Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Devlet kapitalizmi başlıklı makale
1)Devlet Kapitalizmi kapitalist üretimin tarihsel eğilimi mi? Marx kapitalizmin yasalarını değiştirmeden özel sermaye gibi işleyen bir devlet sermayesinin varlığından söz etse de (Kapital II, 90), görünüşe bakılırsa, Kapital devlet kapitalizmine doğrudan göndermede bulunmuyor gibiydi. Bununla birlikte Marx'ın ve Engels'in devlet kapitalizmine ilişkin dolaylı çözümlemeleri, bu kavramı, kapitalist üretim biçiminin tarihini çözümlerken karşılaştıkları zorlukların yoğunlaştığı bir sınır-kavram olarak ortaya çıkarıyordu. Sermayenin tarihini sermayenin toplumsal üretimi ele geçirme süreci olarak ele alan Grundrisse, sermayenin egemenlik seviyesini onun özerklik seviyesiyle, devlet yardımı olmaksızın üretimin genel koşullarının yeniden üretimini sağlama kapasitesiyle ölçüyordu (c.II, 23-24). Marx'a göre sermayenin tarihi, devletten bağımsızlaşma temeline oturuyordu; devletin ekonomiye müdahalesi tarihe karışıyordu. Buna karşılık Kapital, kapitalizmin tarihini sermayenin yoğunlaşmasına yol açan birikimden başlatıyor, tekellerin oluşumundan geçiyor ve tek bir bireysel ya da kolektif kapitalistin elinde toplanacak tek bir toplumsal sermayenin oluşturacağı uç sınıra işaret ediyordu (Kapital I, 68). Ne var ki, tekellerin oluşumuna yol açan bu eğilim, "devletin müdahalesine" neden oluyordu (kapital III, 104). Öyleyse, bu iki eğilimin birleşmesi, gerçek anlamda bir devlet kapitalizminin oluşumunu sermayenin tarihine yazacak gibi görünüyordu. Bununla birlikte Marx, sermayenin, son sınırı devletleştirme olabilecek toplumsallaşmasını, bir çelişki ve kapitalizmin içkin olarak kendini aşması olarak düşündüğü için, burada, yalnızca bir uç-durum, teorik bir soyutlama görebiliyordu: "Bu, kapitalist üretim tarzının bizzat kapitalist üretim tarzının içinde ortadan kalkması, dolayısıyla kendi kendinin yok eden ve kuşkusuz yeni bir üretim biçimine basit bir geçiş aşamasını temsil eden çelişkidir" (age). Sermaye, doğası gereği, üretim araçları üzerinde, ancak özel ve hiçbir kural tanımayan bir mülkiyet olabilirdi. Bu yüzden de, gerçek bir toplumsallaşmayı sağlayamazdı. Marx sermayeyi bir töz, özünde değişmeyen soyut bir varlık olarak gördüğünden, sermayenin tarihini kavrayamıyordu. Engels ise tersine, devlet kapitalizmini yine bir uç-durum olarak görmekle birlikte, bunu aynı zamanda, sermayenin gelişmesinin gerçekte yaşanacak bir sonucu olarak görüyordu: "Biçimi ne olursa olsun, modern devlet özü itibarıyle kapitalist bir aygıttır: kapitalistlerin devleti, düşünce düzleminde kolektif kapitalist. Üretim araçlarını kendi mülkiyetine geçirdiği ölçüde, gerçekte kolektif kapitalist haline geliyor" (Anti-Dühring, 318). Mülksüzleştiricilerin mülksüzleştirilmesini hazırlayan devlet kapitalizmi, hem sınır hem de geçiş yoludur; bu yol ancak, bundan sosyalizmin kuruluşunun kaldıracı olarak yararlanan proletarya devrimi ile tamamlanabilirdi. Proletarya üretici güçleri millileştirirken