Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

_Yaşam, ufacık şeylerden, küçük mutluluklardan oluşuyor. Hiçbir şey büyük ve kutsal değil. O yüzden sözde büyük olan şeylere ilgi duyarsan yaşamı ıskalarsın. Yaşam bir bardak çayı yudumlamak, bir dostla sohbet etmek, sabah yürüyüşe çıkmaktır, ama illa belli bir yere doğru değil, amaçsız, son belirlemeden hareket etmektir. Böylece herhangi bir
··
1.957 görüntüleme
Onur okurunun profil resmi
_Din_ _Birçok din sana doğaya karşı savaşmanı öğretir. Doğal her şey lanetlenir. Tüm dinler doğal olmayan bir şeyler yapmayı başarabilmen gerektiğini söyler, ancak o zaman biyoloji, fizyoloji, psikoloji gibi etrafını saran duvarların esaretinden kurtulabilirsin. Ama bedeninle, beyninle, kalbinle uyumlu olmaya devam edersen dinler sana asla kendini aşamayacağını söyler. İşte bu noktada ben bunlara karşı geliyorum. Varlığına zehirli bir tohum atmışlar, o yüzden bedeninin içinde yaşarken onu sevemiyorsun. _Birçok din sana en başından beri doğayı lanetlemen gerektiğini öğretti. Hayatı lanetlemeyi öğreten bir din zehir doludur. Yaşama karşıdır; ölümün hizmetindedir; sana hizmet etmez, var oluşa hizmet etmez. Ama sorun nereden kaynaklanıyor? Tüm bu dinler doğaya zıt gittiler. Bu dünyaya karşı değilsen asla diğer dünyayı, daha üstün olanını elde edemeyeceğine dair bir mantık düzeni niçin yarattılar? Niye bu dünya ile o dünya arasında böyle bir ayrım yaptılar? Bunun bir nedeni var. Bu dünyadan feragat edilmez de sonuna dek yaşanırsa, papaza gerek kalmaz. Dünyayla savaşılacaksa, dünyevi her şeyden feragat edilecekse, doğal içgüdülerini bastırmak zorundasın. Tabii o zaman hastalıklı bir durumda olacaksın. Doğaya karşı gelerek asla sağlıklı, asla bütün olamazsın. Hep ikiye bölünmüş, şizofrenik durumda olacaksın. Doğal olarak, sana yol gösterecek, yardım edecek birilerine ihtiyaç duyacaksın – papaza ihtiyacın olacak. Doğal olarak, suçlu olduğunda kiliseye, sinagoga gidiyorsun; papazdan, hahamdan sana yardım etmesini istiyorsun, çünkü düştüğün derin karanlıkta – ki bunun oluşmasından onlar sorumlu – o kadar çaresizsin ki seni koruyacak, yardımcı olacak, ışığı gösterecek birine ihtiyacın var. O kadar çaresizsin ki papazın senden daha bilgili olup olmadığını veya sadece maaşlı bir memur olduğunu bile düşünmüyorsun. _Sana çoğu dinlerin öğrettiği yöntemler dövüş yöntemleridir; bir yere varmazlar. Sadece yaşamında neşe duymanı engellerler. Bu hayattaki her keyifli şeyi zehirlerler. Kederli bir insanlık yarattılar. Ben aşkla ve dansla ve müzikle dolu bir insanlık isterdim. _Dünya üzerinde sana geçmiş yaşamlarında kötü işler yaptığın için mutsuz olduğunu söyleyip duran bazı dinler var. Hepsi saçmalık. Var oluş seni cezalandırmak için ne diye bir sonraki yaşamı beklesin ki? Buna gerek yok. Doğada her şey hemen olur. Bu yaşamda elini ateşe sokacaksın ve bu yüzden bir sonraki yaşamda yanacaksın? Tuhaf! Anında yanarsın, hemen şimdi. Neden ve sonuç birbirlerine bağlıdır; arada mesafe yoktur. Ama bu dinler