hep midelerinin düğüm düğüm olduğunu hissederler. *** _PİŞMANLIK_ _Keşke’nin Hayaleti_ _Temel gerilim, yapmamız "gerekeni" yapmamamızdan kaynaklanır. Bu tüm yaşamımız boyunca sürer; seni kabus gibi takip eder, bir türlü aklından çıkmaz. Seni asla rahat bırakmaz; asla gevşemene izin vermez. Rahatlarsan sana "Ne yapıyorsun? Rahatlamamalısın; bir şeyler yapıyor olman lazım," der. Bir şeyler yapıyorsan der ki, "Ne yapıyorsun? Dinlenmen lazım, bu şart, yoksa kendini zorlamaktan delireceksin. İyi bir şey yaparsan, "Sen aptalsın. İyilik yapmanın hiç faydası yok, insanlar seni kazıklıyor," der. Kötü bir şey yapınca da der ki, "Ne yapıyorsun? Cehenneme giden yolda ilerliyorsun, cezanı çekeceksin." Seni asla rahat bırakmayacak; ne yaparsan yap hep orada durup seni lanetleyecek. _Bu lanetçi senin içine monte edilmiş. Bu insanlığın başına gelen en büyük felaket. Ve içimizdeki bu lanetçiden kurtulamazsak gerçek anlamda insan olamayız ve yaşam denen büyük kutlamaya katılamayız. _Bu iç savaşın sona ermesi lazım, yoksa yaşamın tüm güzelliğini, hayrını ıskalamış olacaksın. Asla içten gelen bir kahkaha atamayacak, aşık olamayacak, hiçbir olaya tüm benliğini veremeyeceksin. _Eğer sözde yaşamımıza dönüp bakacak olursak gerçekten de öyle görünüyor, çünkü kalbimizde tek bir çiçek, tek bir şarkı, tek bir neşe ışığı yok. Dünyanın her tarafında zeki insanların hayatın anlamını soruşturması şaşırtıcı değil. "Niye yaşamaya devam edelim? Niye yaşamı sürdürecek kadar korkağız? Niye biraz cesaret toplayıp bütün bu saçmalığa bir son vermiyoruz? Niye intihar edemiyoruz?" _Bu bizim suçumuz değil; bizler kurbanız. Eğer bizler biraz daha bilinçlenmek istiyorsak, yapılacak ilk iş tarih kitaplarını yakmak olmalıdır. Geçmişi unut; o bir kabustu. ABC ile yeniden başla; sanki ADEM yeniden doğmuş gibi. Sanki yine Cennet bahçesindeymişiz gibi başla, masum, tertemiz... *** _GERİLİM VE BEDENLE KONUŞMAK_ _Gerilim, gerçekten yaşanmamış ve bir şekilde yanından geçip gitmiş geçmişin demektir; öylesine havada asılı durur, kara bulut gibi üstüne çöker. Yaşam hakkında çok temel bir şeyi unutma: yaşanmayan her deneyim etrafında asılı kalacak, orada ısrarla öylesine duracaktır: "Bitir beni! Yaşa beni! Tamamla beni!" Her deneyimin doğasında sonuçlandırılma eğilimi ve isteği vardır. Bittiği zaman buharlaşır gider; bitmezse inatla kalır, sana eziyet eder ve kanına girer, dikkatini dağıtır. Tüm geçmişin yarım kalmış deneyimleriyle etrafına çöker kalır, çünkü aslında hiçbir şey yaşanmamıştır, her şey bir şekilde es geçilmiştir, yarım yamalak kalmıştır, öylesine geçiştirilmiştir. Uyurgezer gibi dolaşıp durmuşsun. O yüzden geçmiş havada asılı kalır ve gelecek korku yaratır. Geçmişle gelecek arasında şimdiki zaman ezilir gider, halbuki sahici olan odur. Rahatlamaya dış kenarlardan başlamak zorundasın. İlk adım bedeni rahatlatmaktır. Elinden gelen en fazla sıklıkta bedene bak, herhangi bir yerinde gerilim var mı diye kontrol et – boyunda, başta, bacaklarda. Varsa bilinçli olarak gevşet. Bedenin o bölgesine git ve onu ikna et, sevecenlikle "Rahatla!" de. Kapalı gözlerle, tepeden tırnağa bedeninde dolaşıp gerilimli noktaları ara. Sonra bulduğun nokta ile adeta bir dostla dertleşircesine konuş; kendinle bedenin arasında bir diyalog kur. Ona gevşemesini söyle ve de ki, "Korkacak bir şey yok. Korkma. Ben ilgilenmek üzere buradayım – sen rahatlayabilirsin." Yavaş yavaş bu diyalogu öğreneceksin. O zaman da bedenin rahatlayacak. Bundan sonra bir adım daha at, biraz daha derine in; zihnine rahatlamasını söyle. Eğer bedenin dinliyorsa, beynin de dinleyecektir; ama beyinle başlayamazsın – baştan başlamak zorundasın. Çoğu insan işe zihinden başlar ve başarısız olurlar; başaramazlar, çünkü yanlış yerden başlamış olurlar. Her şey doğru sırada yapılmalıdır. Beynin rahatladığında kalbini, duygularının merkezini rahatlatmaya başla – o daha da karmaşık, daha inceliklidir. Ancak bu üç adımı attıktan sonra dördüncüye geçebilirsin. Varlığının en derindeki merkezine, beden, beyin ve kalbin ötesindeki esas merkeze gidebilirsin. Onu da rahatlatmayı başaracaksın. Bu rahatlama mutlaka en büyük keyfi verecek, en yüce mutluluğu, kabullenmeyi sana sunacaktır. Mutluluk ve neşe ile dolacaksın. Yaşamın güzel bir dansa dönüşecek. _İnsan dışında var oluşun tümü bir danstır. Acele yok, endişe yok ve hiçbir fazlalık yok. İnsan dışında. İnsan kendi beyninin kurbanı olmuştur. _İnsan tanrıları aşıp hayvanlardan düşük olabilir. İnsanın çok geniş olasılık yelpazesi mevcuttur. En aşağıdan en yukarıya, insan bir merdivendir. *** _NEVROZ_ _Öfkeni bastırırsan zehir bedenine akar. Adalelerine, kanına sızar. Herhangi bir şeyi bastırırsan bu sadece zihinsel değil bedensel bir olaya dönüşür – çünkü aslında ikisi ayrı şeyler değil. Sen kafa ve beden diye ikiye ayrılmıyorsun; "kafa-beden"sin – yani psikosomatik. Bir bütünsün. O yüzden bedenle her yapılan zihne, zihinle her yapılan da bedene nüfuz ediyor, çünkü bu ikisi bir bütünün parçaları. Bedenin sadece fiziksel değil. Bedeninde, bastırma sebebiyle sızmış birçok şey var. Örneğin öfkelenince bedene neler oluyor? Ne zaman kızsan bazı zehirler kana karışıyor. Bu zehirler olmazsa yeterince kızacak öfkeyi yaratamazsın. Bedende bazı bezeler var ve bunlar bazı kimyasallar salgılıyor. Bu sadece bir felsefe değil, aynı zamanda bilimsel bir gerçek. Kanın zehirleniyor. İşte bu yüzden kızdığında normalde yapmayacağın bir şeyi yapabiliyorsun – gözün kararıyor. Koca bir kayayı itebilirsin: bunu normalde yapamazsın. Sonrasında da bu kayayı yerinden oynattığına veya kaldırıp attığına inanamıyorsun bile. Normale döndüğünde bu kayayı yeniden kaldırmayı başaramayacaksın, çünkü artık aynı durumda değilsin. O sırada kanında bazı kimyasal maddeler dolaşıyordu; acil durum yaşıyordun; tüm enerjin aktif olmaya yönelmişti. Bir hayvan kızınca öfkelenir. Bu konuda herhangi bir ahlaki nosyon, almış olduğu bir ders yoktur. Sadece kızar ve öfkesini kusar. Sen de kızdığında benzer şeyler yaşıyorsun. Ama ortada toplum, ahlak kuralları ve sosyal statünün gerektirdiği davranış kalıpları gibi binlerce başka neden var. Öfkeyi bastırmak zorundasın. Kızgın değilmiş gibi davranmak zorundasın; gülümsemen lazım – sahte bir gülümseme! Bir şekilde gülümseyip öfkeyi bastırmalısın. Bu arada bedene neler oluyor? Beden kavgaya hazırdı – ya kaçmaya ya da kavga etmeye, tehlikeden uzaklaşmaya ya da onunla yüzleşmeye. Beden bir şey yapmaya hazırdı: öfke aslında bir şey yapmaya hazır olma durumudur. Beden şiddete ve saldırgan olmaya hazırlanıyordu. Eğer şiddet gösterip saldırgan olabilseydin, enerjin de boşalırdı. Ama olamıyorsun – bu doğru olmaz, o yüzden bastırıyorsun. Peki saldırgan olmaya hazırlanan tüm o adalelere ne olacak? Sakat kalacaklar. Enerji onları saldırgan olmaya itiyor, sen ise öyle olmasınlar diye geri