evrensel görevini üstleniyor, kendi kendini ortadan kaldırıyor ve böylece sınıf karşıtlıklarını aşarak devlet mülkiyetinden toplumsal mülkiyete geçiş hazırlıyordu (age, 319). Devlet mülkiyeti ile toplumsal mülkiyet arasındaki ayrım, sosyalizm ile devlet kapitalizmini ayırt etmeye olanak veriyorsa da, toplumsal devrimin tamamladığı sosyalizme geçişin yolu olarak devlet kapitalizminin düşüncesi bile, tüm II. Enternasyonal tarihi boyunca, hep içten içe yozlaştırıcı etkiler yarattı. Gerçekten de, bu düşünce adeta millileştirmeleri kapitalizmin bağrında sosyalizme bir hazırlık olarak görüyordu ve bu konumlanış Alman sosyal demokrasisinin bazı hiziplerinde hızla gün yüzüne çıktı. Sosyalizmin kurulması için burjuva devlete çağrı yapan bu görüş, Marx'ın Gotha programında eleştirdiği Lasalcı devlet sosyalizmi çizgisinde yer alıyordu (Got. Erf. Prog. Eleştirisi,41). Engels lafı hiç uzatmadan, bu eğilimi "saçmalık" olarak niteledi (Bebel'e 16 Mayıs 1882 tarihli mektup, La sociale démocratie allemande, Paris, Anthologie, 1975, 168). Bu "saçmalık", önce sosyalist, ardından komünist partilerin amentüsü haline geldi. Bu "saçmalık" devlet kapitalizminin her türlü çözümlenmesinin önünü tıkayacak şekilde, devlet mülkiyeti ile toplumsal sahiplenmeyi özdeşleştiriyordu. Deville, Sosyalist İlkeler'de sosyalizmin önce devlet sosyalizmi olarak gerçekleşeceğini, ardından demokrasinin genişleyerek devlet ile toplum arasındaki kopukluğu ortadan kaldıracağını ileri sürüyordu (s.203). Böylece, son derece görkemli bir yazgıya aday olan, ama artık bir geçiş yolu devlet kapitalizminden ayırt edilmeyen teorik bir ucube doğdu. Bu muğlaklıklarının kaynağı, Marx'ın kendisinde, özü itibarıyle özel ve anarşist olan bir kapitalizm/üretim kavramına bağlılığında yatıyordu (Kapital III, 256). Böyle olunca, örgütlenme, sosyalizmin kendisi olmasa da, bekleme odası gibi görülüyordu. Marx'ın izinde, bunu sadece bir eğilim ve uç-durum olarak gören Hilferding, artık değer ve ücret bundan böyle yalnızca bölüşüm konusu haline geleceği ölçüde, piyasanın ve ücretliliğin sönümlenmesinin kaynağını, -sadece bir eğilim ve sınır olarak belirlediği- toplumsal üretime egemen olan tek bir kartelin oluşmasına bağlıyordu (Finans Kapital, Paris, 1970, s.329). Böylece, "üretimin örgütlenmesi, ekonominin düzenlenmesinin sermayenin kodamanları tarafından ve onların çıkarına değil, nihayet ekonomiye de hükmeden toplumun bütününün yararına ve toplum tarafından bilinçli olarak gerçekleştirilmesi" (age, 492) olarak tanımlanan sosyalizmi elde etmek için, emekçilerin kapitalistlerin yerini alması yeterli oluyordu. Ama bu örgütlenme, toplumun "yürütme organı" olan emekçilerin devletinden türüyordu (age). Örgütlenme ve yasal düzenleme teknikleri, devletçi bir perspektifte, toplumsal ilişkilerin dönüşümünün yerini alıyordu: devlet sosyalizminin yeni versiyonu, devlet kapitalizminin yeni biçimi. Oysa Engels, devlet kapitalizminin bunun için kendisini aşmasına gerek olmadan da ekonomiyi