Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

·
Puan vermedi
Başka Bir Tabiat Tasavvuru
(0-44 s.): modernizm ve mekânsızlaşma
Seyyid Hüseyin Nasr
Seyyid Hüseyin Nasr
, 68’de Londra’da gerçekleştirdiği konferanslar dizisinde insan ve çevresini (surroundings) modern döneme göre tahlil etmiş. İnsanın etrafını saran mekânsal kapsamın tarihsel yaklaşıma nazaran nasıl farklı algılandığını bilgi felsefesi çatısında yeniden yorumlamış. Tabiatın (nature) değişen konumunun dönemin çevresel (environment) anlayışındaki yerini irdelemiş. Her gün karşılaştığımız mekânlar ve etkileşimde bulunduğumuz fiziksel nesneler, davranışlarımız ve kimliğimiz üzerinde kalıcı bir iz bırakırlar. Fakat çelişkili bir biçimde, ilerleme arayışı içinde olan modernite, çevremizle olan bu köklü bağı koparır ve sonuçta bir bunalıma, bir kimlik krizine yol açar. Kadim ve kutsal sayılan doğa bilincine karşın metropoller kimliklerle dolu bir kentsel yaşam mikrokozmosu sunarlar ve bu; insanlar, nesneler ve mekânlar arasındaki bağlantıyı karmaşıklaştırır. Nasr’a göre ise insan artık, dağları deniz seviyesine indirmeye çalışmaktadır. İnsanın mekânsal manipülasyonu, olduğu zemin üzerindeki istirmarcı hareketi arşın sınırlarına dayanmıştır. İnsan tabiatın zorbasıdır. İnsan mekân vasıtasıyla kendi kününe (كون) de zulmetmektedir. Kendine zulmeden zorba öte yandan mazlumdur da. Bu iki karakterli kişilik hem kendi varlığını hem de üzerinde yaşadığı bağlamı değersizleştirmektedir. Tabiat ve beşer arasındaki denge yerini asimetrik, öngörülemez ve tutarsız pratiklere bırakmaya zorlanmıştır. Tahayyül, kutsaldan kopartılan, saydamlaşan, anlamsızlaşan, bulanıklaşan, donuklaşan bir yerdir artık. Modernite bir sapmadır. Kendi çizdiği çizgilerle sınırlanır. Özgürlük vaadine rağmen modern, yanıltıcı bir kütleye dönüşmüştür. Kısırlığı yaşamı yok eder, sakinlerini yabancılaştırır ve onları katı kontrollere maruz bırakır. Bu noktada “kumdan şatolar" yerlerini kumdan kentlere bırakmıştır. Doğadan kopan yeni insan, “çevresini yakarak ilerleyen bir ateş hâlinde” zeminini durmadan daha da yıkmaktadır. Tüm oranları bükmekte, makro ve mikro ölçekteki tüm dokuları tahrip etmekte ve kümülatif birikimlerin zincirlerini tek tek sökmektedir. Oysa bireylerin nesnelerle ve mekânlarla olan temel bağlarını korumaları kendi varlıklarını korumaları anlamına da geldiğinden anlamsızlaşan değerlere yeniden mânâlar kazandırmak gerekir. Önce kavramsal, sonra çevresel tahribatları olabildiğince onarmak, önüne sis perdesi indirilen çerçeveleri yeniden opaklaştırmak, tabiatı yeniden keşfi mümkün kılacaktır. (61-101 s.): pozitivist perspektife karşı metafizik Nasr, kitabın ilk bölümünde insan ve tabiat konularını ele alırken öncelikli olarak anlatısında kavramsal bir kâinat modeli çizmiş. Var olan pozitif ilimleri, dini öğretileri ve metafizik duyuları kıyaslarken aslında dünya algısını kozmos ve kaos tezatları bağlamında irdelemiş. Tabiatın nasıl bir şey olduğuna, manaya, insanın buhran ve bunalımlarına, doğal olan fıtrî düşüncelerin karşısında beliren yapay kurgusal çevrelere dair bir girizgâh olarak alabiliriz bunu. Modern dönemin, dayatılan yaşam biçimlerinden ziyade insanların algısını kadim zamanlardan çok başka bir yere evirmesi asıl sorun. Nasr ise başlangıç olarak bu sorun üzerinden bir zihniyet ve tahayyül eleştirisi yapıyor. Kitabın ikinci bölümü ise okuru, bahsedilen sorunsalların eleştirildiği temellerin üzerinden yükselen hızlı bir gelişme bölümü olarak karşılamakta. Yani burada, modernin moderniteden koparak tekil bir zorbalıkla diğer tüm bilgi yöntemlerini reddedişi ve kendisini dikte ettiğini söylemek mümkün. Okura başta alt metin olarak sunulan tabiatın kaosun bir parçası olmadığı, tamamen düzene bağlı bir kozmos olduğu fikrinin bu bölümde modernin kalın ve yüksek duvarlarına bilerek çarptırıldığını düşünüyorum. Entelektüel ve tarihi neden olarak modern, bir sapma ve bir bunalım fabrikası şeklinde çizilmiş. Yine farklı kültürlerin antik dönemlerine, Hristiyanlık öncesi periyotlara yapılan atıflar modernin getirdiği maddesel bakıştan evvel metafiziğin, deneysellikten çok duyuların özne olduğunu vurguluyor. Nasr, buna örnek olarak felsefe ve teolojinin şimdiki gibi farklı öğrenim başlıklarında algılanmadığını, onların birçok ilim ya da araştırmanın çekirdeğini oluşturabilecek genişlikte bir kapsama sahip olduğunu söylüyor. Teoloji sadece bir başlık değil bir başlangıç noktası da olabilir böylece (ki geçmişte olmuştur da). Bu dönemlerde madde ve maneviyat birbirinden ayrı ya da zıt algılanmamışlardır. Kitapta Light on the Ancient Worlds (
