Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Kalem ve Kılıç
Tûsi, İsmailî mezhebini terk ettiğini açıklamıştı.Tûsi artık İlhanlılar eliyle kurulan yeni rejimin fikri manada kurucularından biri olarak ahlak anlayışını kamu düzeni ve yöneten­-yönetilen ilişkisi çerçevesinde de değerlendirmiş böylelikle kuruluş sürecinde olan İlhanlı hakimiyetinin Müslüman tebaa gözünde meşrulaşmasına katkı sağlamış oluyordu. Özelikle risalenin üçüncü ve beşinci bablarında yaptığı değişiklik ve ilaveler tamamen bu misyona hizmet etmektedir.Bu haliyle Tûsi'nin Evsafu'l Eşraf'ı tam bir siyasetname halini almaktadır. İlhanlı rejimi­nin kurucu unsurlarından olan Tûsi'nin İlhanlı yönetim anlayışına en önemli katkısı Farsça olarak kaleme aldığı Risale-yi Der Resm-i Ayn-i İlhani'dir. Tûsi'nin bu eseri küçük bir risaledir. İstila süreci sonrasında İlhanlı yönetiminin yerel unsurlarla yaşadığı sorunları ve bunların iktisadi yapıya olan yansımalarını tespit etmiş ve bunlara çözüm önerileri sunmuştur. Tûsi, eserine bir dua giri­şi yaptıktan sonra "Kalem ve Kılıç" diye bir alt başlık atmış ve burada Çin'in siyaset geleneği ile İran'ın siyaset geleneğini kıyaslamıştır. Bu kıyaslamada Tûsi, Çin'in uzun bir geçmişi olduğunu ve siyaset yapısının hiç değişmeden uzun yıllar boyunca devam ettiğini bununda Çin ülkesinde istikrarı temin et­tiğini vurgular. İran'da ise hanedanların sık sık değiştiğini ayrıca her vilayetin kendine has özelliklerinden dolayı özel durumlarının geliştiğini bu durumun­da farklı farklı yönetim anlayışlarını geliştirdiğini yaşanan istikrarsızlığın te­mel sebeplerinden birinin de bu olduğunu belirttir. Tûsi devletin iki temel unsur üzerinde durduğunu belirtir bunlardan birincisi, "kılıç" dediği asker sınıfı ikincisi ise "kalem" dediği bürokrat sınıfıdır. Tûsi'ye göre asker sınıfı dört özelliği taşımalıdır. Birincisi askerler arasında ittifak sağlanmış olmalıdır. İkincisi sultana doğrudan gönül bağı taşımalıdırlar. Üçüncüsü, padişahın emri olmaksızın herhangi bir işe kalkışmamalıdırlar. Dördüncüsü ise donanımlı olmalı savaş tekniklerini bilmelidir. Buna karşı Tûsi Padişah'ın da askere karşı dört noktada hassas olması gerektiğini belirtir. Bulardan birincisi sultan, askerin ulufesini ihmal etmemeli her türlü maddi ihtiyacını gözetmelidir. İkincisi büyüğü büyük, küçüğü küçük yerde tutmalıdır. Üçüncüsü hizmetini daha iyi verenleri daha iyi yerlerde tutmalı ve onların ölümünden sonrada ai­lelerini gözetmeye devam etmelidir. Dördüncüsü savaşlarda düşmandan elde edilen ganimetin adil dağıtılmasını temin etmelidir. Tusi'ye göre askerin dört temel faydası bulunmaktadır. Birincisi asker padişahın heybet ve azametini sağlar. İkinci olarak düşmanı memleketten defeder. Üçüncü olarak halkın hu­zur ve güvenliğini sağlar. Dördüncü olarak yolları hırsız ve şakilerden ve dahi yırtıcı hayvanlardan korur. Tusi, risalesinde sultanın dört noktada dikkatli olması gerektiğini belirt­mektedir. Bunlardan birincisi sultanın gücü savaş yapmaya yetmiyor ise barış yapmalıdır. Böyle durumda haklı bile olsa bunun daha doğru olduğunu söy­lemektedir. İkinci olarak eğer savaş yapılacak duruma gelindiyse bunu uygun bir plan ile yapılması gerektiğini belirtmektedir. Bu plana bağlı olarak orduyu zamanı ve mekanı çok iyi hazırlaması gerektiğini ifade etmektedir. Üçüncü olarak işlerin sürekliliğinin sağlanması için kaygılı olmamalı eğer savaşta ye­nilecek olursa bunun tedbirini