planlayabileceğini belirterek (Got. Erf. Prog. Eleştirisi, 96), örgütlenme ile toplumsallaşma arasındaki sürekliliği reddetmişti. Üretimin devletçi örgütlenmesinin ilk girişimlerinin yaşandığı 1914-1918 savaşı, devlet kapitalizmi sorunsalını yeniden gündeme getirdi. Hilferding tek kartelini devlet mülkiyeti içine yerleştirmese de, Buharin bu adımı attı (Geçiş dönemi Ekonomisi, Paris, 1976, 71). Buharin, önceki çözümlemelerini bir araya getirerek devlet kapitalizmini, sermayenin gerçek bir tarihsel eğilimi olarak betimledi ve onu, kapitalist üretimin çözülmesine katkıda bulunan, üretimin ulusal örgütlenmesi talebiyle aynı kefeye koydu. Tek bir kartelin oluşumu ideal bir sınır olarak kalsa da, Buharin, burjuvazisinin tüm ekonomik örgütlenmelerinini devlete bağlı olması olarak tanımladığı devlet kapitalizminin, savaş sonrası emperyalist ekonomilerin gerçek evresi olduğunu belirtmekte tereddüt etmedi (age, 70). 2) Devlet kapitalizmi: Özgül bir toplumsal oluşum mu? 1917 Bolşevik Devrimi devlet kapitalizmi sorunsalını altüst edecekti, çünkü doğrudan Lenin tarafından belirlenen Bolşevik siyaset, devlet kapitalizmi politikasını ekonominin yeni bir anlamda toplumsallaştırılmasının temel unsuru olarak kabul ediyordu. Bunun ana noktası, işletmelerin işçi denetim komiteleri halinde bir araya gelen emekçiler tarafından kontrol edilmesiydi. İster denetlenmenin yerleşikleşmesini sağlamaya yönelsin, ister inatlaşan kapitalistlere karşı bir misilleme unsuru olarak kullanılsın, millileştirme ikinci planda kalıyordu. Denetim komitelerinin başarısızlığa uğraması, ekonominin örgütlenememesi, İç Savaş'ın patlak vermesi, Bolşeviklerin 1918 Martından itibaren -millileştirmeleri yaygınlaştırsalar da- işçi denetimini devletçi denetimle birleştirmek ve emekçilerin devlet tarafından atanan bir yönetime boyun eğmesini, Taylorcu ve Fordist yöntemlere başvurmayı, uzmanlara çok yüksek ücretler vermeyi dayatan emeğin kapitalist örgütlenme biçimlerini yeniden gündeme getirmek zorunda kaldılar. Devlet kapitalizmi, geçiş döneminin zorunlu bir evresi olarak değil, siyasi bir hat, işçi sınıfının sayısal ve kültürel yetersizliğine, Rus devriminin yalıtılmasına bağlı bir strateji olarak görülüyordu. Buna karşın, Menşevikler ve Kautsky, 1918'den itibaren, devlet kapitalizminin Rus devriminin zorunlu bir ürünü olduğunu ilan ettiler. İç savaş'ın sonu, tartışmaların içeriğini yeniledi: Rus endüstrisi çökmüş, işçi sınıfı "ortadan kaybolmuş" ve sistemin ayakta kalması için zorunlu olan köylü ittifakı tehlikeye girmişti. NEP, kırsalın acil taleplerini karşılamak ve işçi sınıfını yeniden oluşturmak yoluyla bu iki problemi çözmeyi denedi. Ama uygulamada, piyasayı serbestleştirerek ve önemli ölçüde millileştirilmiş olmalarına rağmen sınai işletmeleri karın gerekliliklerine tabi kılarak, devlet kapitalizminin kalıcı bir evresini kurdu. Lenin'in çözümlemesi, devlet kapitalizminin geleneksel kavranışına karşı bir pozisyonu temsil ediyordu: İşletmeler, üretimin dallarına göre örgütlenseler