Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Binbir gece masallarından No: 271-272
Heykel Odası Arap kaynaklara dayanan bu öykünün yazarı belirsizdir. Öykünün içeriğine bakılırsa, yazarın Müslüman bir İspanyol olduğunu düşünebiliriz. Yüzyıllar önce, Endülüs Krallığı’nda, Lebtit, Centa, ya da Jaén isimli bir şehir vardı ve krallar burada otururlardı. Bu şehirdeki güçlü kalenin kapıları içeri girmek ya da dışarı çıkmak için değil kilitli tutulmak için yapılmıştı. Krallardan biri öldüğünde, yüce tahta geçen diğer kral, kapıya kendi elleriyle yeni bir kilit takardı; öyle ki, kilitlerin sayısı yirmi dördü bulmuştu —her kral için bir kilit duruyordu kapıda. Bir dönem sonra, soylu olmayan kötü bir adam tahtı ele geçirdi ve yeni bir kilit eklemektense yirmi dört eski kilidi açıp kalenin içini görmek istedi. Vezir ve emirler bunu yapmaması için yalvardılar, demir anahtarlığı ondan gizleyip, yirmidört kilidi zorlamaktansa yeni bir tanesini eklemenin daha kolay olduğunu söylediler ona. Ama kral şaşırtıcı bir ustalıkla diretti, "kalenin içerisinde neler olduğunu görmek istiyorum," diyerek. Ona sürüler, kutsal heykelcikler, gümüş ve altınlar —erişebildikleri tüm zenginlikleri— önerdiler. Ne yaparlarsa yapsınlar, vazgeçiremediler ve kral kendi (sonsuza kadar yanasıca) sağ eliyle kilitleri çıkardı. Kalenin içinde madenden ve tahtadan yapılmış Arap heykelleri buldular; çevik at ve develerin sırtında, türbanları omuzlarından, palaları bellerinden sarkan bu heykeller ellerinde uzun mızraklar tutuyorlardı. Hepsi de yontuydu ve gölgeleri yere vuruyordu. Atların ön ayakları şaha kalkıyormuşcasına yerden kesilmişti, ama güçlü hayvanlar sarsılıp düşmüyorlardı bile. Kralı büyük bir korku aldı bu hünerli heykeller karşısında; korkusu onların disiplini ve mükemmel sessizliğiyle depreşti, çünkü hepsi aynı yöne —Batı'ya— bakıyordu ve ne bir söz ne de bir borazan sesi duyuluyordu burada. İlk oda bundan ibaretti. İkinci odada Davud’un oğlu Süleyman için sofra kurulmuştu —ikisi de huzur içinde yatsın! Masa tek bir parça yakuttan yontulmuştu. Yakutun rengi, herkesin bildiği gibi yeşildir ve gerçek, ama tanımlanamayacak gizli özellikleri vardır: fırtınaları dindirmek, sahibinin saflığını korumak, kanlı basur ve kötü ruhları def etmek, davaları kazanmayı sağlamak ve doğumu kolaylaştırmak gibi. Üçüncü odada iki kitap buldular. İlki siyahtı ve madenlerin, özelliklerinden, tılsımların kullanımlarından, gök kanunlarından, zehir ve panzehirlerin hazırlanışından bahsediyordu. İkinci kitap beyazdı ve harfler çok belirgin olduğu halde kimse öğretilerini çözmeyi başaramadı. Dördüncü odada tüm krallıkları ve şehirleri ve denizleri ve kaleleri ve tehlikeleri —her birini gerçek ismi ve şekliyle— gösteren bir dünya haritası buldular. Beşinci odada Davud'un oğlu Süleyman —huzur içinde yatsın ikisi de!— için yapılmış yuvarlak, paha biçilmez bir ayna vardı; çeşitli madenlerden yapılmıştı ve o aynaya bakan, Adem'den başlayarak kıyamet borazanını duyacak olanlara dek, atalarının ve oğullarının yüzlerini görebiliyordu. Altıncı odada öyle bir iksir vardı ki, tek damlası yüz yirmi kilo gümüşü yüz yirmi kilo altına çevirmeye yetiyordu. Yedinci oda boş görünüyordu. O denli uzundu ki, en yetenekli okçular bile bir ucundan diğer ucunu vuramazlardı oklarıyla. Odanın sonundaki duvarda korkunç bir yazı kazılıydı. Kral bunu okudu ve anladı; şunlar yazılıydı duvarda: "Her kimin eli bu kalenin kapısını açma cüretinde bulunursa, buradaki yontulmuş figürlere benzeyen canlı askerler krallığı ele geçirecekler." Bu olaylar Hicri 89 yılında meydana geldi. Henüz on ikinci ay dolmadan, Tarık Bin Ziyad şehri kuşattı, kralı yendi, kralın karılarını ve çocuklarını sattı; ülkeyi yakıp yıktı. Ve Araplar incir ağaçlarıyla, susuzluk bilmeyen sulak çayırlarla bezenmiş Endülüs Krallığı'na böyle yayıldılar. Hâzinelere gelince, herkesçe bilindiği üzere, Tarık, yani Ziya'nın oğlu, onları efendisi olan halifeye yolladı ve halife, hâzineleri bir piramidin ortasına istif etti.
·
37 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.