önceden almış olmalı kendisinin ve haneda­nın can güvenliği ve hazinenin korunması için tedbirler geliştirmiş olmalı. Son olarak da savaşı kazanacak olursa çok mağrur olmamalı acele kararlar vermemeli tedbiri elden bırakmamalı ihtiyatlı hareket etmeli adalet ile dav­ranarak işi bitirmelidir. Tusi, asker -kılıç- ile ilgili tavsiyelerinin devamın­da padişahın eğer düşmanı yoksa bile dört şeyi göz önünde bulundurmasını istemektedir. Birincisi savaş olacakmış gibi askeri zinde tutmalıdır. İkincisi her an umulmadık bir düşman çıkabileceğinden gafil davranmamalı tedbiri elden bırakmamalıdır. Üçüncü olarak düşmanın küçüğü büyüğü olmaz, düş­manı hafife alıp gafil olmamalıdır. Son olarak da memleketi ve askeri silahsız bırakmamalıdır. Bu ifadeleri ile "kılıç" ile ilgili bahsi kapatan Tusi, eserin devamında "kalem" yani bürokrasi ile ilgili tespitlerde bulunur. Tusi, kalem ehlini yani bürokrasiyi dört ana sınıfa ayırmaktadır. Bunlar: din adamları, bilim adamları (örnek olarak risalede astronomi, felsefe ve tıbbı göstermektedir) . Üçüncüsü kadılar ve dış ülkelerle padişah adına muhatap olan yazışan vezirlerdir. Son zümrede ise padişahın yazılarını ve ülkenin mali işlerini takip eden katipleri göstermektedir. Kalem sınıfının dört faydası ol­duğunu söylemektedir. Birincisi Hak yolunun değişmemesi için halk arasın­da muhafazası, ikincisi devlet sırlarını açık etmemesi, üçüncüsü konuşulan konuları unutulmaması hatırda tutulmasının sağlanması, son olarak da halk arasında doğruların savunucusu olmalarıdır. Tûsi, eserinde son olarak devletin hangi kalemlerden vergi alması gerek­tiği nasıl vergi alınması gerektiğini kimden ne kadar vergi alınması gerektiği gibi mali durumları uzun uzadıya madde madde sıralar ardından devletin har­cama kalemlerini harcamaların nerelere ne şekilde yapılması gerektiğini yine madde madde kaleme almıştır. İlhanlı Devleti'nin ilk baş danışmanlarından olan Tûsi'nin bu eseri İlhanlı Devleti'nin oturduğu siyasi ve ekonomik çerçe­veyi belirlemiştir. Bundan sonraki sultanlarında en azından ordu ve ekonomi ile ilgili belirlenen ilkleri tam anlamıyla uygulayamasalar da sürekli göz önün­de bulundurmuşlardı. Buradan hareketle Tûsi için İlhanlı rejiminin kurucusu demek fazla iddialı bir ifade olmayacaktır. Nasirüddin Tûsi, İlhanlıların veziri olarak yaptığı faaliyetlerle Moğol akınlarının düşünce ve kültür hayatında yarattığı tahribatın bizzat failleri­nin ayakta olduğu bir dönemde üstelik onların eliyle telafi edilmesi sürecini başlatmıştı. Oldukça zeki biri olan Tûsi, Cüveyni'nin aktardığına göre, kendi ağabeyi Şemseddin Cüvyeni için Hülagûnun idam emri vermesini duyar duy­maz hile ile Hülagúnun huzuruna çıkar ve elindeki usturlap ve buhurdan ile bir kehaneti haber veriyormuş gibi yapıp ancak tutuklu ve idamlıkları bağış­laması karşılığında kehanettin defedilebileceğini beyan eder. Bunun üzerine Hülagu, Cüveyni başta olmak üzere tüm mahkumları affeder. Tûsi, dini, ilmi, siyasi ve felsefi kimliklerinin hepsine birden sahip olması özelliği ile Bağdat merkezli İslam Rönesansı'ndan sonra Yakın Doğu'da İlhanlı hakimiyeti al­tında fikri manada adeta ikinci bir Rönesans yaşanmasının zeminin hazırla­mıştı. Bu itibarla pek çok İranlı felsefeci ve tarihçi onu bir Rönesans adamı olarak anarlar. Tusi'nin ön ayak olduğu pek çok girişim ve kendi organize ettiği işler neticesinde silinme noktasına gelen İslam düşünce ve bilim haya­tı yeniden