Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Platon'un mağarasından Descartes'ın fundamentum incon­cussum'una, Heidegger'in "varlığın evi" olarak dil bahsinden Foucault'nun "düşüncenin büyük Platoncu inşası" değini­sine kadar, mimari metaforları Batı düşüncesine baştan uca yayılmıştır. Felsefenin evlerinin saraylar olması gerekmez. Hegel'in sistemleri katedralleri veya gökdelenleri andırır; Nietzsche'nin aforizma derlemeleri göçebe çadır şehirlerini; Luhmann'ın sistemler teorisi modelleri devasa ofis komp­lekslerini - hepsi de boşluğa dikilmiş ve kumun üzerine inşa edilmiştir! Felsefeciler evlerini çölde kurar; yüzen evlermiş gibi gemilere binip okyanusları kat ederler. Daha müteva­zı mimariler vardır. Mesela birini saymak gerekirse, Frankfurt Okulu'nun üçüncü kuşağının sıraevleri. Heidegger'in kulübeyi yeğlemesi tevazuyu değil, bir keşiş hayatının pat­hosunu ifade eder. Bana birinin nasıl inşa ettiğini gösterin, ben de size onun nasıl düşündüğünü söyleyeyim.
··
276 görüntüleme
Rohat okurunun profil resmi
Derrida'nın dersleri debdebeli tiyatroları hatırlatır, Foucault'nun heterotopyaları (hastaneler, cezaevleri, vb.) ise onun metinsel topolojileri­ni etkiler; Deleuze'ün büyük kitapları histerik kavram-mi­marilerdir; istatistikleriyle birlikte, Bourdieu'nun sosyolojik analizlerinde endüstriyel binaların çekiciliği vardır; Badiou fikirlerini matematiksel şekilde kurar; Agamben antik dö­nemin yapı ustaları gibi kılı kırk yararak ilerler. Hepsi de yapısal mühendislik ve yüke dayanma kapasitesiyle ilgilidir. Herkes onlara inşa ettiklerinin ayakta durup durmayacağını sorar. Kendi inşalarının bir temeli olduğundan şüphe etme­ye başladıktan çok sonra bile hala onlara bir temel ararlar.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.