insanları avutmaya devam ediyor: "Merak etme. Sadece iyilik yap, daha çok ibadet et. Tapınağa veya kiliseye git, böylece bir sonraki yaşamda mutsuz olmayacaksın." _Din nakit para, bir çek bile değil. Değişik dinler değişik stratejiler bulmuşlar, ama arkalarındaki neden aynı. "Siz acı çekiyorsunuz, çünkü Adem ile Havva bir günah işledi," diyorlar. _Hiçbir din senin öyle kolaylıkla mutlu olmanı istemiyor; o zaman onların disiplinleri ne işe yarayacak? O önemli uygulamalarına, dünyevi zevkleri reddeden inançlarına ne olacak? _İnsan sadece bu bütünlüğü yaşayarak çiçek açar, bu sayede bahar gelir ve yaşamına renk, müzik, şiir dolar. Bu bütünleşme sayesinde aniden tüm çevrende Tanrı'nın varlığını hissedersin. Ne kadar da ironik bir durum, çünkü içindeki ayrımı yaratan sözde azizler, papazlar ve kiliseler, hatta papazlar Tanrı'nın yeryüzündeki en büyük düşmanları. Tüm papazlardan kurtulmalıyız; insan patolojisinin temel nedeni onlar. Herkesi rahatsız ettiler; bir nevroz salgını yarattılar. Ve bu nevroz o kadar yaygın ki sorgulamadan kabulleniyoruz. Yaşamın bu olduğunu sanıyoruz, bundan ibaret olduğunu düşünüyoruz – bir acı çekme süreci, uzun, upuzun, uzayıp bir acı; can yakan, acı veren bir var oluş; bir bardak suda fırtına. _Sözde dini inançların seni çok gergin kıldı, çünkü içinde suçluluk yarattılar. Benim buradaki çabam tüm suçluluk ve tüm korkudan kurtulmana yardımcı olmak. Sana şunu söyleyeyim, ne cennet var ne de cehennem, o yüzden cehennemden korkma ve cennete gitme hırsına kapılma. Varolan her şey şu anın içinde. Bu anı bir cennete veya bir cehenneme dönüştürebilirsin – bu elbette mümkün – ama başka bir yerde cennet veya cehennem yok. Çok gergin olduğunda bu bir cehennem ve rahatlayınca da cennettesin. Tamamen rahatlamak ise cennetin doruğu. *** _Beden Senin Dostun_ _Belki de bedenindeki her hücrenin ufak bir beyni var. Ve bedeninde milyonlarca hücre var, milyonlarca ufak beyin, etrafta dolaşıyor, devamlı seninle ilgileniyorlar. Eğer seni bir sivrisinek ısırırsa ellerin onu kovalar veya öldürür ve uykun bozulmaz. Böylece sen uyurken bedenin seni korur. _Bedenin kendine has bir bilgeliği vardır. Bozuk yerleri atar, yenilerini yaratır; senin hiçbir şey yapmana gerek kalmaz, hepsi kendiliğinden olur. _Bedeninle kavga etme. O senin düşmanın değil, dostun. O, doğanın sana armağanı. Doğanın bir parçası. Her şekilde doğa ile bağlantılı. Nefes almaya bağlısın; güneş ışınlarına, çiçeklerin kokusuna, ay ışığına bağlısın. Her şeye bağlısın; ayrı bir adacık değilsin. O fikirden vazgeç. Sen tüm bu kıtanın parçasısın, ama yine de o sana bireyselliğini veriyor. İşte ben buna mucize derim. *** _Kendi kalbini dinle_ _Doğanın yapmak istediğini yap, yaratılıştan içinde olan özelliklerin arzuladıklarını yap. Kutsal kitapları değil kendi kalbini dinle; benim tek önerdiğim kutsal kitap odur. Evet, çok dikkatli, çok bilinçli dinle ve asla yanılmayacaksın. Eğer kendi kalbini dinlersen asla ikiye bölünmezsin. Kendi kalbini dinlerken doğru yönde