Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

102 syf.
·
Puan vermedi
Bir kadını yazmanın günü olur mu? Peki anmanın? Sevmenin? Hatırlamanın? ... 8 Mart Dünya Kadınlar Günü Çiçekler, böcekler, kutlamalar, gücünü anlatırken bile karşı cinsle kıyaslamalar... Kendilik yok. Biz erkeklerin düşmanı değiliz, yarış içinde olduğu bir kulvarda da değiliz. Biz de erkekler de özel. Kadın narin bir varlıktır. İçinde dünya yaratan bir gücün üzerine kıyaslanacak bir güç var mı? İçi boşaltılmış bir günden hayatı kararan Esme’lere... Ezilmeye de güçlü olmaya da zorlanan kadınlara. Var olmayı zorluklardan doğmakta görenlere... Bugünün nezdinde lütfen kendinize şunu sorun. Ben bu dünyada anne baba olabilir miyim? Olamayacaksanız herkes olmak zorunda değil. Mesuliyet ağır yüktür. Bir canın emanetçisi olmak çok daha ağır. Bir Anadolu köyünden çıkmış hikayeden çok fazlası, Yılanı Öldürseler. Yılan. Yaratılıştan bu yana insanlar anlamlandıramadıkları şeyler karşısında bir arafta kalmıştır. Bu kitapta kadına atfediliyor sanki yılan. Mitolojik bir şeyi var. Belki psikolojik. Mitolojide; Yeryüzünde hemen tüm topluluklarda hem olumlu hem olumsuz nitelikler yüklenmiş bir sembol olan yılan; yaşam, ölüm, sihir ve bilgiyle ilişkilendirilmiştir. Anadolu kültür geleneğinde ise yılanın bilgelik vasfı, yüzü insan; bedeni yılan olarak tasvir edilen Şahmaran'la hayat bulur. Kadın. Tüm Semavi dinlerde ortak olan olağanüstü güçlere sahip tek kötü bir kadın var. İsimleri farklı adlandırılmış olsa da aynı kadından bahsedilir. Nasıl ki şeytan latince’de ‘Diaboli’, Yunanca’da ‘Diabolos’, ‘Lucifer’, Rusça’da ‘Satana’ ve eski Türkçe’de ‘Yek’ ya da ‘Albız’ olarak geçiyorsa, kötülüğün semboli olan kadın ve Yahudi mitolojisinde ‘Lilith’, Yunan mitolojisinde ‘Succubus’, Mezapotamya mitolojisinde ‘Lamaştu’, Türk kültüründe ‘Albastı’, Firdevsi’nin Davetnamesinde ‘Sahratun Nar’ olarak geçer. Psikolojide, Bilinçaltı ve İçgüdüler: Freud'a göre yılan, bastırılmış içgüdülerin veya bilinçaltındaki arzuların bir sembolüdür. Bu, kişinin bilinçaltındaki arzuları veya korkularıyla yüzleşmesi gerektiğini gösterebilir. Anadoluda yılan tısss sesiyle bilinir. Sinsiliği ile. İşte bu dedikodudur. Bu elalem dediğimiz kişilerin başkalarının hayatı üzerindeki baskısıdır. Başkasında olanın kendisinde olmasını istediği ya da başkasının yaşamını yönlendirme isteğidir. Bastırılmış her duygunun bekçisi olup başkasında görenlerin yılanlığı. Tısssss diye kullanıyorlar dillerini. Zehirlerini saçarak. Bir evlat annesini öldürüyor. Düşünebiliyor musunuz? Evlat... Ve “Ben öldürmedimmmmmmm!!!” diye bağırıyor. Çünkü o ne yaptığını bilemeyecek kadar etki altında. Kırmızı Pazartesi’yi bilir misiniz? Nobel ödüllü yazar Gabriel Garcia Marquez’in her şeyi bilen, her şeyi tezgahlayan ama kimsenin hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi davrandığı cinayet eseri. Kahramanı her kapıyı çalar ona biri dur desin diye. Hasan, annesine sarılıyor hakkında kötülük işittiği her an. Hasan, ona kendini erkek gibi hissetsin diye alınan pabucu, takımı giydiğinde annesine koşuyor göstermek için. At veriliyor, babasının