bastırıyorsun. Çelişki yaşanacaktır. Adalelerinde, kanında, dokularında çelişki yaşanacaktır. Onlar bir şeyleri ifade etmeye hazırlanıyorlar ve sen bunu yapmasınlar diye geri itiyorsun. Onları bastırıyorsun. O zaman beden sakatlanıyor. Bu her duygu için geçerli. Üstelik yıllardır her gün yaşanıyor. Bu durumda bedeninin her yeri sakatlanıyor. Tüm sinirler sakat kalıyor. Akıcı değiller, canlı değiller. Ölü gibiler, zehirlenmişler. Hepsi birbirine girmiş. Doğal bir halde değiller. Sen ona bir şeyler yaptın: onu ezdin ve doğal akışını kestin. Durgunlaştı. Bedeninin her yerinde zehir var. Her bir adalende bastırılmış öfke, bastırılmış cinsellik, bastırılmış açgözlülük, bastırılmış kıskançlık ve nefret var. Buradaki her şey bastırılmış. Bedenin hastalıklı. Bu nedenle, aktif meditasyonları yapmaya başladığında, tüm bu zehirler boşalacak. Bedeninin her neresi durgunlaşmışsa erimek, yeniden sıvı hale gelmek zorunda kalacak. Bu da ciddi çaba gerektirir. Kırk yıl boyunca yanlış bir yaşam biçimini sürdürdükten sonra aniden meditasyona başlayınca tüm beden altüst olur. Her yerinde ağrı ve sızı hissedersin. Ama bunlar iyidir ve kabullenmek zorundasın. Bırak beden yeniden akıcılığını kazansın. Tekrar zarif ve çocuksu olacak; yeniden capcanlı hissedeceksin. Ama o canlılığı geri kazanmadan önce ölü kısımların düzeltilmesi gerekir ve bu da biraz acı verir. _Kalbinin etrafında zırh varsa, duygularını bloke ediyorsan, o zaman o insan sana her zamanki kadar uzak kalır; yakınlık mümkün değildir. Ama eğer bir insanı gerçekten yakınına alırsan ve zırh da yoksa, o zaman kalbin ona doğru erir. Bir birleşme yaşanır. _Bedeninin birçok zehri boşaltması lazım. Toksik hale geldin ve acı duyacaksın, çünkü o zehirler içine yerleşmiş. Ben şimdi tekrar kaos yaratıyorum. Bu meditasyonun amacı içinde kaos yaratmak, böylece yeniden düzene girecek, yepyeni bir düzenleme yapabileceksin. Şimdiki halin yok olacak ki yeniden doğabilesin. Acı olacak, ama buna değer. O yüzden meditasyona devam et ve bedenin acı çekmesine izin ver. Beden direnmesin; bırak bu acıları yaşasın. Bu acı geçmişinden kaynaklanıyor, ama geçecek. Eğer sen hazırsan geçecek. Geçtikten sonra da ilk kez bir bedene sahip olacaksın. Şimdi sadece bir hapishanen, bir kapsülün var; esasında ölüsün. Kapsüle girmişsin; kıvrak, canlı bir bedenin yok. _Hala acı duyuyorsun. Farkında ol veya olma, acı bedeninin her yerini sarmış. Sen bunun bilincinde değilsin, çünkü hep onunla yaşadın. Bir şey hep oradaysa, bir süre sonra onu fark etmezsin. Meditasyon sayesinde bilinçleneceksin ve o zaman zihin diyecek ki, "Bunu yapma; tüm bedenin ağrıyor." Zihnin dediğini dinleme. Sen meditasyona devam et. _Neşe, zevk anlamına gelmez; zevk bir şeylerden alınır. Neşe sadece kendin olmaktır. Canlı, tamamen capcanlı; bedeninin etrafında hafif bir müzik ve içinde de bir senfoni hissederek: neşe budur. Bedenin akıcı olduğunda, nehir gibi akıp gittiğinde neşeli olabilirsin. *** _UYKUSUZLUK_ _Uyuyamıyorsan o arada meditasyon yap. Fırsatları hep olumlu bir şey için kullan. Her şey hakkında yaratıcı ol. Uyuyamıyorsan uykuyu zorlamanın anlamı yok, çünkü uyku zaten zorlanamaz. Uyku irade ile yönetilemeyen enerjilerden biridir. Buna kalkışırsan rahatsız olursun. Zorla uyumayı denemek için bir şeyler yaparsan, yaptığın şey muhtemelen aksi yönde çalışır, çünkü uyku yaptırıma ters tepki verir; o yapmama halidir çünkü. İştah olmaması beden dilidir, sana verilen bir işarettir. Beden kelimelerle konuşamaz: "Dur!" diyemez. Böylece işaretlerle iletişim kurar: iştahsızlık bir işarettir. Beden "Yeme!" diyor, ama sen zihninde günde en az iki veya üç öğün yemek yemen gerektiğini, yoksa güçsüz kalacağını sanıyorsun. Bedeni kandırmaya çalışıyorsun, ama bu saçma! Aynı şey uyku ile de oluyor. Uyuyor, ama üçte veya dörtte uyanıyorsun. Sessizce olduğun yerde yat; gecenin sessizliğinin tadına var! Uykun bölündü diye endişeleneceğine bu anı meditasyon olarak değerlendir. Kalkmaya gerek yok: yatakta yat, ama kulak ver... Gecenin sesini dinle veya sessizliğini. Trafiğin sesi geliyor, ama insan sesi yok; herkes uyuyor. Bu çok güzel! Yalnızsın – neredeyse dağ başında gibisin – karanlıkla baş başasın ve onun sakinleştirici özelliğini hissediyorsun. Bunun keyfini çıkar ve bu keyifle gevşe. Geceye ayak uydur, gecenin seslerine kulak ver ve keyfini çıkar! Bunun müthiş bir güzelliği var. O takdirde tekrar ne zaman uykuya daldığının farkında bile olmayacaksın ************ ************ _Bedenin Zekası_ _İnsan, doğanın bir parçasıdır; sağlığı ise doğa ile uyum içinde olmaktan ibarettir. Batı bilimi ise insanı doğadan ayrı mekanik bir varlık olarak gördüğü için hatalıdır. Ama insan bir makine değildir; insan organik bir bütündür ve sadece hasta parçasının iyileştirilmesi yetmez. Hasta parça tüm organizmanın zor durumda olduğuna dair bir göstergedir. Hasta olan yeri iyileştirirsin ve başarılı olmuş gibi gözükürsün, ama sonra hastalık yeniden baş gösterir. Tek yaptığın hastalığın kendini hasta olan yerden göstermesini engellemek olmuştur; onu daha güçlendirmiş oldun. Ama insanın bir bütün olduğunu anlamıyorsun: İnsana bütün bir organizma olarak bakılmalıdır. _Temelde bedenin her zaman seni dinlemeye hazır olduğunu anlamak yatar – ama onunla hiç konuşmadın, hiçbir zaman iletişim kurmadın. İçindeydin, onu kullandın, ama hiç teşekkür etmedin. O sana hizmet ediyor, hem de elinden gelen en akıllı biçimde. Doğa bedeninin senden daha zeki olduğunu biliyor, çünkü bedendeki tüm önemli şeyler sana değil ona verildi. Nefes almak senin kontrolünde olsaydı çoktan ölmüştün. Yaşamaya devam etmen için hiç şansın kalmazdı, çünkü nefes almayı her an unutabilirdin. Kalp atışı, kan dolaşımı, yenenlerin sindirilmesi – bunlar sana bırakılmıyor. Bilim adamlarının dediğine göre her birimiz ufacık sindirim sisteminin yaptığı şeylerden birini üstlensek yiyecekleri kana dönüştürmek, gerekli malzemeleri gerekli yerlere göndermek için koskoca bir fabrika kurmamız gerekirdi. Bazı maddelere beynin ihtiyacı var ve onlar kan dolaşımı yolu ile beyne ulaştırılıyorlar. Diğerlerine başka yerlerde ihtiyaç var. Beden hepsini yerine götürüyor – ama sen buradaki bilgeliği görmüyorsun. *** _Bedenin Bilgeliği_ _Basit metalleri altına çevirmeye uğraşan simyacıları duymuşsundur. Bedenin çok daha iyisini yapıyor – senin içeri atıp durduğun bir sürü ıvır zıvırı kana, kemiğe dönüştürüyor. Dondurma ve koladan, beynini oluşturuyor, bir Einstein, bir Buda, bir Lao Tzu yaratabilen beyni. Şu mucizeye bir bakın! Bilim insanları deniyorlar, ama dondurmadan beyin yaratamıyorlar! Gerçekleşse bile beyin aracılığı ile olacak; yine beynin bir mucizesi olacak. _Beyin, kafatasının içinde ufacık bir şey. Tek bir beyin dünyanın tüm kütüphanelerindeki bilgileri saklayabilir. Kapasitesi neredeyse sonsuz. En müthiş hafıza sistemi. *** _Bedenle