ilerleyeceksin, neyin doğru neyin yanlış olduğunu hiç düşünmeden. O yüzden yeni insanlığın tüm marifeti kalbin sesini bilinçli, dikkatli, uyanık halde dinlemekten ibaret olacak. Ve bunu sonuna dek izle ve seni nereye götürürse oraya git. Evet, bazen seni tehlikeye sokacak – ama o zaman unutma ki o tehlikeler sayesinde olgunlaşacaksın. Ve bazen seni yoldan çıkaracak – ama yine unutma ki bu yoldan çıkmalar gelişmenin bir parçası. Çoğu kez düşeceksin. Tekrar ayağa kalk, çünkü böylece kuvvet topluyorsun – düşüp kalkarak. Bu şekilde uyum sağlıyorsun. Ama dışarıdan empoze edilen kurallara uyma. O tür hiçbir kural doğru olamaz, çünkü kuralları seni yönetmek isteyen insanlar koyarlar. Evet, bazen dünya üzerinde aydınlanmış liderler olmuştur – bir Buda, bir İsa, bir Krişna. Onlar dünyaya kural değil sevgilerini verdiler. Ama eninde sonunda müritleri toplanıp davranış kuralları koydular. Üstat gidince, ışık sönünce ve karanlığa gömülünce, müritler de uyacak bazı kurallar olsun diye bakınırlar, çünkü önlerini aydınlatacak ışıkları artık yok. Şimdi kurallara dayanmak zorundalar. _Asla taklitçi olma; hep orijinal ol. Kimsenin kopyası haline gelme. Ama dünya üzerinde olup biten bu – kopyalar ve daha fazla kopyalar. İsa'nın yaptıkları kendi kalbinin ona fısıldadıkları idi ve bugün Hristiyanların yaptıkları kendi kalplerinin fısıltısı değil. Onlar taklitçi – ve taklit etmeye başladığın anda kendi insanlığına hakaret ediyorsun, Tanrı'na hakaret ediyorsun *** _Mursuzluğa Sarılmaktan Vazgeç_ _Acıdan, mutsuzluktan, ıstıraptan vazgeçmek kolay olmalı. Zor olmamalı: mutsuz olmak istemiyorsun, demek ki arkasında karmaşık bir şeyler var. Bu karmaşıklık da şudur, ta çocukluğundan beri mutlu, neşeli, coşkulu olmana izin verilmiyor. _Neşeli olmak doğaldır, tıpkı sağlıklı olmanın doğal olduğu gibi. Sağlıklı olduğunda doktora gidip "Niye sağlıklıyım?" diye sormuyorsun. Sağlığınla ilgili herhangi bir soruya gerek yok. Ama hastalandığında hemen kendine sormalısın, "Niye hastayım? _Sen sebepsiz mutlu olmanın delilik olarak görüldüğü çılgın bir toplumda yetiştirildin. Hiçbir neden yokken gülümsüyorsan insanlar kafadan çatlak olduğunu düşünürler – Neden gülümsüyorsun? Neden o kadar mutlusun? "Bilmem, sadece mutluyum işte" dersen, cevabın onların sende bir tuhaflık olduğuna dair inançlarını pekiştirir. Mutluluğun ispat edilmesi gerekir. Mutsuzluğa kanıt gerekmez. Yavaş yavaş iyice içine siner – kanına, iliğine, kemiğine – aslında doğal olarak aleyhinde olduğu halde. Böylece şizofren olmaya zorlanırsın; doğana aykırı bir şey sana zorla kabul ettirilir. Kendinden gittikçe uzaklaşma halindesin; eve dönüş yolunu unuttun. O yüzden her nerde isen bunun evin olduğunu sanıyorsun – mutsuzluk evin olmuş, ıstırap ise doğan. Acı çekmek hastalık değil sağlık olarak kabul ediliyor. _Parası olanın mutsuzluğu pahalı şeylerden oluşur. Olmayanınki iki kat sefilliktir – hem fakir hem de mutsuz olurlar, bu da övünülecek bir şey değildir. Ve fakir mutsuz insanlar var güçleri