bir toparlanma ve canlanma sürecine girmişti. İslam felsefesinin yeniden canlanması, İbn Sina ve Farabilerle kesilen fikri bağlantının yeniden sağlanmasında en önemli unsur şüphesiz Tusi olmuştur. Tusi İlhanlı haki­miyetinin güçlenmesi ve düzenli bir yönetimin oluşması için elinden gelen gayreti göstermekteydi. Çünkü güçlü bir yönetimin oluşması ve oturmuş bir düzenin kurulmasının bilimin ve kültürün ilerlemesi için gerekli olduğunu ön görmekteydi. Meşru yönetici olarak gördüğü İlhanlı hanedanın güçlen­mesi ve toplum nezdinde meşrulaşması içinde var gücüyle çalışmaktaydı. Bu gayretlerinde de oldukça başarılı olmuştur. İstila sürecinin hemen ardından .Meraga'da Ortaçağ'ın en büyük ve güçlü ilim merkezlerinden birini kurmuş­tur. Rasathane ile astronomi çalışmalarında çığır açmış Zic-i İlhani isimli as­tronomi cetvelleri klasik dönemden sonra İslam dünyasında ortaya konulan en önemli cetvel olarak tarihe geçmiştir. Yetiştirdiği talebeleri ile astronomi faaliyetlerinin Anadolu başta olmak üzere İslam dünyasının dört bir yanında gelişmesine katkısı olmuştur. Yazdığı eserler İslam dünyasındaki medrese­lerde XVIII. yüzyıla kadar ders kitabı olarak okutulmaktaydı. Çok fazla eser geride bırakan Tusinin kendi adıyla anılan ISO'den fazla eseri mevcuttur. Bu eserler astronomi, felsefe, kelam, hadis, tefsir, siyaset ve tıp gibi çok farklı alanlara hitap etmekteydi. Mikail Bayram, bu noktadan hareketle Tusl'nin bu eserlerinin büyük çoğunluğunun intihal olduğunu iddia etmektedir. Tusi adıyla .Meraga'da yazılan bazı yazmaların daha önceki dönemlerde farklı müelliflerin elinden çıkan bazı yazmalarla aynı olduğu anlaşılmaktadır. Bu­radan hareketle intihal iddiası da anlam kazanmaktadır. Ancak devrin koşul­ları düşünüldüğünde; istila sürecinde sağa sola saçılan eserleri Meraga'daki kütüphanede toplayan Tusi bunların kaybolmamasını sağlamak için tekrar çoğalttırmıştır. Bu çoğaltma esnasında isimi ve künyesi kaybolmuş eserlerin çoğaltan sıfatıyla Tusi'ye mal edildiği anlaşılmaktadır. Tusi'nin intihal yaptığı iddia edilen eserlerin tarihsiz eserler olduğu dikkat çekmektedir. Yazmalarda müellif ve katipten bazen tarih daha önem kazanmaktadır. Tfisi çoğaltarak koruma altına aldığı bu eserleri tarihsiz bırakması da kendine ait olmadığı gibi kendine mal etme kaygısı gütmediğinin de güçlü bir işaretidir. Eserlerde onun adının geçmesini, sadece onun koordinasyonunda Meraga'da çoğaltıldı­ğı manası çıkmaktadır. Dolayısıyla Tûsi gibi bir bilgini intihal töhmeti altına bırakmadan sadece eserleri kaybolma korkusuna karşı çoğaltıldığını düşün­mek daha makul görülmektedir. 672/1274 yılına kadar .Meraga'da kalan ve ilmi faaliyetlerine devam eden Tfisi bu senenin Zilhicce ayında Meraga'dan ayrılmış, Bağdat'a yaptığı bir seferde vefat ermiştir. Tusi Bağdat'ta İmam Musa el-Kazım'ın türbesinin ya­nına, daha önce Abbasi Halifesi Nasır-lidin'illah için yapılan, ancak çeşitli sebeplerden halifenin gömülmediği kabre gömülmüştür. İbnu'l-Fuvati'nin (ö. 723/1323) el-Havadisu'l-camia adlı eserinde Tusi'nin intihar ettiği söylenirse de diğer kaynaklar tarafından doğrulanmayan bir bilgidir. Şii bir alim olan Tusi siyasi ve ilmi hiçbir faaliyetinde mezhep ayrımı gözetmemiştir. Onun dini eserleri bütün Müslümanları kuşatan bir üslupla kaleme alınmıştır. Bu yüzden de Sünni medreselerinde de ders kitabı olarak okutulmuştur.
·
80 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.