Konuş_ _Beden ikna edilebilir. Ve beden Tanrı'nın öyle güzel bir hediyesi ki onunla itişmek Tanrı'ya karşı gelmek ile eşdeğer. O bir tapınak. Biz de içinde yaşıyoruz. Biz onun içinde var oluyoruz ve ona iyi bakmak zorundayız – o bizim sorumluluğumuz. _Bize kendi bedenimizle konuşmak hiç öğretilmedi – ama bu sayede mucizeler gerçekleşebilir. Biz farkında olmadan zaten gerçekleşiyor. Ben sizinle konuşurken elim bir hareket yapıyor. Sizinle konuşuyorum – beynim sizinle iletişim halinde. Bedenim onu takip ediyor. Beden beyinle uyumlu içinde. Beden adeta beyin ile paralel çalışıyor. O çok duyarlı – bedeninle nasıl konuşulacağını öğrenmelisin ve işte o zaman pek çok şey yapılabilir. Sadece elini kaldırmak istediğin düşüncesi aklından geçiyor ve beden bunu uyguluyor – bu bir mucize. *** _Bedeni Dinle_ _Bedeni izle. Asla hiçbir şekilde onu baskı altına almaya çalışma. Beden senin temelin. Bir kez bedenini anlamaya başlarsan mutsuzluğunun yüzde 99'u yok olup gider. Ama sen dinlemedin – şimdiye kadar. Beden diyor ki, "Dur! Yeme!" Sen yemeye devam ediyorsun; beynini dinliyorsun. Beyin diyor ki, "Bu çok lezzetli. Hadi birazcık daha."Sen bedeni dinlemiyorsun. Beden kendini kötü hissediyor. Sen beyni dinlemeye devam ediyorsun. Bedeni dinlersen sorunlarının yüzde 99'u yok olup gidecek ve kalan yüzde bir gerçek sorunlar değil, ancak kazalar olacak. _Çocukluğumuzdan beri beden ile ilgilenmemiz engellendi, bedenden koparıldık. Çocuk aç olduğu için ağlar ve annesi saate bakar, çünkü doktor ancak üç saat geçtikten sonra çocuğa süt verilmesi gerektiğini söylemiştir. Anne çocuğa bakmaz. Aslında gerçek saat çocuktur, ama kadın saate bakmaya devam eder. Doktoru dinler, ama çocuk ağlar ve yemek ister ve çocuk yemeği hemen şimdi ister. Ona hemen şimdi yemek verilmezse bedeninden uzaklaştırılmış olur. Sen de ona yemek yerine emzik veriyorsun. Bu durumda hile yapıp onu kandırıyorsun. Ona sahte, plastik bir şey veriyorsun ve çocuğun bedenine karşı duyarlılığını başka yöne çekip yok ediyorsun. Beden kendi bildiğini ifade etmekten alıkonuyor; işin içine beyin giriyor. Emzik çocuğu sakinleştirir ve çocuk uykuya dalar. Sonra saat zamanın dolduğunu söyler ve çocuğa süt vermek zorundasındır. Ama şimdi çocuk mışıl mışıl uyumaktadır, bedeni de uykudadır; onu uyandırırsın, çünkü doktor sütün şimdi verilmesi gerektiğini söylemiştir. Yeniden çocuğun doğal ritmini bozarsın. Yavaş yavaş tüm varlığını altüst edersin. Bir an gelir ki bedeni ile hiçbir ilgisi kalmamıştır. Bedeninin ne istediğini bilmez. Her şey dışarıdan gelen bir şeylerle yönetilir. Playboy dergisine bakar ve canı sevişmek ister. Bu aptalcadır; bu beynin yolladığı bir sinyalden ibarettir. _Bir karın ya da bir kocan vardır, sevişmek zorunda hissedersin – bir göreve dönüşür. Görev bilinci içinde her akşam sevişirsin. Olayın içten gelen bir tarafı kalmamıştır. Sonra da endişelenirsin, çünkü bunun seni tatmin etmediğini hissetmeye başlarsın. Bir başkasını ararsın. Mantık çerçevesinde düşünürsün: "Belki de bu benim için doğru insan değil. Sorun karşındakinde değil: ne sen ne de o bedeninde değilsiniz. Eğer insanlar bedenlerinde olsalardı kimse orgazm denen o güzelliği kaçırmazdı. Eğer insanlar bedenlerinde olsalardı orgazm deneyimleri sayesinde Tanrı'nın ilk bakışlarını yakalarlardı. _Beyin aptaldır; beden akıllıdır. Eğer bedenin derinlerine inersen o derinlikte ruhunu bulursun. Ruh bedenin derinliklerinde saklıdır. Bedenini dinle, bedeninizi izle. *** _Beden Bir Mucizedir_ _Beden müthiş güzel ve bir o kadar da karmaşıktır. Sen onun hakkında hiçbir şey bilmiyorsun. Ona sadece aynada baktın. Hiç içeriden bakmadın; o kendi içinde bir evrendir. Mistiklerin hep dediği de işte bu: bedenin minyatür bir evren olduğu. Ona içerden bakarsan öyle geniştir ki – milyonlarca ve milyonlarca hücre ve her hücre kendi başına bir canlı ve her hücre öyle akıllıca davranıyor ki neredeyse bu imkansız, inanılmaz, akıl almaz bir olay. Yemek yiyorsun ve beden onu ete, kemiğe, kana, bilince dönüştürüyor. Sadece senin bedeninde yetmiş milyon hücre var – yetmiş milyon ruh. Her hücre kendi ruhuna sahip. Ne kadar da iyi çalışıyorlar! Her biri öylesine ahenk içinde, öylesine ritmik ve uyumlu ki. Aynı hücreler gözleri oluşturur ve aynı hücreler cildi oluşturur ve kalbini ve iliğini ve aklını ve beynini. Aynı hücreler kendi aralarında uzmanlaşır – ve sonra uzman hücre olurlar – ama aynı hücredirler. Nasıl da güzel hareket ederler, nasıl da uyum ve sessizlik içinde çalışırlar. _İçine gir, gizeminin içine dal, çünkü köklerin orada. Beden senin toprağın; senin köklerin de bedeninde. Bilincin bedendeki bir ağaç gibi. Düşüncelerin ağacın meyveleri. Meditasyonların da çiçekleri. Ama senin köklerin bedende; beden seni taşıyor. Beden her yaptığına destek veriyor. Aşık oluyorsun; beden seni destekliyor. Nefret ediyorsun; beden seni destekliyor. Merhamette, aşkta, öfkede, nefrette – her şekilde – beden seni destekliyor. Senin köklerin bedende; sen bedenden besleniyorsun. Kim olduğunu anlamaya başladığında bile beden seni destekliyor. Beden senin dostun; düşmanın değil. Onun lisanını dinle, şifresini çöz ve yavaş yavaş, bedenin kitabına dalıp da sayfalarını çevirmeye başladıkça yaşamın tüm gizeminin farkına varacaksın. O gizem özetlenmiş halde senin bedenin. Milyon defa büyütüldüğünde o tüm dünyayı kaplıyor. *** _Beden Tüm Gizemi Kapsıyor_ _Beden, evrendeki tüm gizemleri kapsıyor; o, minyatür bir evren. Bedenle evren arasında sadece miktar farkı var. Nasıl ki tek bir atom maddenin tüm sırlarını taşıyor, beden de evrenin tüm sırlarına sahip. İnsanın dışarıda sır arayışına girmesi gerekmiyor, sadece kendi içine dönmesi yeterli. Ve bedene iyi bakmak gerekiyor. Ona karşı olunmamalı, onu lanetlememeli. Onu lanetlersen Tanrı'yı lanetlemiş oluyorsun, çünkü Tanrı, bedeninin en derin yerinde yaşıyor. Ben bedene Tanrı'nın mabedi diyorum. Beden tarafsız. Sen ne zaman gitmek istersen o hazır. O çok karmaşık, güzel, düzenli bir mekanizma. Ve bir kez bedene karşı tavrın değişti mi içine girmek kolaylaşır, çünkü beden sana açılır. Sana içeri girme izni verir; sana sırlarını açmaya başlar. Yoga'nın tüm sırları ilk kez bu şekilde açığa çıktı. Tao'nun tüm sırları ilk kez bu şekilde açığa çıktı. Yoga cesetlere otopsi yapılarak ortaya çıkarılmadı. Ölü bir bedeni kesip biçerek onun hakkında bir şeyler öğrenebilirsiniz, ama yaşayan bir beden hakkında bir şey öğrenmek tamamen farklıdır. Tıbbın tek bildiği onu parçalamak, kesip açmak, ama kestiğin anda olay değişir. Bir çiçeği dalında tanımak ve anlamak ile onu kesip içine bakmak tamamen farklıdır. _Esas yöntem içine dönüp bedenini oradan izlemek, varlığının en dibinden. Onun nasıl da tıkır tıkır çalıştığını görünce, müthiş bir coşku duyarsın. Bu evrende oluşan en büyük mucize odur. *** _Beden Akıl Bağlantıları_ _Sorunların çoğu psikosomatik, çünkü beden ve akıl iki ayrı şey değil. Akıl, bedenin iç bölümü ve beden aklın dış kısmı, bu yüzden herhangi bir şey bedende başlayıp akılda yer edebilir veya tam tersi. _Çoğu sorun iki taraflıdır. Hem akıldan hem de bedenden çözülebilir. Şimdiye dek dünyadaki usul buydu. Birkaç grup insan tüm sorunların bedene ait olduğunu düşünür – fizyologlar, Pavlovcular, davranış bilimciler... Onlar bedeni tedavi ederler ve tabii yüzde 50 başarılı olurlar. Bilim ilerledikçe daha fazla başarı göstermeyi umarlar, ama asla yüzde 50'den fazlasını başaramayacaklar; bunun bilimin gelişmesiyle hiç ilgisi yok. Sonra tüm sorunların akıldan kaynaklandığını düşünenler var – bu da ilk iddia kadar yanlış. Bazı mezhepler ve hipnotizmacılar; hepsi sorunların sadece akıl kökenli olduğunu düşünürler. Bir de psikoterapistler. Onlar da yüzde 50 başarılı olurlar; onlar da eninde sonunda başarı grafiklerinin yükseleceğine inanırlar. Bunların hepsi saçmalık. Yüzde 50'nin ötesine geçemezler; bu onların sınırıdır. Benim kendi anlayışıma göre her bir sorunun aynı anda her iki cepheden de ele alınması gerekir; her iki perspektiften saldırıya geçmek gerekir, bu iki cephede verilen bir savaş. Ondan sonra insanlar yüzde yüz iyileşebilir. _İlk başlama noktası bedendir, çünkü beden akla açılan kapıdır – o işin vitrinidir. Ve beden ele avuca geldiğinden idaresi kolaydır. İlk önce bedenin tüm birikmiş yapılanmalarından arınması gerekir, aynı zamanda aklın da ilham alması gerekir ki yukarı doğru hareket etmeye başlayıp onu aşağı çeken tüm ağırlıkları üzerinden atabilsin. *** _Akıl ve Beden, 2 Ayrı Şey Değildir_ _Bunu her zaman hatırla. "Fizyolojik süreç" veya "akli süreç" deme. Bunlar iki ayrı süreç değil – sadece bir elmanın iki yarısı. Seni fizyolojik açıdan etkileyen her şey aklını, yani beynini de etkiler. Psikolojik olarak yaptığın her şey de bedeni etkiler. Bu iki ayrı şey değil, tek bir bütündür. Bedenin aynı enerjinin katılaşmış hali ve aklın da bu enerjinin sıvı hali olduğunu söyleyebilirsin. Yani fizyolojik olarak ne yapıyorsan bunun sadece fizyolojik olduğunu zannetme. Bunun beyninde nasıl olup da bir değişime yol açacağına şaşırma. Eğer alkol alıyorsan beynine neler oluyor? Alkolü bedeninden alıyorsun, beyninden değil, ama beyne neler oluyor? Uyuşturucu kullanıyorsan bu bedene giriyor, beyne değil, ama beyne neler oluyor? Aklına bir seks simgesi getir ve göreceksin ki bedenin hazırlanmaya başlıyor. Oruçta da tam tersi. _William James'in ortaya attığı ve ilk bakışta gayet tuhaf görünen bir teori vardı, ama bir bakıma haklıydı. O ve Lange adında bir diğer bilim adamı James- Lange teorisi olarak adlandırılan teoriyi geliştirdiler. Normalde, korktuğunu söyler, o yüzden kaçıp gidersin veya kızarsın, bu yüzden gözlerinizi kan bürür ve hasmına saldırırsın. Ama James ve Lange tam tersini iddia ettiler. Onlara göre kaçtığın için korkarsın; gözlerin kanlandığı için hasmına saldırırsın ve öfkelenirsin. Yani aksini savunuyorlardı. Eğer bu doğru değilse, gözlerin kızarmadığı ve bedenin etkilenmediği gerçek bir öfke vakası görmek istediklerini söylediler. Bedenin etkilenmesine izin vermeden öfkelenmeye çalışın – öfkelenemediğinizi göreceksiniz. *** _Öfke Kontrolü_ _Japonya'da çocuklara öfke kontrolü için çok basit bir yöntem öğretilir. Ne zaman öfke duyarsanız bununla ilgili hiçbir şey yapmayın. Sadece derin nefes alın, denir. Dene, göreceksin ki öfkelenmiyorsun. Niye? Derin nefes aldın diye neden öfkelenemiyorsun? Öfkelenmek imkansızlaşıyor. Bunun iki nedeni var. Derin nefes almaya başlıyorsun, ama öfke belli bir nefes ritmine ihtiyaç duyar ve bu ritim olmadan öfkelenmek mümkün değildir. Öfkenin var olabilmesi için belli bir ritimde veya kesik kesik nefes almak gerekir. Derin nefes alırsan öfkenin dışarı vurması imkansızlaşır. Bilinçli olarak derin nefes alıyorsan, öfke kendini ifade edemez. Öfkenin farklı bir nefes alma yöntemi vardır. Bunu senin yapmana gerek yok; öfke kendisi halleder. Derin nefes alınca kızamazsın. Ayrıca aklın yer değiştirir. Kızdığında ve derin nefes almaya başladığında aklın öfkeden nefes almaya kayar. Beden kızacak durumda değildir, akıl da konsantrasyonunu başka bir şeye doğrultur. O zaman öfkelenmek zorlaşır. Bu yüzden Japonlar yeryüzündeki en kontrollü insanlardır. Bu sadece çocukluktan gelen bir eğitim sayesinde olur. _Adamın birine araba çarptı. Düştü, kalktı, sürücüye teşekkür etti ve uzaklaştı. Japonya'da bu zor değil. Birkaç derin nefes almış ve böylece mümkün olmuştur. Başka bir tavır almak üzere değişime uğruyorsun ve seni neredeyse öldürmek üzere olan birisine bile teşekkür edebiliyorsun. _Fizyolojik süreçler ve psikolojik süreçler ayrı şeyler değildir, ikisi aynıdır ve her iki ucun birinden başlayarak diğerini etkileyip değiştirebilirsin. _Mesleği bedeni iyileştirmek olan birisi meditasyon yapardı. Ve beden acı çektiğinde bunun ardında bir şey olmalı, çünkü her şey iç içe geçmiştir. O yüzden kimse sadece bedeni iyileştirilerek iyileşemez – bedenin tamamı tedavi edilmelidir. Her doktorun meditasyon yapması gerekir, yoksa asla gerçek bir doktor olamaz. Diplomaları ve doktorluk yapmak için yetkisi olabilir, ama bana göre o bir şarlatandır, çünkü insanın tamamını tanımadığından sadece belirtileri tedavi edebilir. Belirtiler değil insanlar tedavi edilmelidir. Ve insan organik bir bütündür. Bazen öyle olur ki hastalık kendisini ayaklarda gösterir, ama esas neden kafadadır. İnsanlardaki hiçbir şey birbirinden bağımsız değildir. Beden sadece kendi içinde bağlantılı olmakla kalmaz, beden beyne ve sonra da hem beden hem beyin –"soma" ve "psyche" – her ikisi de her şeyin üzerinde bir ruha bağlıdır. *** _Yaşama Karşı Olumsuz Şartlanmanın Şifrelerini Çözmek_ _Tek görevin mutlu olmak. Mutlu olmayı ibadet haline getir. Mutlu değilsen her ne yapıyorsan orada bir terslik var ve ciddi bir değişime ihtiyaç duyuluyor demektir. _Ben bir hedonistim. Ve insanın tek kriteri mutluluktur. O yüzden bir şey yaptığında hep neler olduğuna bak: eğer evde huzurlu veya rahatsan işler yolundadır. Kriter budur. Senin için doğru olan bir başkası için yanlış olabilir; bunu da unutma. Bu konuda evrensel bir kural yok. *** _Neden Mutsuz Olmayı Seçiyoruz_ _Birincisi, insanların yetiştiriliş şekli çok belirleyici bir rol oynuyor. Eğer mutsuzsan bundan bir şey elde ediyorsun; hep kazanıyorsun. Eğer mutluysan hep kaybediyorsun. Ta en baştan bir çocuk aradaki farkı sezinler. Ne zaman mutsuz olsa herkes ona sempati duyar; böylece sempati kazanır. Herkes ona karşı sevecen olmaya çalışır; böylece sevgi kazanır. Üstüne üstelik ne zaman mutsuz olsa herkes onunla daha çok ilgilenmeye çalışır; böylece ilgi kazanır. İlgi, egonun besinidir, tıpkı alkol gibi bir uyarıcıdır. Size enerji verir; kendinizi önemli hissederseniz. İşte bu yüzden ilgi çekmeye