ile bir şekilde zengin mutsuzların statüsüne kavuşmaya çalışır. _Üçüncü tip tamamen unutuldu. Üçüncüsü sizin gerçeğiniz ve içinde hiç sefillik yok. İnsanın doğuştan gelen doğasında mutluluk var. Mutluluk elde edilecek bir şey değil. O zaten orada; doğarken içimizdedir. Onu kaybetmedik, sadece uzaklaştık, kendi kendimize sırt çevirdik. O hemen arkamızda; ufacık bir dönüş ile yapılacak büyük bir devrim. _Mutsuzluktan kurtulmak beniö için kolaydı. Mutlaka senden çok daha fazla kötü şeyler yapmış olmalıyım – çünkü ben bunları kötü davranışlar olarak görmüyorum. Güzelliğin tadına varmak, zevkin keyfini çıkarmak, hayatı daha yaşanılır, daha sevecen kılan her şeyi dolu yaşamak, bunlar bana göre kötü şeyler değil. *** _Mutluluğun Bilincinde Ol_ _Normalde beyin her zaman acıyı fark eder, mutluluğu etmez. Başın ağrırsa farkına varırsın. Başın ağrımadığında başının iyi olduğunun farkına varmazsın. Bedenin acıdığında bunun bilincinde olursun, ama beden sapasağlamken sağlığın bilincinde olmazsın. Neden o kadar mutsuz olduğumuzun temelinde bu neden vardır: tüm bilincimiz acıya odaklı. Sadece dikenleri sayarız – hiç çiçeklere bakmayız. Doğa seni acıdan haberdar eder ki ondan kaçınabil. Yoksa elin yanıyor olabilir ve sen hiç bilincinde olmayabilirsin ve hayatta kalmak zor olur. Ama doğa zevkin, neşenin, coşkunun bilincinde olman için bir iç mekanizma yaratmamıştır. Bu andan itibaren doğal olmayan şeylerin farkına varmaya başla. Örneğin, bedenin tamamen sağlıklı: sessizce otur, onun bilincine var. İyi olmanın keyfini çıkar. Hiçbir sorun yok – tadına var! _Doğa hayatta kalmaya odaklı; bundan fazlası lükse giriyor. Mutluluk lükstür, en büyük lüks. _İnsanların neden bu kadar mutsuz oldukları hakkındaki gözlemlerim şöyle: aslında göründükleri kadar mutsuz değiller. Büyük coşku duydukları anlar oluyor, ama o anlar geçip gidiyor; hiç farkına varmıyorlar. Bu andan itibaren dikkat etmeye başlamalısın. Böylece mutluluğun günden güne çoğaldığını görüp şaşıracaksın ve aynı oranda acı ve mutsuzluk gittikçe azalacak. Ve yaşamın neredeyse bir kutlamaya dönüştüğü bir an gelecek. Acı sadece arada bir yaşanır ve bu da oyunun bir parçasıdır. _Bir gece iyi bir uyku çektiysen ve sabah taptaze, yenilenmiş halde uyandıysan doğal olarak bir gece hiç uyku tutmadığında biraz ıstırap olacak, ama bu da oyunun bir parçası. _Benim tecrübeme göre yaşam yüzde 99 keyiften ve yüzde 1 acıdan oluşuyor. Ama insanlarda yüzde 99 acı ve yüzde 1 keyif oluyor; her şey tersine dönmüş durumda. Zevkin, neşenin, olumlu şeylerin, çiçeklerin, fırtına bulutlarının ardındaki gökkuşağının gittikçe daha fazla bilincinde ol. *** _Sağlıklı Olmanın Temel Şartları_ _Beden senin dostun, düşmanın değil. Sözlerini dinle, lisanını çöz ve yavaş yavaş, bedenin kitabına dalıp da sayfalarını çevirdikçe yaşamın tüm gizeminin farkına var. O, çekirdek halde bedeninde. Milyon defa büyütülürse tüm dünyayı sarar. Ama ufak bir çekirdek içinde formül halinde orada, bedeninde duruyor. 