Bu kitap konusunda karışık hissediyorum. Ne tam olarak beğendim, diyebilirim ne de beğenmedim. Aslında büyük bir umutla başlamıştım; çünkü hem psikolojik hem de gerilim romanı olduğuna dair büyük önermeler söz konusuydu ve benim de bu tarz bir kitaba ihtiyacım vardı. Ama bana, bu derece abartılacak kadar iyi gelmedi. Yazarın dili sadeydi. Konusu itibariyle merak uyandıran ama öyle elimden bırakamıyorum, diyebileceğim kadar da beni kendini bağlamayan bir kitaptı.
Alicia Berenson, bir ressamdır. Kocası Gabriel ise ünlü sayılabilecek bir fotoğrafçı. Alicia kocasını çok seven bir kadındır ve sırf onun içi rahat etsin diye günlük tutmaya başlamıştır. Ama gel gelelim Alicia, kocası Gabriel'i öldürmekle suçlanıyor ve sonrasında hiç konuşmayıp tepki vermediğinden hastaneye kapatılıyor.
Yıllar sonra psikoterapist Theo Faber, onu tedavi etmeyi amaçlayarak onun hastanesine geçiş yapıp onunla görüşmeye başlıyor. Sonrasında gelişen olaylarla adım adım gerçeğe yaklaşılıyor.
Kitabın çarpık bir ilerleyişi var ve bunu çok sonra fark ediyoruz. Öncelikle en baştan itibaren Theo'dan hiç hoşlanmadığımı söylemeliyim. Hele ki kişisel hayatı hakkındaki yaklaşımları beni kendinden soğuttu. Bir nedeni olursa olsun sempati duyamadım. Kitabı genel olarak ele alırsak; Theo, araştırmalarını çok kapsamlı ilerletirken birkaç kişiye şüpheli gözüyle bakmak kaçınılmaz ama en sonunda ortaya çıkan şey ise şaşırtıcı. Ama neyse ki en sonunda bağlanması gereken yere bağlandı. Bilemiyorum, kitabı okuyup okumamak size kalmış.