bunca ihtiyaç, bunca istek duyuluyor. _Buna bağlı diğer olay ise şudur: mutlu olduğunda, neşeli olduğunda, coşkulu olduğunda herkes seni kıskanır. Kıskançlık herkesin düşmanca tavır takınması, kimsenin dostça davranmaması anlamına gelir; _Ego ilişkilerde var olur. İnsanların sana olan ilgisi arttıkça daha fazla ego elde edersin. Sana kimseler bakmazsa ego erir gider. Eğer herkes seni tamamen unuttuysa ego nasıl varolabilir? Sen var olduğunu nasıl hissedebilirsin? O yüzden birliklere, topluluklara, kulüplere ihtiyaç var. Tüm dünyada kulüpler mevcuttur – Rotary, Lion, Mason – milyonlarca kulüp ve topluluk. Tüm bu kulüp ve topluluklar başka yollardan ilgi çekmeyi başaramayan insanlara ilgi sağlamak için vardır, hepsi o. _Gülümsemelerimiz bile politiktir. Kahkaha ortadan kalktı, neşe neredeyse bilinmiyor ve coşkulu olmak neredeyse imkansız, çünkü buna izin verilmiyor. Mutsuzsan kimse deli olduğunu düşünmez. Coşku içinde dans ediyorsan herkes delirmiş olduğunu düşünür. _Eğer birisi mutsuzsa her şey yolundadır; uyum içindedir, çünkü aşağı yukarı tüm toplum mutsuzdur. O da bir üyemiz, bize ait. Birisi coşkulu davranınca onun delirdiğini düşünüyoruz. O bize ait değil – ve onu kıskanıyoruz. _Bilim coşkuya izin vermez. Coşku en büyük devrimdir. Tekrar ediyorum: coşku en büyük devrimdir. Eğer insanlar coşkulu olursa tüm toplum değişmek zorunda kalacak, çünkü bu toplum mutsuzluk üzerine kurulu. Psikiyatristler de o insanın normal mutsuzluğuna kavuşmasına yardım eder. _Sabahları herkesin bir seçeneği vardır. Sadece sabahları da değil, her an mutsuz veya mutlu olmak için bir seçenek vardır. Sen hep mutsuz olmayı seçiyorsun, çünkü bu bir yatırım. Sen hep mutsuz olmayı seçiyorsun, çünkü bu bir huy, bir alışkanlık haline gelmiş; hep böyle yaptın. Bu konuda verimli hale geldin; bu bir yola dönüştü. Beynin bir seçim yapmak zorunda kaldığı an hemen mutsuzluğa doğru yöneliyor. _Çocuk sinirlendiğinde öfke olmuştur – öfkeli değildir, öfkenin ta kendisidir. Ve sonra güzelliği gör, öfkenin çiçek açmasını. Çocuk hiç çirkinleşmez – öfke içinde bile güzel görünür. Sadece daha canlı, daha hayat dolu, daha gergin görünür – patlamaya hazır volkan gibi. Öylesine ufacık bir çocuk, öylesine büyük bir enerji, öylesine atomik bir varlık – tüm evren patlamak üzereymiş gibi. Bu öfkeden sonra çocuk sessizleşecektir. Bu öfkeden sonra çocuk çok huzurlu olacaktır. _O kadar uzun zamandır, öylesine bir alışkanlıkla yanlış olanı seçiyorsun ki bunu artık otomatik olarak yapıyorsun. Geriye bir seçenek kalmıyor. Uyanık ol. Mutsuz olmayı seçtiğin her an şunu hatırla: bu senin seçimin. Bu farkındalık bile yardımcı olacaktır; bu benim seçimim ve sorumluluğum ve bunu ben kendime yapıyorum, bu benim marifetim, dedirten bir bilinçlenmedir bu. Farkı hemen hissedeceksin. Aklın kalitesi değişecektir. Mutluluğa uzanman kolaylaşacaktır. Ve bunun senin seçimin olduğunu fark ettiğinde her şey bir oyuna dönüşür. O zaman mutsuz olmaya bayılıyorsan, mutsuz ol, ama unutma ki bu senin seçimin ve şikayet etme. *** _İki Değişik Yaşam Tarzı_ _İki değişik yaşam tarzı vardır. Birisi çaba, irade, ego ile ilgilidir; diğeri ise çabasız, kavgasızdır, var oluşa teslim olmakla ilgilidir. Dünyanın çoğu dinleri sana birinci yolu, yani kavgayı öğretir – doğayla savaşır, dünyayla savaşır, kendi bedeninle savaşır, akılla savaşırsın. Ancak o zaman gerçeğe, sonsuza, en tepeye ulaşırsın. Ama bu ego yolunun, güce olan bu düşkünlüğün, bu kavganın ve savaşların tamamen başarısız olduğu ortada. Milyonlarca yıldır ancak bir avuç insan gerçek yaşam deneyimini tadabildi, sayıları o kadar az ki onlar istisna olarak kalıyor, kaide değiller. Ben sana ikinci yolu öğretiyorum: var oluşun akışına ters gitme, onunla beraber yol al; o düşmanın değil. Aynen akıntıya kürek çekmeye çalışan bir insan gibi sonunda yorulacak ve hiçbir yere varamayacaksın. Nehir çok geniş ve sen de çok küçük bir parçasısın. Bu kocaman yaradılışta sen bir atomdan daha ufaksın. Bütünle nasıl savaşırsın? Fikrin kendisi bile pek zekice sayılmaz. Ve sen o bütün tarafından yaratıldın, bu durumda o nasıl senin düşmanın olabilir ki? Doğa senin annen; sana karşı olamaz. Bedenin yaşamının ta kendisi; sana düşmanca davranamaz. Onunla devamlı itişme halinde olmana rağmen o sana hizmet etmeye devam ediyor. Uyanıkken hizmet veriyor, hatta uykudayken bile hizmette kusur etmiyor. Kim nefes alıyor? Derin bir uykudasın ve horluyorsun. Bedenin kendine has bilgeliği var. Nefes almaya devam ediyor, kalp atıyor, beden sen olmadan da işlevini sürdürüyor. Hatta sen orada değilken daha iyi çalışıyor. Senin varlığın hep bir huzursuzluk kaynağı, çünkü beynin bedene karşı olman gerektiğini söyleyen insanlar tarafından şartlandırıldı. Ben sana varoluş ile dostluk kurmayı öğretiyorum. Senin dünyayı reddetmeni istemiyorum, çünkü dünya senin ve benim. Var olan hiçbir şey sana karşı değil. Tek öğrenmen gereken yaşama sanatı – reddetmek değil keyfini çıkartmak. Bu sadece bir sanatı öğrenme sorunu ve sonuçta zehri nektara dönüştürebilirsin. _Eğer bir noktada bedenin, doğanın, dünyanın aleyhine olduğunu görürsen bir tek şeyi hatırla: bu senin cehaletinden kaynaklanıyor olabilir; yanlış bir tavır takınmış olabilirsin. Yaşama sanatını bilmiyor olabilirsin. Var oluşun sana karşı olamayacağının farkında değilsin. Sen onun içinden doğuyorsun, içinde yaşıyorsun, o sana her şeyi sunuyor ve sen minnettar bile değilsin. _Sorunun temelde kendi içine bakmak, nerede olduğunu görmektir. Eğer mutsuzsan, acı çekiyorsan, endişeliysen, ıstırabın varsa; yaşamında bir şeyler eksikse; tatminsizsen, hiçbir yerde herhangi bir anlam bulamıyorsan ve sadece kendini ölüme doğru sürüklüyorsan... Karanlık gittikçe büyür, her gün ölüm biraz daha yaklaşır _Akıntıya karşı kürek çekmemen – bu aptallıktır. Bununla mücadele edemezsin, çünkü doğanın akıntısı çok büyük ve çok güçlü. En iyi yöntem ölü bir bedenden ders almak. Ölü insanlar yaşayanların bilmedikleri sırlara sahipler. Yaşayan insanlar yüzme bilmiyorlarsa boğulurlar. Bu çok gariptir, çünkü öldükleri zaman tekrar yüzeye çıkarlar. Ölü insan tamamen kendini bırakmış durumda. Yüzmüyor bile. Hiçbir şey yapmıyor. Başarılı yüzücü, ölü bir beden gibi, kendini akıntıya bırakır, nehirle beraber - o sonunda hep denize ulaşır. Her nehir denize akar, o yüzden kutsal bir nehirde olup olmadığın konusunda endişelenmene gerek yok. Kutsal veya değil, her nehir eninde sonunda denize kavuşur. Sen nehrin yüzeyinde kal yeter. Ve ben buna güven diyorum – var oluşa güven, böylece nereye giderse gitsin doğru yola, doğru amaca varacağına dair güven. O senin düşmanın değil. *** Devamı Yorumda
··
1.960 görüntüleme
Onur okurunun profil resmi