Frithjof Schuon
Frithjof Schuon
)'den yapılan bu alıntının ilgili tespiti desteklediğini düşünüyorum: "
Aristoteles
Aristoteles
'in doğumuyla, Batı'nın anladığı anlamda felsefe başlamış, Doğu'nun anladığı anlamda felsefe sona ermiştir." İnsanoğlu gittikçe çizgiler çekmiş, zihnindeki mühim bağlantıları koparmış, kendi ayağının altındaki zemini kaydırmış, bazen gözünü göğe dikip yeryüzünü unuturken bazen de yere bakmaktan önünü görememiştir. Nasr, Rönesans sonrasında, Avrupa toplumunun odağını körü körüne inancı takip etmekten çok doğal dünyanın harikalarını keşfetmeye kaydırdığından bahsediyor. Ancak bu yeni keşfedilen doğaya yönelik sevgi, onun göksel alemlerle önceki ilişkisinden bir kopuştur. Rönesans'ın insanları, genellikle gökle yeryüzü arasında asılı duran mistik varlıklar olarak tasvir edilen Orta Çağ'daki benzerlerinden farklıdırlar yine de. Bunun yerine, Rönesans halkı dünyevi varoluşunu tamamen benimsemiş, insanlıklarını kutlamış ve dünyanın sınırlamalarından kurtulmaya çabalamışlardır. Bu kurtuluş sadece yeni zirvelere ulaşmakla ilgili değildir, aynı zamanda ufukları genişletmek, coğrafya ve doğa tarihi aracılığıyla dünyayı derinlemesine araştırmakla da ilgilidir. Başta olumlu denilebilecek bu bakış, şimdinin fraksiyonlarında da benzer şekilde, insanın kendisini değerli görerek keşfe çıktığı yanılgısının ardında keşfettikleri yeni doğal gerçeklikler üzerinden kendini daha aşağıda konumlandırmasını içerir. Örneğin bulduğu yeni bir kalıntı ya da organizma, kendisini varlık zincirinde daha aşağıda görmesine yol açmıştır. Bunun örneği, Rönesans'ta dogmaya karşı başlayan anatomik araştırma süreçleriyken, daha yakın örneği ise bilimin son asırlarında sesi yükselen evrim teorisidir. Yazara göre madde ve mana arasındaki çatışmanın gittikçe artma nedeni dünyaya antromorfizm gözlükleriyle bakmaktır artık. Kitapta bahsedildiği üzere, bu yargılı ve taraflı duruşu kırmak; farklı kültürlerin, farklı ilim çeşitlerinin de pozitif bilimler kadar değerli olabileceğini görmektir. Dünya, sadece pozitif bilimlerin oturduğu bir yargıç kürsüsünden algılanmamalıdır. Dolayısıyla antromorfizmi kırabilecek tolerans bunu antropolojik bir şekle çevirmekten geçer. Burada modernin buhranlarını irdeleyen bir modern dönem antropoloğu olan Levi-Strauss’un tespitlerini hatırlamak doğru olacaktır. Ona göre: “Kültür düzen yaratır: Toprağı ekip biçer, evler yapar, nesneler imâl ederiz. Buna karşılık, toplumlarımız fazlasıyla entropi üretir. Güçlerini dağıtır ve toplumsal çatışmalar, siyasi mücadeleler ve bireylerde yarattığı ruhsal gerilimlerle kendi kendilerini tüketirler. Başta temel aldığı değerler durmamacasına yozlaşır. Hatta diyebiliriz ki yaşadığımız toplumlar çatılarını gitgide kaybeder, neredeyse darmadağın olur ve kendilerini oluşturan bireyleri birbirlerinin yerine geçebilen kimliksiz atomlara indirger. ” #151369903 İnsanoğlu, kendini anlamaya çalışırken çoğunlukla özüne yabancılaşmıştır. Diğer bilimler ve sayısız bilgi akışları bir yana, daha kendi konumunu tam çözümleyememiştir. Kendisi yüce mi, düşkün mü, miskin mi, yaralı bir varlık mı, günahla doğan bir aciz mi, dünyaya kanla gözlerini açan bir vahşi mi, dağları omzunda taşıyan yeryüzü halifesi mi; bir sarkaç gibi sallanmıştır arafta. Daha kendi özne oluşunu tarifleyememişken nesnelerin bilimiyle uğraşmıştır. Ve zamanla modernin de sahaya inişiyle kendi modernizminde sürüklenmiş , bir izm olarak belirsizliği kendisine seçmiştir. Kaybolmakta olan manevi tüm güdüler ya da seziler teori adı altında ezilmiştir. "Bundan böyle, doğru ve yanlışın ölçüsü insanların kendi düşünceleridir."
İnsan ve Tabiat
İnsan ve TabiatSeyyid Hüseyin Nasr · İnsan Yayınları · 0105 okunma
·
179 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.