ve devletin genel denetimine tabi olsalar da, göreli özerk sahiplenme merkezleri olarak kaldıklarından, tam anlamıyla bütünleşmiş gerçek bir kartel oluşturamazlardı. Bu, Lenin'in düşüncesinde değişmez bir eğilimdi; tek işletmede gerçek bütünleşme ancak üreticilerin birliği ve denetimiyle gerçekleşebilirdi. Mali özerklik, devlet kapitalizminin devletçi sahiplenmenin temel direği olduğunu ortaya koyan belirtiydi. Kendi öznesi olacak bir sınıfın mevcudiyetinin üzerine inşa edilmekten uzak olan devlet kapitalizmi, egemen bir sınıfın yeniden oluşması için elverişli çelişkileri kendiliğinden üretiyordu. Önder de, işte bu yüzden, sendikaları kapitalist düzendeki görevlerine, işçi sınıfının maddi ve manevi çıkarlarını korumaya çağırıyordu (Toplu Yapıtlar 42,415-419). Bu çözümleme, Lenin'in ardıları tarafından hemen reddedildi: Buharin ve Preobrajenski, NEP'in sosyalist bir sektör (devletleştirilmiş ekonomi) ile kapitalist sektörler (ticaret geniş ölçekli tarımsal üretim) arasındaki bir mücadele olduğunu ileri sürdüler. Toplumsal sahiplenme, devlet mülkiyetine ve üretimin devletçi örgütlenmesine indirgemekti. Terörizm ve Komünizm'den (1921) Çıkmazdaki Bolşevikler'e (1930; yeni basım, Paris, 1982), eleştirilerini tekrarlayan Kautsky, SSCB'de, sermayenin ve devletin bürokrasisinin birleşmesiyle iktidarı ele geçiren yeni sınıfın çözümlemesinin taslağını çizdi. Bu sınıfı, tabanı büyük ölçüde işçi sınıfına dayanarak komünist partiyle özdeşleştirme eğilimi öngörüsüzlükle malul olsa ve Buharin sert eleştirilerine maruz kalsa da, devlet kapitalizminin SSCB'de neredeyse radikal bir aristokrasinin doğuşuna neden olduğunun altını çizerek Bahro'nun çözümlemesini önceden haber verdi. İlk savunma hattını Buharin oluşturdu: Parti ve yönetimi, gerçek sahipleri olmadıkları üretim araçlarından yararlanmıyor, bunları kullanmıyor ve bunlardan hiçbir kişisel kar elde etmiyorlardı; onlar bir sınıf değildi. Değerlendirmesini Batılı özel kapitalizmle karşılaştırma temeline oturtan Buharin, devlet mülkiyetinin, yönetici sınıfın hiçbir üyesinin kişisel olarak üretim araçlarından ve karlardan yararlanmadığı, doğrudan toplumsal, kolektif bir sahiplenme olabileceğini bir an olsun göz önünde bulundurmuyordu. Troçki'nin, İhanete uğrayan Devrim'de esinlendiği aynı düşünce "uygulamadaki" sosyalizmin yandaşları tarafından günümüze dek savunuldu. Deville'in bir argümanını yeniden ele alan Lapidus ve Ostrovitiyanov, "uygulamadaki" sosyalizmin müdafaasının temelini oluşturan ikinci bir savunma hattını oluşturdular. Artık değer devlet üretimi tarafından kaldırılmıştı, çünkü toplumsal hizmetler ve ödenekler şeklinde, emekçilerinkilerden başlayarak toplumsal ihtiyaçları karşılıyordu. Devlet üretiminin ihtiyaçlar için üretim olmadığını savunan Kautsky'nin düşüncesiyle ters düşen bu saptama, aynı zamanda artık değerin üretimi sorununun yerine artık değerin paylaşımı sorununu koyuyordu. Daha önce, Buharin'in Geçiş Dönemi Ekonomisi ile ilgili olarak karın kendi tarzında