_Din_ _Birçok din sana doğaya karşı savaşmanı öğretir. Doğal her şey lanetlenir. Tüm dinler doğal olmayan bir şeyler yapmayı başarabilmen gerektiğini söyler, ancak o zaman biyoloji, fizyoloji, psikoloji gibi etrafını saran duvarların esaretinden kurtulabilirsin. Ama bedeninle, beyninle, kalbinle uyumlu olmaya devam edersen dinler sana asla kendini aşamayacağını söyler. İşte bu noktada ben bunlara karşı geliyorum. Varlığına zehirli bir tohum atmışlar, o yüzden bedeninin içinde yaşarken onu sevemiyorsun. _Birçok din sana en başından beri doğayı lanetlemen gerektiğini öğretti. Hayatı lanetlemeyi öğreten bir din zehir doludur. Yaşama karşıdır; ölümün hizmetindedir; sana hizmet etmez, var oluşa hizmet etmez. Ama sorun nereden kaynaklanıyor? Tüm bu dinler doğaya zıt gittiler. Bu dünyaya karşı değilsen asla diğer dünyayı, daha üstün olanını elde edemeyeceğine dair bir mantık düzeni niçin yarattılar? Niye bu dünya ile o dünya arasında böyle bir ayrım yaptılar? Bunun bir nedeni var. Bu dünyadan feragat edilmez de sonuna dek yaşanırsa, papaza gerek kalmaz. Dünyayla savaşılacaksa, dünyevi her şeyden feragat edilecekse, doğal içgüdülerini bastırmak zorundasın. Tabii o zaman hastalıklı bir durumda olacaksın. Doğaya karşı gelerek asla sağlıklı, asla bütün olamazsın. Hep ikiye bölünmüş, şizofrenik durumda olacaksın. Doğal olarak, sana yol gösterecek, yardım edecek birilerine ihtiyaç duyacaksın – papaza ihtiyacın olacak. Doğal olarak, suçlu olduğunda kiliseye, sinagoga gidiyorsun; papazdan, hahamdan sana yardım etmesini istiyorsun, çünkü düştüğün derin karanlıkta – ki bunun oluşmasından onlar sorumlu – o kadar çaresizsin ki seni koruyacak, yardımcı olacak, ışığı gösterecek birine ihtiyacın var. O kadar çaresizsin ki papazın senden daha bilgili olup olmadığını veya sadece maaşlı bir memur olduğunu bile düşünmüyorsun. _Sana çoğu dinlerin öğrettiği yöntemler dövüş yöntemleridir; bir yere varmazlar. Sadece yaşamında neşe duymanı engellerler. Bu hayattaki her keyifli şeyi zehirlerler. Kederli bir insanlık yarattılar. Ben aşkla ve dansla ve müzikle dolu bir insanlık isterdim. _Dünya üzerinde sana geçmiş yaşamlarında kötü işler yaptığın için mutsuz olduğunu söyleyip duran bazı dinler var. Hepsi saçmalık. Var oluş seni cezalandırmak için ne diye bir sonraki yaşamı beklesin ki? Buna gerek yok. Doğada her şey hemen olur. Bu yaşamda elini ateşe sokacaksın ve bu yüzden bir sonraki yaşamda yanacaksın? Tuhaf! Anında yanarsın, hemen şimdi. Neden ve sonuç birbirlerine bağlıdır; arada mesafe yoktur. Ama bu dinler insanları avutmaya devam ediyor: "Merak etme. Sadece iyilik yap, daha çok ibadet et. Tapınağa veya kiliseye git, böylece bir sonraki yaşamda mutsuz olmayacaksın." _Din nakit para, bir çek bile değil. Değişik dinler değişik stratejiler bulmuşlar, ama arkalarındaki neden aynı. "Siz acı çekiyorsunuz, çünkü Adem ile Havva bir günah işledi," diyorlar. _Hiçbir din senin öyle kolaylıkla mutlu olmanı istemiyor; o zaman onların disiplinleri ne işe yarayacak? O önemli uygulamalarına, dünyevi zevkleri reddeden inançlarına ne olacak? _İnsan sadece bu bütünlüğü yaşayarak çiçek açar, bu sayede bahar gelir ve yaşamına renk, müzik, şiir dolar. Bu bütünleşme sayesinde aniden tüm çevrende Tanrı'nın varlığını hissedersin. Ne kadar da ironik bir durum, çünkü içindeki ayrımı yaratan sözde azizler, papazlar ve kiliseler, hatta papazlar Tanrı'nın yeryüzündeki en büyük düşmanları. Tüm papazlardan kurtulmalıyız; insan patolojisinin temel nedeni onlar. Herkesi rahatsız ettiler; bir nevroz salgını yarattılar. Ve bu nevroz o kadar yaygın ki sorgulamadan kabulleniyoruz. Yaşamın bu olduğunu sanıyoruz, bundan ibaret olduğunu düşünüyoruz – bir acı çekme süreci, uzun, upuzun, uzayıp bir acı; can yakan, acı veren bir var oluş; bir bardak suda fırtına. _Sözde dini inançların seni çok gergin kıldı, çünkü içinde suçluluk yarattılar. Benim buradaki çabam tüm suçluluk ve tüm korkudan kurtulmana yardımcı olmak. Sana şunu söyleyeyim, ne cennet var ne de cehennem, o yüzden cehennemden korkma ve cennete gitme hırsına kapılma. Varolan her şey şu anın içinde. Bu anı bir cennete veya bir cehenneme dönüştürebilirsin – bu elbette mümkün – ama başka bir yerde cennet veya cehennem yok. Çok gergin olduğunda bu bir cehennem ve rahatlayınca da cennettesin. Tamamen rahatlamak ise cennetin doruğu. *** _Beden Senin Dostun_ _Belki de bedenindeki her hücrenin ufak bir beyni var. Ve bedeninde milyonlarca hücre var, milyonlarca ufak beyin, etrafta dolaşıyor, devamlı seninle ilgileniyorlar. Eğer seni bir sivrisinek ısırırsa ellerin onu kovalar veya öldürür ve uykun bozulmaz. Böylece sen uyurken bedenin seni korur. _Bedenin kendine has bir bilgeliği vardır. Bozuk yerleri atar, yenilerini yaratır; senin hiçbir şey yapmana gerek kalmaz, hepsi kendiliğinden olur. _Bedeninle kavga etme. O senin düşmanın değil, dostun. O, doğanın sana armağanı. Doğanın bir parçası. Her şekilde doğa ile bağlantılı. Nefes almaya bağlısın; güneş ışınlarına, çiçeklerin kokusuna, ay ışığına bağlısın. Her şeye bağlısın; ayrı bir adacık değilsin. O fikirden vazgeç. Sen tüm bu kıtanın parçasısın, ama yine de o sana bireyselliğini veriyor. İşte ben buna mucize derim. *** _Kendi kalbini dinle_ _Doğanın yapmak istediğini yap, yaratılıştan içinde olan özelliklerin arzuladıklarını yap. Kutsal kitapları değil kendi kalbini dinle; benim tek önerdiğim kutsal kitap odur. Evet, çok dikkatli, çok bilinçli dinle ve asla yanılmayacaksın. Eğer kendi kalbini dinlersen asla ikiye bölünmezsin. Kendi kalbini dinlerken doğru yönde ilerleyeceksin, neyin doğru neyin yanlış olduğunu hiç düşünmeden. O yüzden yeni insanlığın tüm marifeti kalbin sesini bilinçli, dikkatli, uyanık halde dinlemekten ibaret olacak. Ve bunu sonuna dek izle ve seni nereye götürürse oraya git. Evet, bazen seni tehlikeye sokacak – ama o zaman unutma ki o tehlikeler sayesinde olgunlaşacaksın. Ve bazen seni yoldan çıkaracak – ama yine unutma ki bu yoldan çıkmalar gelişmenin bir parçası. Çoğu kez düşeceksin. Tekrar ayağa kalk, çünkü böylece kuvvet topluyorsun – düşüp kalkarak. Bu şekilde uyum sağlıyorsun. Ama dışarıdan empoze edilen kurallara uyma. O tür hiçbir kural doğru olamaz, çünkü kuralları seni yönetmek isteyen insanlar koyarlar. Evet, bazen dünya üzerinde aydınlanmış liderler olmuştur – bir Buda, bir İsa, bir Krişna. Onlar dünyaya kural değil sevgilerini verdiler. Ama eninde sonunda müritleri toplanıp davranış kuralları koydular. Üstat gidince, ışık sönünce ve karanlığa gömülünce, müritler de uyacak bazı kurallar olsun diye bakınırlar, çünkü önlerini aydınlatacak ışıkları artık yok. Şimdi kurallara dayanmak zorundalar. _Asla taklitçi olma; hep orijinal ol. Kimsenin kopyası haline gelme. Ama dünya üzerinde olup biten bu – kopyalar ve daha fazla kopyalar. İsa'nın yaptıkları kendi kalbinin ona fısıldadıkları idi ve bugün Hristiyanların yaptıkları kendi kalplerinin fısıltısı değil. Onlar taklitçi – ve taklit etmeye