Yalnızlık.. Çoğu zaman hepimizin düşündüğü ve
paradoksa sürükleyebilecek bir olgudur aslında. Yalnız kalırsam mutlu mu olurum mutsuz mu? Bu ikilemde bırakan ve aslında açıklamak bu denli zor iken yazar bize kendi hayatından örnekler vererek ne denli yalnız olduğunu gösteriyor. Kitabın içinde kendinizi bulmanız muhtemel çünkü 8 milyar insan içinde yalnız hissettiğiniz anlar illa ki olmuştur ve bu derin yalnızlığı Fournier harika anlatıyor. Teknolojinin bu kadar ilerlemesiyle beraber oluşan etrafımızdaki insanları tanımama alışkanlığı üzerinde bolca duruluyor. Kaçımız komşumuzun panjurlarını, perdelerini kontrol ediyoruz? Kaçımız kaç tane komşumuzu tanıyoruz? Etrafımızda olup bitenler bihaber olmuş durumdayız. Yalnızlık öyle bir nüfuz ediyor ki Fournier’e düşünmediğim şeyleri kontrol etmeye başlıyor, komşularının panjularlarının kapalı mı açık mı olduğunu mesela. Yalnız kalmanın dayanılmaz ızdırabı içerisinde komşularının evde oluşu biraz olsun dindiriyor içindeki bu bastırılması güç hisleri. Hepimiz hayatımızın bir döneminde yalnız kaldık, fakat bunun üstesinden gelinemez bir olgu oluşundan dolayı hiçbirimiz aslında o anları çok düşünmek kendimizi o anlara götürmek istemeyiz. Hafızamızdan silip atmak isteriz çoğu zaman. Ama bu anların da kıymeti çok büyükmüş insanda, derin izler bırakan bir zaman dilimiymiş. Kitapta geçen çocukken kaybolma durumunu yaşadığım için biraz eskiyi hatırlayarak biraz da gülümseyerek okudum o kısmı. Yazarın okuduğum ilk kitabıydı, umarım bu yazarı keşfetmeye devam ederim.