toplumsal ihtiyaçları karşıladığına işaret eden Lenin, gerçek toplumsallaşmanın emekçilerin kendi artık ürünlerini sahiplenmeleri anlamına geldiğinin altını çizerek, ihtiyaçlar sorunsalının tamamını daha baştan geçersizleştiriyordu. İşte bu temeller üzerinde yükselen Stalinci ideoloji, sermayeyi karikatürize edecek ölçüde özel ve anarşist bir üretim ile özdeşleştirirken, devlet kapitalizmi eleştirisinin önünü kesiyor, böylece de, sosyalizmi üretimin devletçi örgütlenmesiyle bir tutuyordu. Stalin'e göre, ilk beş yıllık kalkınma planının önde gelen işlevlerinden biri, endüstrideki "kapitalist unsurları tamamen yok etmek" idi ("I. Beş yıllık Plan'ın Bilançosu", Leninizmin sorunları, 601). Oysa, devlet tarafından dayatılan, emek gücünün aşırı sömürüsü ve zorunlu çalışma sayesinde uygulanan bu plan, siyasette emekçinin, kapitalist üretim biçiminin tanımlanmasınd önemli yer tutan bir tarzda, üretim araçlarından koparılmasının maddi koşullarını hazırlamaktan başka bir anlam ifade etmiyordu. İş bölümü, üreticilerin ekonomi yönetiminden uzak tutuldukları sınıfsal toplumsal ilişkinin cisimleşmiş hali olarak kalıyordu. Emekçilerin, Çin Kültür Devrimi sırasında vurgulandığı gibi, doğrudan üretim sürecinde yetkisiz kılınmaları, emekçilerin devlet tarafından genel olarak yetkisiz kılınmasının diğer yüzünden başka bir şey değildi. "Reel sosyalizm"in yandaşları bunu bazen üstü kapalı bir şekilde ifade ediyorlardı(bkz. Radvany, L'URSS, Le géant aux paradoxes/SSCB, Paris, 1981, 145; Dimet ve Estager, La Pologne, une révolution dans le socialisme, Paris, 1981, 142) . Devlet kapitalizminin özelliği, ekonomik sahiplenme ve siyasi iktidarı birleştirerek, emekçinin boyun eğmesinin bu iki tarzını bir araya getirmek ve böylece egemen sınıfın birliğini kurmaktı. Ama devlet aygıtı içindeki iş bölümü, devletçi bir egemen sınıf tarafından bu sahiplenişin üstünü, ister planlamaya ister işletmelerin yönetimine ilişkin olsun, görünüşte teknik bir işlevler bütününün arkasına gizleyerek örtüyordu. Tüm halkın devleti mitinin işleyişine olanak veren de buydu. Stalin'in ölümü hiçbir şeyi değiştirmedi. 1977 Anayasası şu ilkeyi ilan ediyordu: Parti yönetir, devlet işletir. Uygulamada yerel ekonomi yöneticilerinin atanması bile partinin sıkı denetimi altında gerçekleşiyordu. Marx, üretim araçlarından olduğu gibi geçim araçlarından da mahrum edilmiş ücretli emeğin mevcudiyetini, kapitalist meta üretiminin asli zembereği ve genelleşmesinin koşulu olarak görüyordu (Kapital I). Devletçi yönetim, emekçi ile üretim araçları arasındaki kopukluğu sürdürerek, zorunlu olarak piyasa kategorilerini, emek gücünün meta karakterini devam ettiriyordu. Stalin bu sonucu kabul etse de ("Sosyalizmin Ekonomik Sorunları", Metinler, II, 212), ücretliliğin varlığını inkar ederek bu sonuca neden olan öncülden kurtulmaya çalışıyordu: "Emek gücünün meta olduğu ve işçilerin 'ücretliliği' gibi söylemler bizim sistemimizde oldukça saçma görünüyor; sanki, üretim araçlarının sahibi olan işçi sınıfı