başladığın anda kendi insanlığına hakaret ediyorsun, Tanrı'na hakaret ediyorsun *** _Mursuzluğa Sarılmaktan Vazgeç_ _Acıdan, mutsuzluktan, ıstıraptan vazgeçmek kolay olmalı. Zor olmamalı: mutsuz olmak istemiyorsun, demek ki arkasında karmaşık bir şeyler var. Bu karmaşıklık da şudur, ta çocukluğundan beri mutlu, neşeli, coşkulu olmana izin verilmiyor. _Neşeli olmak doğaldır, tıpkı sağlıklı olmanın doğal olduğu gibi. Sağlıklı olduğunda doktora gidip "Niye sağlıklıyım?" diye sormuyorsun. Sağlığınla ilgili herhangi bir soruya gerek yok. Ama hastalandığında hemen kendine sormalısın, "Niye hastayım? _Sen sebepsiz mutlu olmanın delilik olarak görüldüğü çılgın bir toplumda yetiştirildin. Hiçbir neden yokken gülümsüyorsan insanlar kafadan çatlak olduğunu düşünürler – Neden gülümsüyorsun? Neden o kadar mutlusun? "Bilmem, sadece mutluyum işte" dersen, cevabın onların sende bir tuhaflık olduğuna dair inançlarını pekiştirir. Mutluluğun ispat edilmesi gerekir. Mutsuzluğa kanıt gerekmez. Yavaş yavaş iyice içine siner – kanına, iliğine, kemiğine – aslında doğal olarak aleyhinde olduğu halde. Böylece şizofren olmaya zorlanırsın; doğana aykırı bir şey sana zorla kabul ettirilir. Kendinden gittikçe uzaklaşma halindesin; eve dönüş yolunu unuttun. O yüzden her nerde isen bunun evin olduğunu sanıyorsun – mutsuzluk evin olmuş, ıstırap ise doğan. Acı çekmek hastalık değil sağlık olarak kabul ediliyor. _Parası olanın mutsuzluğu pahalı şeylerden oluşur. Olmayanınki iki kat sefilliktir – hem fakir hem de mutsuz olurlar, bu da övünülecek bir şey değildir. Ve fakir mutsuz insanlar var güçleri ile bir şekilde zengin mutsuzların statüsüne kavuşmaya çalışır. _Üçüncü tip tamamen unutuldu. Üçüncüsü sizin gerçeğiniz ve içinde hiç sefillik yok. İnsanın doğuştan gelen doğasında mutluluk var. Mutluluk elde edilecek bir şey değil. O zaten orada; doğarken içimizdedir. Onu kaybetmedik, sadece uzaklaştık, kendi kendimize sırt çevirdik. O hemen arkamızda; ufacık bir dönüş ile yapılacak büyük bir devrim. _Mutsuzluktan kurtulmak beniö için kolaydı. Mutlaka senden çok daha fazla kötü şeyler yapmış olmalıyım – çünkü ben bunları kötü davranışlar olarak görmüyorum. Güzelliğin tadına varmak, zevkin keyfini çıkarmak, hayatı daha yaşanılır, daha sevecen kılan her şeyi dolu yaşamak, bunlar bana göre kötü şeyler değil. *** _Mutluluğun Bilincinde Ol_ _Normalde beyin her zaman acıyı fark eder, mutluluğu etmez. Başın ağrırsa farkına varırsın. Başın ağrımadığında başının iyi olduğunun farkına varmazsın. Bedenin acıdığında bunun bilincinde olursun, ama beden sapasağlamken sağlığın bilincinde olmazsın. Neden o kadar mutsuz olduğumuzun temelinde bu neden vardır: tüm bilincimiz acıya odaklı. Sadece dikenleri sayarız – hiç çiçeklere bakmayız. Doğa seni acıdan haberdar eder ki ondan kaçınabil. Yoksa elin yanıyor olabilir ve sen hiç bilincinde olmayabilirsin ve hayatta kalmak zor olur. Ama doğa zevkin, neşenin, coşkunun bilincinde olman için bir iç mekanizma yaratmamıştır. Bu andan itibaren doğal olmayan şeylerin farkına varmaya başla. Örneğin, bedenin tamamen sağlıklı: sessizce otur, onun bilincine var. İyi olmanın keyfini çıkar. Hiçbir sorun yok – tadına var! _Doğa hayatta kalmaya odaklı; bundan fazlası lükse giriyor. Mutluluk lükstür, en büyük lüks. _İnsanların neden bu kadar mutsuz oldukları hakkındaki gözlemlerim şöyle: aslında göründükleri kadar mutsuz değiller. Büyük coşku duydukları anlar oluyor, ama o anlar geçip gidiyor; hiç farkına varmıyorlar. Bu andan itibaren dikkat etmeye başlamalısın. Böylece mutluluğun günden güne çoğaldığını görüp şaşıracaksın ve aynı oranda acı ve mutsuzluk gittikçe azalacak. Ve yaşamın neredeyse bir kutlamaya dönüştüğü bir an gelecek. Acı sadece arada bir yaşanır ve bu da oyunun bir parçasıdır. _Bir gece iyi bir uyku çektiysen ve sabah taptaze, yenilenmiş halde uyandıysan doğal olarak bir gece hiç uyku tutmadığında biraz ıstırap olacak, ama bu da oyunun bir parçası. _Benim tecrübeme göre yaşam yüzde 99 keyiften ve yüzde 1 acıdan oluşuyor. Ama insanlarda yüzde 99 acı ve yüzde 1 keyif oluyor; her şey tersine dönmüş durumda. Zevkin, neşenin, olumlu şeylerin, çiçeklerin, fırtına bulutlarının ardındaki gökkuşağının gittikçe daha fazla bilincinde ol. *** _Sağlıklı Olmanın Temel Şartları_ _Beden senin dostun, düşmanın değil. Sözlerini dinle, lisanını çöz ve yavaş yavaş, bedenin kitabına dalıp da sayfalarını çevirdikçe yaşamın tüm gizeminin farkına var. O, çekirdek halde bedeninde. Milyon defa büyütülürse tüm dünyayı sarar. Ama ufak bir çekirdek içinde formül halinde orada, bedeninde duruyor. 38 ****** _Hikayeler_ _1_Bir mistik ölüm döşeğindeydi. İnsanlar çevresini sarmışlardı. Gözlerini açtı, bu kıyılarda alacağı birkaç nefes kalmıştı ve ve sonsuza dek yok olacaktı. Herkes onun son sözlerini duymak için sabırsızlanıyordu. Dedi ki, "Tüm yaşamım boyunca size neşeli olmayı öğrettim. Şimdi öbür kıyıya gidiyorum. Beni dinlediniz, ama size anlattıklarımı hiç uygulamadınız. Hep ertelediniz. Aranızda benimle gitmeye hazır olan var mı?" Her yeri sessizlik bürüdü. Sadece odanın gerilerinden birisi elini kaldırdı. Mistik, "Sonunda cesur birisi çıktı," diye düşündü. Ama adam dedi ki, "Diğer kıyıya nasıl gidileceğini bilmek istiyorum, çünkü bugün tabii ki hazır değilim. Hala yapılmamış pek çok iş var. Doğru zamanı bekliyorum. O doğru zaman asla gelmez. Bu sadece o zavallı adamla ilgili bir hikaye değil, bu milyonlarca insanın, hatta neredeyse herkesin hikayesi. Hepsi doğru zamanı, yıldızların doğru dizildiği anı bekliyor. Astrolojiye dalıyor, falcıya gidiyor, yarın neler olacağını öğrenmek için değişik yöntemlere başvuruyorlar. Yarın hiçbir zaman olmaz – hiç olmadı. Bu sadece aptalca bir erteleme stratejisi. Olanlar hep bugün olur. Doğru bir eğitim sistemi sana – herkese – şimdi burada yaşamayı, cenneti bu dünyada yaratmayı öğretir. Sana ölümün gelmesini beklememeyi ve ölüm mutsuzluğunu noktalayana dek mutsuz olmayı kesmeni öğretir. Bırak ölüm gelsin seni dans ederken ve eğlenirken ve severken bulsun. Eğer insan hayatını cennetteymişçesine yaşarsa ölüm bu deneyimden hiçbir şey çalamaz. Benim yaklaşımım sana buranın cennet olduğunu, başka hiçbir yerde cennet olmadığını ve mutlu olmak için herhangi bir hazırlığın gerekmediğini öğretmek. Sevecen olmak için disipline gerek yok; biraz uyanıklık, biraz dikkat, biraz anlayış yeterli. _2_ Dünya Savaşı'nda bir adamın boğazına kurşun isabet etti. Adam ölmedi ama tüm boğaz yolunun kapanması gerekti. Doktorlar midesinin kenarında ufak bir geçit açtılar, bunun içinden bir boru çıkıyordu ve adam o boruya yemek koyuyordu, ama bunun hiçbir zevki yoktu. Dondurma koysa bile. Adam çok kızmıştı. Ben bundan hiçbir tat alamıyorum. Sonra bir doktor bir teklifte bulundu: "Şöyle yap. Önce yemeğin tadına bak, sonra boruya koy." Adam kırk