Öyleyse hazzın psikodinamiği nasıl işliyor? Neden insanlar hazza bu kadar müptela oluyorlar?
Esas itibariyle hazzın psikodinamiğini ben "ölümden kaçış" olarak özetleyebilirim. İnsan neden hazza bu kadar müptela olur? Çünkü ölümle baş edemiyordur. Ölümle muhasebesini yapamıyordur. Ölüm onun hayatına yapıcı bir kuvvet olarak giremiyordur. Zaten Batı uygarlığının temel kabullerinden biridir bu. Batı medeniyeti ölümün inkarı üzerine kuruludur. Ölümü inkar ettiğiniz zaman, ölümden sonrasını da inkar etmiş olursunuz. Eğer bu hayata ölüm ışık tutmuyorsa bu hayatı aydınlatmıyorsa bu hayat neyle aydınlatılır?
Tabii ki "vur patlasın, çal oynasın"la! Onlar için hayat her türlü hazzı en kısa zamanda devşirmemizi sağlayacak bir "eğlence mekanı"dır. O halde hazzın önündeki bütün engelleri kaldırmak, ahlaki bariyerleri yok etmek gerekir. Bunun ruh sağlığı açısından ciddi sonuçları söz konusudur. Mesela obezite diye bir problem var. Aşırı yemek tüketme diye bir sorunu var bugün dünyanın. Yine madde bağımlılığı bu mentalitenin bir sonucudur. Madde bağımlısı olan kişiler, beyinlerindeki dopamin devrelerine sürekli ödül vermek isteyen insanlardır. Halbuki olgun insan, hazzı büsbütün reddeden değil ama hazzı erteleyebilen, gerektiğinde ondan uzak duran insandır. Hepimizin bildiği güzel bir söz var: "Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır." Pek çok şey hayata bakış açımızla alakalı. Siz hayatın içinde saklı olan küçük mucizeleri, detayları, sürprizleri görmeye ayarlamışsanız bilincinizi, size bir çiçeğin açışı, bir bebeğin yürüyüşü, mevsimlerin değişmesi, gecenin gündüze inkılap etmesi... Bütün bunlar manevi hazlar verir. Önemli olan, insanın aşkınlığı yakalayabilmesidir.