38 ****** _Hikayeler_ _1_Bir mistik ölüm döşeğindeydi. İnsanlar çevresini sarmışlardı. Gözlerini açtı, bu kıyılarda alacağı birkaç nefes kalmıştı ve ve sonsuza dek yok olacaktı. Herkes onun son sözlerini duymak için sabırsızlanıyordu. Dedi ki, "Tüm yaşamım boyunca size neşeli olmayı öğrettim. Şimdi öbür kıyıya gidiyorum. Beni dinlediniz, ama size anlattıklarımı hiç uygulamadınız. Hep ertelediniz. Aranızda benimle gitmeye hazır olan var mı?" Her yeri sessizlik bürüdü. Sadece odanın gerilerinden birisi elini kaldırdı. Mistik, "Sonunda cesur birisi çıktı," diye düşündü. Ama adam dedi ki, "Diğer kıyıya nasıl gidileceğini bilmek istiyorum, çünkü bugün tabii ki hazır değilim. Hala yapılmamış pek çok iş var. Doğru zamanı bekliyorum. O doğru zaman asla gelmez. Bu sadece o zavallı adamla ilgili bir hikaye değil, bu milyonlarca insanın, hatta neredeyse herkesin hikayesi. Hepsi doğru zamanı, yıldızların doğru dizildiği anı bekliyor. Astrolojiye dalıyor, falcıya gidiyor, yarın neler olacağını öğrenmek için değişik yöntemlere başvuruyorlar. Yarın hiçbir zaman olmaz – hiç olmadı. Bu sadece aptalca bir erteleme stratejisi. Olanlar hep bugün olur. Doğru bir eğitim sistemi sana – herkese – şimdi burada yaşamayı, cenneti bu dünyada yaratmayı öğretir. Sana ölümün gelmesini beklememeyi ve ölüm mutsuzluğunu noktalayana dek mutsuz olmayı kesmeni öğretir. Bırak ölüm gelsin seni dans ederken ve eğlenirken ve severken bulsun. Eğer insan hayatını cennetteymişçesine yaşarsa ölüm bu deneyimden hiçbir şey çalamaz. Benim yaklaşımım sana buranın cennet olduğunu, başka hiçbir yerde cennet olmadığını ve mutlu olmak için herhangi bir hazırlığın gerekmediğini öğretmek. Sevecen olmak için disipline gerek yok; biraz uyanıklık, biraz dikkat, biraz anlayış yeterli. _2_ Dünya Savaşı'nda bir adamın boğazına kurşun isabet etti. Adam ölmedi ama tüm boğaz yolunun kapanması gerekti. Doktorlar midesinin kenarında ufak bir geçit açtılar, bunun içinden bir boru çıkıyordu ve adam o boruya yemek koyuyordu, ama bunun hiçbir zevki yoktu. Dondurma koysa bile. Adam çok kızmıştı. Ben bundan hiçbir tat alamıyorum. Sonra bir doktor bir teklifte bulundu: "Şöyle yap. Önce yemeğin tadına bak, sonra boruya koy." Adam kırk yıl boyunca bunu yaptı. Önce çiğneyip keyfini çıkarıyor, sonra da boruya koyuyordu. _3_Eski bir Zen hikayesi: Birbirine rakip iki tapınak vardı. Her iki üstat birbirlerine öylesine düşmanlık duyuyorlardı ki ilk tapınağın papazı çocuk uşağına dedi ki, "Asla diğer çocukla konuşma. O insanlar tehlikeli." Ama çocuk diğer çocukla konuştu. Nereye gidiyorsun?" Diğeri, "Rüzgarın sürüklediği yere," dedi. İlk çocuk ona nasıl cevap vereceğini bilemedi. Üstadına gidip olan biteni anlattı. Üstad, "Seni uyardım, ama dinlemedin. Bak şimdi, yarın git aynı yerde dur. O geldiğinde 'Nereye gidiyorsun?' diye sor ve o da 'Rüzgarın sürüklediği yere,' diyecek. O zaman sen de olaya daha filozofça yaklaş. De ki, 'O zaman bacakların yok, demek? Çünkü ruhun bedeni yoktur ve rüzgar ruhu hiçbir yere götüremez!' Buna