yıl boyunca bunu yaptı. Önce çiğneyip keyfini çıkarıyor, sonra da boruya koyuyordu. _3_Eski bir Zen hikayesi: Birbirine rakip iki tapınak vardı. Her iki üstat birbirlerine öylesine düşmanlık duyuyorlardı ki ilk tapınağın papazı çocuk uşağına dedi ki, "Asla diğer çocukla konuşma. O insanlar tehlikeli." Ama çocuk diğer çocukla konuştu. Nereye gidiyorsun?" Diğeri, "Rüzgarın sürüklediği yere," dedi. İlk çocuk ona nasıl cevap vereceğini bilemedi. Üstadına gidip olan biteni anlattı. Üstad, "Seni uyardım, ama dinlemedin. Bak şimdi, yarın git aynı yerde dur. O geldiğinde 'Nereye gidiyorsun?' diye sor ve o da 'Rüzgarın sürüklediği yere,' diyecek. O zaman sen de olaya daha filozofça yaklaş. De ki, 'O zaman bacakların yok, demek? Çünkü ruhun bedeni yoktur ve rüzgar ruhu hiçbir yere götüremez!' Buna ne dersin?" dedi. "Nereye gidiyorsun?" diye sordu. Ve bekledi. Ama ikinci çocuk, "Pazardan biraz zerzevat alacağım," diye cevap verdi. Şimdi, o çocuk öğrendiği felsefeyi ne yapsın? _4_Sufi bilge, bir öyküde şöyle der: "Siz hala var oluşun bizler için ne yaptığının farkında değilsiniz. Bu üç gün benim için çok önemliydi. Açtım, susuzdum; yatacak yerimiz yoktu; geri çevrildik, lanetlendik. Bize taş atıldı ve ben kendimi içimden izledim - hiç öfke duymuyordum. Var oluşa teşekkür ediyorum. Armağanlarına paha biçilmez. Asla onları geri ödeyemem. Üç günlük açlık, üç günlük susuzluk, üç günlük uykusuzluk, insanların attığı taşlar, ve yine de hiçbir düşmanlık, öfke, nefret, başarısızlık, hayal kırıklığı hissetmiyorum. Bu onun lütfü olmalı; bu var oluşun bana verdiği destek olmalı."Bu üç gün boyunca birçok şeyi anladım ve eğer yemek verilseydi, kabul görseydik, taş atılmasaydı bunları anlayamayacaktım – ve siz de kalkmış, bana neden var oluşa teşekkür ettiğimi soruyorsunuz? Ölürken bile var oluşa teşekkür edeceğim, çünkü ölümde bile var oluşun bana gizemlerini açıklayacağını biliyorum, tıpkı yaşarken yaptığı gibi, çünkü ölüm son değil yaşamın doruk noktası." _5_Bir psikanalist bir deney yaptı. Gazeteye verdiği ilanda "Birisi evime gelip çocuğumu bütün bir gün boyunca izlerse ona iyi para vereceğim. Çocuğum her ne yaparsa o da aynısını yapacak," diye yazdı. Genç bir güreşçi çıkageldi ve dedi ki, "Ben hazırım; çocuk nerede?" Ama daha gün sona ermeden güreşçi sırtüstü kalakalmıştı. İki yerinde kırık vardı, çünkü çocuğun her yaptığını yapmıştı. Çocuk çok heyecanlanmıştı. Bu çok garip, diye düşünmüştü. Böylece gereksiz yere hoplayıp zıplıyor, ardından güreşçi aynısını yapıyordu; bir ağaca tırmanıyor, güreşçi de peşinden gidiyordu; ağaçtan atlıyor, güreşçi yine peşinden gidiyordu. Bu böylece devam etti. Çocuk yemek yemeyi ve diğer her şeyi tamamen unutmuştu, çünkü güreşçinin sefil durumu ile çok eğleniyordu. Öğleden sonra olduğunda güreşçi resmen pes etti. Psikanaliste dedi ki, "Paranız sizin olsun. Bu çocuk beni öldürecek. Şimdiden hastanelik oldum. Bu çocuk tehlikeli. Bu deneyi başkası ile denemeyin." _6_Paddy'nin dostu Joe yetişkinler için düzenlenen gece kurslarına gidiyordu. "George Bush kim?" diye Paddy'e sordu. "Bilmem," dedi Paddy. "Amerika Birleşik Devletlerinin başkanı," dedi Joe. "Peki Tony Blair kim, onu biliyor musun?" "Yoooo," dedi Paddy. "İngiltere'nin başbakanı," dedi Joe. "Gördün mü, sen de benim gibi gece okuluna gitmelisin." "Şimdi de benim sana bir sorum var," dedi Paddy. "Mick O'Sullivan kim biliyor musun?" "Bilmiyorum," diye itiraf etti Joe. "Eh," dedi Paddy, "o sen gece kurstayken karınla yatan adam." ****** _Önsöz – Carol Neiman_ _Kitap, Osho'nun çeşitli konuşmalarından bir derleme yapılarak hazırlandı. _Doktorlar ve bilim insanları son zamanlarda sağduyumuzun bize hep söylediğini tekrarlar oldular; buna göre beden ile akıl arasında derin bir bağ var ve bu da sağlığımızı temelden etkiliyor. Araştırmalarda fiziksel rahatsızlıklarımızın neredeyse yarısının strese bağlı olduğu keşfedildi. "Placebo etkisi" – insanlara ilaç verildiği ya da tedavi edildikleri söylenerek sadece bir şeker verildiği halde, buna inanan insanların iyileşmeleri hakkında birçok kayıt bulunuyor. Hepsi kafanın içinde. Bilincimizin ince katmanı (aklın bir şeyi entelektüel düzeyde anlayan kısmı) gerçekliğimizin sadece onda biridir. Bilinçaltı katmanları çok daha geniştir ve onlarla temas halinde değilsek etkileri çok daha güçlü olur. _Osho kendi bedeni ile bir deneye girişerek ağrıya "omuzumdan düş" komutu verir ve o da gerçekten düşer ve önce koluna sonra bacağına inerek yok olur. Ama o deneylerini sürdürür ve başkalarını da beden ile konuşarak acıdan vazgeçmesini, ona artık ihtiyaç olmadığını ve gittikten sonra geri gelmesine gerek kalmayacağını söyleyen bir teknik geliştirmeye davet eder. Bundan sonraki birkaç haftada "Kendinize Beden-Zihin ile Konuşmak için Gerekli Kayıp Lisanı Hatırlatmak" adlı eser ortaya çıkar. _Farkında olma sürecindeki esas sihirli taraf, daha önce bilinçsizce uyguladığımız tavırların üzerimizdeki etkisini yitirmesinde ve kendimiz için yepyeni, hayata olumlu bakan seçimler yapmaya başlayabilmemizdedir. Bu yeni temel atılınca bedene ve onun ihtiyaçlarına karşı daha duyarlı olduğumuzu, bizim adımıza yaptığı mucizevi çalışmalara karşı minnettar kaldığımızı, ona karşı değil onunla birlikte çalıştığımızı, kendimize koyduğumuz hedeflere ulaştığımızı görürüz. _Fiziksel ve psikolojik sağlık yakından ilintili ve birbirine bağımlıdır. ****** _Osho_ _'Çocukluğumdan hatırlayabildiğim kadarıyla yalnızca tek bir oyun sevdim: Tartışmayı, her şey hakkında tartışmayı. Pek az yetişkin bana tahammül edebiliyordu; beni anlamaları söz konusu bile değildi. Okula gitmek hiç ilgimi çekmiyordu. Orası olabilecek en kötü yerdi. Sonunda gitmeye zorlandım, ama elimden geldiğince direndim, çünkü orada yalnızca benim ilgilendiğim şeylerle ilgilenmeyen çocuklar vardı ve ben de onların ilgilendikleri şeylerle ilgilenmiyordum. Bu yüzden hep grup dışı kaldım. _21 yaşında üniversite öğrenimini tamamlayan Osho, Jabalpur Üniversitesinde yıllarca felsefe dersleri verdi. Aynı zamanda da tüm Hindistan'ı dolaşıp konuşmalar yaptı, halka açık tartışmalarda tutucu dini liderlere meydan okudu, geleneksel inanışları sorguladı ve hayatın tüm alanlarından insanlarla bir araya geldi. _Osho, Doğulu meditasyon teknikleri ile Batılı terapi yöntemlerine devrim getiren programların ve atölyelerin genişlemesine rehberlik etti. _Osho'nun olağanüstü sıra dışı ve hiçbir kalıba ya da düzene boyun eğmeyen, suyuna gitmeyen ve tamamen bireysel özgürlüğü savunan bir kişilik olduğudur _O, hiçbir geleneğe ait olmadığını açıklamış ve 'lütfen beni geçmiş ile bağlantılandırmayın, onu anımsamaya bile değmez' diyerek seslenmiştir insanlığa. _O kendisini 'gerçek bir varoluşçu' olarak tanımlamıştır. ****** _Nereye gidiyorsun? -Rüzgarın sürüklediği yere.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.