Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

‒İngilizler aflarını talep edenlere versinler Mösyö, affı zalimler değil, mazlumlar verir. Çanakkale’de dövüşürken ne asi, ne esirdik. Namuslu bir millet gibi dövüştük, öldük, öldürdük. Ne zamandan beri ve hangi milletle harp edilir de mağlûp olduğu zaman ona katil denilir? ‒İngiliz kanıyla Türk kanı bir mi, Madam? ‒Mikroskop altında İngiliz kanını görmedim. Rengi bizimki kadar kırmızı mı yoksa mavi mi, bilmiyorum. Fakat Türk kanı ateş gibi sıcak ve kırmızıdır. ‒Peki Madam, Türk kanını tahkir etmiyorum. Yalnız kendinizi İngilizlere affettirmeye muhtaçsınız, demek istiyorum. - Siz bizden af talep ediniz. Dün mütareke yaptınız, dün silâhlarımızı bize bıraktırdınız. Bu gün memleketimize hırsızları, katilleri gönderiyorsunuz ve katilleri, hırsızları, tarihî bir şerefi olan büyük donanmanız himaye etti. Yeşil İzmir’i kan ve alev içinde bıraktınız. Bakınız sokaklarına, üniformalı hırsızlar, katiller silahsız ahaliyi kurşunla, dipçikle öldürüyor. Her evden koltuğunda bir bohça, bir Yunan neferi çıkıyor. İhtiyarların başı taşla ezilmiş, siyahlı kadınlar mütemadiyen bu vahşi sürüden kaçışıyor. Elleri bağlı masum kafileleri süngüleyerek, yüzlerine tükürerek, kan içinde sürükleyerek gemilerinizin önünden geçiriyorlar. Haydutluğu alkışlamadığı için işte namuslu bir adamı parçalıyorlar, bir sürü Yunan askeri onu kendi ka- pısının önünde bağırarak, söverek parçalıyorlar. Sırf eğlence için beş yaşında bir çocuğa nişan alıyorlar. Zavallı yuvarlak küçük mahlûk! Siyah gözlerinde yaşlar kurumadan kalbinden vuruldu, nişan o kadar iyi alındı ki, küçük dudaklarından “anne” diye bir şikâyet bile çıkmadı. İhsan, Ayşe’nin sandalyesinin arkasını iki elleriyle koparacak gibi tutuyor, yüzü öyle korkunç ve gergin ki. Mister Cook, mazlumların zalimlerden kuvvetli olabileceğini duydu mu bilmem, fakat odanın havasını fazla korkunç ve bârid buldu. Tuhaf bir ciddiyetle kalktı. Biraz kısık bir yılan ıslığı ile: Bu gün bana İzmir kızını dinlettiniz, teşekkür ederim, dedi. Kimse elini uzatmadı. O, Salime Hanım’la çıkarken ben de kapıya kadar gittim. Odaya dönünce genç askerleri Ayşe’nin sandalyesi etrafında diz çökmüş buldum. Haşmet Bey ve ihtiyar Sabri Paşa da dahil olduğu hâlde, İzmir kızına kılıçlarını vakfediyorlardı. İhsan’ın biraz kısık sesini duydum: ‒Her azamız kopuncaya kadar İzmir yolunda kılıcımızı kınına koymayacağız. Deminki kavi, muzaffer Ayşe, âciz bir çocuk gibi, zavallı bir ana gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. ‒Ne oluyorsunuz, dedim. Milletin bizim gibi gayri müsellâh kısmı kılıçlılardan daha çok. Harp bitti. Medenî sulhün nimetini bize Mister Cook anlattı. Bunun üstüne çay içmez misiniz? Bunu kâğıt kokuları ve daire söyledi, Ayşe! Ben hepsinden daha aşağı yüzükoyun yattım. İçimden haykırdım. Her azam kopuncaya kadar Ayşe! Sen duymadın, bilmedin, yeşil gözlerinde yaş kurudu. Bana merhametle baktın. Hâlâ bilmiyorsun. Bak iki bacağım koptu, fakat dövüşmek için iki kolum daha var. Aç gözlerini Ayşe, alnındaki kırmızı yarayı kaldır. Yanında yatan şehitten, etrafındaki ölenlerden ben aşağı değilim. Ben de, ben de senin için, İzmir için her azam kopuncaya kadar vuruşacağım.
·
50 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.