ne dersin?" dedi. "Nereye gidiyorsun?" diye sordu. Ve bekledi. Ama ikinci çocuk, "Pazardan biraz zerzevat alacağım," diye cevap verdi. Şimdi, o çocuk öğrendiği felsefeyi ne yapsın? _4_Sufi bilge, bir öyküde şöyle der: "Siz hala var oluşun bizler için ne yaptığının farkında değilsiniz. Bu üç gün benim için çok önemliydi. Açtım, susuzdum; yatacak yerimiz yoktu; geri çevrildik, lanetlendik. Bize taş atıldı ve ben kendimi içimden izledim - hiç öfke duymuyordum. Var oluşa teşekkür ediyorum. Armağanlarına paha biçilmez. Asla onları geri ödeyemem. Üç günlük açlık, üç günlük susuzluk, üç günlük uykusuzluk, insanların attığı taşlar, ve yine de hiçbir düşmanlık, öfke, nefret, başarısızlık, hayal kırıklığı hissetmiyorum. Bu onun lütfü olmalı; bu var oluşun bana verdiği destek olmalı."Bu üç gün boyunca birçok şeyi anladım ve eğer yemek verilseydi, kabul görseydik, taş atılmasaydı bunları anlayamayacaktım – ve siz de kalkmış, bana neden var oluşa teşekkür ettiğimi soruyorsunuz? Ölürken bile var oluşa teşekkür edeceğim, çünkü ölümde bile var oluşun bana gizemlerini açıklayacağını biliyorum, tıpkı yaşarken yaptığı gibi, çünkü ölüm son değil yaşamın doruk noktası." _5_Bir psikanalist bir deney yaptı. Gazeteye verdiği ilanda "Birisi evime gelip çocuğumu bütün bir gün boyunca izlerse ona iyi para vereceğim. Çocuğum her ne yaparsa o da aynısını yapacak," diye yazdı. Genç bir güreşçi çıkageldi ve dedi ki, "Ben hazırım; çocuk nerede?" Ama daha gün sona ermeden güreşçi sırtüstü kalakalmıştı. İki yerinde kırık vardı, çünkü çocuğun her yaptığını yapmıştı. Çocuk çok heyecanlanmıştı. Bu çok garip, diye düşünmüştü. Böylece gereksiz yere hoplayıp zıplıyor, ardından güreşçi aynısını yapıyordu; bir ağaca tırmanıyor, güreşçi de peşinden gidiyordu; ağaçtan atlıyor, güreşçi yine peşinden gidiyordu. Bu böylece devam etti. Çocuk yemek yemeyi ve diğer her şeyi tamamen unutmuştu, çünkü güreşçinin sefil durumu ile çok eğleniyordu. Öğleden sonra olduğunda güreşçi resmen pes etti. Psikanaliste dedi ki, "Paranız sizin olsun. Bu çocuk beni öldürecek. Şimdiden hastanelik oldum. Bu çocuk tehlikeli. Bu deneyi başkası ile denemeyin." _6_Paddy'nin dostu Joe yetişkinler için düzenlenen gece kurslarına gidiyordu. "George Bush kim?" diye Paddy'e sordu. "Bilmem," dedi Paddy. "Amerika Birleşik Devletlerinin başkanı," dedi Joe. "Peki Tony Blair kim, onu biliyor musun?" "Yoooo," dedi Paddy. "İngiltere'nin başbakanı," dedi Joe. "Gördün mü, sen de benim gibi gece okuluna gitmelisin." "Şimdi de benim sana bir sorum var," dedi Paddy. "Mick O'Sullivan kim biliyor musun?" "Bilmiyorum," diye itiraf etti Joe. "Eh," dedi Paddy, "o sen gece kurstayken karınla yatan adam." ****** _Önsöz – Carol Neiman_ _Kitap, Osho'nun çeşitli konuşmalarından bir derleme yapılarak hazırlandı. _Doktorlar ve bilim insanları son zamanlarda sağduyumuzun bize hep söylediğini tekrarlar oldular; buna göre beden ile akıl arasında derin bir bağ var ve bu da sağlığımızı temelden etkiliyor. Araştırmalarda fiziksel