kendi kendini ücretlendiriyor ve kendi emek gücünü kendine satıyor" (age). Ücretliliğin varlığını inkar etmek için ilke olarak emekçilerin sahiplenmesini öne çıkarmaya dayanan bu sav, ücretliliğin varlığını yadsırken ücretin varlığını doğrulayan tezle saçmalık yarışındaydı. Ekonomik kategorilerin Stalinci ideoloji tarafından dönüştürülmesinin ilkesi şuydu: Bir toplumsal ilişkinin içeriğini değiştirmek için ona sosyalist nitelemesini eklemek yeterliydi. Böylece, "reel sosyalizm", ülkelere göre değişen gizli ya da açık işsizliğin kanıtladığı gibi, gerçek bir emek piyasasını bünyesinde barındırıyor; bu da, son yıllarda işletmelerin sürekli yüksek sesle ifade edilen mali özerklik ve verimlilik taleplerinin anlamını açıklıyordu. Bu verimlilik toplumsal ulusal olsa da (Stalin, age, 216) ve plan açık veren sektörlerin mevcudiyetiyle uyuşan genel bir kar oranı belirlese de, bu verimlilik yine de emek gücünün sömürüsüne dayanıyordu. Değer yasası ve piyasa kategorileri, Stalin'in genel olarak kabul gören tezinin aksine biri devletçi, diğeri kooperatif olan iki sektörün geçici varlığından doğan kalıntılar (Stalin, age, 208-209) değildi. İşletmelerin zorunlu özerkliğine vurgu yapan güncel polemikler ve otoriter bir planlamanın etkinliğiyle ilgili Stalinci dogmaların yeniden tartışılması, işletmeler birikimin göreli özerk merkezleri olarak faaliyet gösterdiği ölçüde, "sosyalist" toplumların ulusal ekonomiyi tam anlamıyla bütünleştirmekte yalnız kaldıklarını gösteriyor. Devlet Kapitalizminin, devletin bütün toplumsal etkinliklere müdahalesini göstermeyi amaçlayan totaliterlik olarak tasvir edilmesi, bu toplumların kendileri için geliştirdikleri yekparelik bütünlük görüntüsüyle çelişiyor. Ekonomik sahiplenmeye içkin çelişkiler egemen sınıfların iç bölünmelerini açıklıyor. Tüm toplumsal etkinliklerin devlet eliyle bütünleştirilmesi, emekçilerin sessiz direnişiyle engelleniyor. Ayaklanmalar ve devrimci kalkışmalar bu toplumlarda sınıf mücadelelerinin ortadan kalkmadığını gösteriyor ve Marx'ın işçi sınıfının devrimci rolü ile ilgili tezini doğruluyor. İLGİLİ BAŞLIKLAR: Burjuvazi, Bürokrasi, Kapitalizm, Sınıflar, Kolektifleştirme, Komünizm, Devletin Sönümlenmesi, Proletarya diktatörlüğü, İş bölümü Devlet, Devletleştirme, Devletçilik, Emperyalizm, Uluslararasılaşma, Maoculuk, Piyasa, Tekeller, NEP, Millileştirme, Plan, Proletarya, Sosyalizm Toplumsallaştırma, Artık emek, Totalitarizm.
Yordam KitapKitabı okudu
·
69 görüntüleme
selim okurunun profil resmi
İlişkili başlıkların bir kısmı sözlükte yer almayabilir. İyi okumalar!
selim okurunun profil resmi
Akılda kalması için kısa bazı metinler şunlardır: #235401335 #235401657
selim okurunun profil resmi
Bu 6 sayfalık alıntı, Marksizm konusunda şüphelerimden ötürü yazılmıştır. Devlet kapitalizmi erken gelen bir sosyal-politik bir proje olarak ortaya çıkmış ve Marx ve Engels bu konuda açıklayıcı bir kuram ortaya koymamış. Bu zannımı metinden elde ettim.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.