rahatsızlıklarımızın neredeyse yarısının strese bağlı olduğu keşfedildi. "Placebo etkisi" – insanlara ilaç verildiği ya da tedavi edildikleri söylenerek sadece bir şeker verildiği halde, buna inanan insanların iyileşmeleri hakkında birçok kayıt bulunuyor. Hepsi kafanın içinde. Bilincimizin ince katmanı (aklın bir şeyi entelektüel düzeyde anlayan kısmı) gerçekliğimizin sadece onda biridir. Bilinçaltı katmanları çok daha geniştir ve onlarla temas halinde değilsek etkileri çok daha güçlü olur. _Osho kendi bedeni ile bir deneye girişerek ağrıya "omuzumdan düş" komutu verir ve o da gerçekten düşer ve önce koluna sonra bacağına inerek yok olur. Ama o deneylerini sürdürür ve başkalarını da beden ile konuşarak acıdan vazgeçmesini, ona artık ihtiyaç olmadığını ve gittikten sonra geri gelmesine gerek kalmayacağını söyleyen bir teknik geliştirmeye davet eder. Bundan sonraki birkaç haftada "Kendinize Beden-Zihin ile Konuşmak için Gerekli Kayıp Lisanı Hatırlatmak" adlı eser ortaya çıkar. _Farkında olma sürecindeki esas sihirli taraf, daha önce bilinçsizce uyguladığımız tavırların üzerimizdeki etkisini yitirmesinde ve kendimiz için yepyeni, hayata olumlu bakan seçimler yapmaya başlayabilmemizdedir. Bu yeni temel atılınca bedene ve onun ihtiyaçlarına karşı daha duyarlı olduğumuzu, bizim adımıza yaptığı mucizevi çalışmalara karşı minnettar kaldığımızı, ona karşı değil onunla birlikte çalıştığımızı, kendimize koyduğumuz hedeflere ulaştığımızı görürüz. _Fiziksel ve psikolojik sağlık yakından ilintili ve birbirine bağımlıdır. ****** _Osho_ _'Çocukluğumdan hatırlayabildiğim kadarıyla yalnızca tek bir oyun sevdim: Tartışmayı, her şey hakkında tartışmayı. Pek az yetişkin bana tahammül edebiliyordu; beni anlamaları söz konusu bile değildi. Okula gitmek hiç ilgimi çekmiyordu. Orası olabilecek en kötü yerdi. Sonunda gitmeye zorlandım, ama elimden geldiğince direndim, çünkü orada yalnızca benim ilgilendiğim şeylerle ilgilenmeyen çocuklar vardı ve ben de onların ilgilendikleri şeylerle ilgilenmiyordum. Bu yüzden hep grup dışı kaldım. _21 yaşında üniversite öğrenimini tamamlayan Osho, Jabalpur Üniversitesinde yıllarca felsefe dersleri verdi. Aynı zamanda da tüm Hindistan'ı dolaşıp konuşmalar yaptı, halka açık tartışmalarda tutucu dini liderlere meydan okudu, geleneksel inanışları sorguladı ve hayatın tüm alanlarından insanlarla bir araya geldi. _Osho, Doğulu meditasyon teknikleri ile Batılı terapi yöntemlerine devrim getiren programların ve atölyelerin genişlemesine rehberlik etti. _Osho'nun olağanüstü sıra dışı ve hiçbir kalıba ya da düzene boyun eğmeyen, suyuna gitmeyen ve tamamen bireysel özgürlüğü savunan bir kişilik olduğudur _O, hiçbir geleneğe ait olmadığını açıklamış ve 'lütfen beni geçmiş ile bağlantılandırmayın, onu anımsamaya bile değmez' diyerek seslenmiştir insanlığa. _O kendisini 'gerçek bir varoluşçu' olarak tanımlamıştır. ****** _Nereye gidiyorsun? -Rüzgarın sürüklediği yere.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.