tüfeğini veriliyor, Hasan annesine gösteriyor. Onu bir sona duruşundan başlayarak hazırlıyorlar. Çocuk aklı ne bilsin. Sonra sonra sanrıları artıyor. Kılık kıyafet bir çocuğu bir yere kadar oyalar ama sözler... ahali annesinin güzelliğinin başa bela olduğunu babasının sebebi olduğunu işliyor. Babaanne zaten o kanaatte, amcalar anne ne derse tav. A Diyorlar ki, Hasan’ın babasının ruhunu rahat edememiş, hortlamış. Yılan, çiyan, böcek şeklinde görünürmüş. Hasan bunları duymaz mı? Tıssss diye sesler her yerde. Annesini alıp kaçmayı düşünüyor. Herkes annesini suçlu görüyor. Ama Esme’de bir anne şefkati var. Yüzü gülmeyen kadın oğlu doğarken gülmüş. Sevdiği kaçırdığında hiç düşünmeden oğluna geri dönmüş. Sevdiğini öldürmüşler kalkmış oğlu için yaşamış. Kocasına yasını beklemek... her şeyi oğlu Esme’nin. Farkında Hasan. Annesine düşkün Hasan. Kaçmayı deniyorlar olmuyor. Diyorlar ki, Hasan’ın dayıları onu koruyabilir çünkü onlar güçlü. O yüzden annesine kimse bir şey yapamıyor. Yalnız Hasan yaparsa bir şey diyemezler. Hasan inanıyor. Düşüyor yola. Yarı yolda kendi hikayesini başkasının diye anlatıyor ahaliye. Onu tanımazlar mı? Tanıyorlar. Kimse de demiyor bu evlat çocuk. Güçlü dayılar nerede? Onlarda usülü biliyor da Hasan’dan bir adım mı bekliyor? Öyle değilse neden yoklar? Ah o babaanne! O kaynana! Her şeyden önce KADIN! Elini eteğini eşten, çocuktan koparmış kadınlar. Bir statüleri vardır ailede. Dinlenirler. Bakın bu çok önemli. Dinlenmek, sözlerini dinletebilmeleri. Nedense hemen bu sözleri başka bir kadın üzerinden yürütürler. Kadın kadının yurdu değil, kurdu dercesine. Onlara oğullar statü verir. Çok az kadın eşten statü almıştır. Güç oğludur. Öyle öğretilmiş. Ama bu öğretilme ve bir tür toplumsal travmaya romantik bir eylemle mantığa büründürerek kılıf uydurmayacağım. Travma, davranış durumunu açıklar ama davranışı maruz göstermez. Göstermemeli. Herkes hayatı bir defa deneyimler. Yaşattığını yaşatmamakta bir iyileşme yoludur. O babaanne hep bağırıyor. Oğlunu haykırıyor. Yiğitliğini söylüyor. Kanı yerde diyor. İnsanın içini bayıyor. O yiğit oğlu başkasına aşık kadını kaçırıp tecavüz etmemiş gibi. O yiğit dediği oğlu Esme’ye travmalar yaşatmamış gibi. Hali’lide Halil’i. Hep oğlu hep oğlu. Toplumun her karakteri var. Ağa baba yok, o da manidar. Meydan güç statüsüne kalınca mirasyedilerde coşuyor işte. Abbas ile Esme bir aşk yaşayabilirlerdi. Hasan olmazdı belki ama bir evlat sevilen bir ailede büyüyebililirdi. Sevilmeden sadece sevmeye sığınan bir adamın narsistliği tutmasaydı. Adem ile Havva cennetten kovulur. Kadın suçlanır. Kimse kadının yapısının istek ve narinliğine değinmez. Adem’in de bu narinliğe yenilişine de değinmez. Buz gibi bir bilgi ağacı, elma metaforu, şeytan suretinde yılan ve buna kanan kadının erkeği iknası hikayesi. Bu dünya bir sınav meydanı. Örnek alınacaksa bu kıssadan çok şey alınır. Öncelikle eşlerin sevgisi alınır. Birbirinin kayıtsız dinlemektense istişareli dinlemenin gerekliliği dersi alınır. Üçüncü kişilerin lafıyla hareket edilmeme alınır. Kadın hemen günahkar olan taraf olmaz. Çok iyi bir sosyal çürüme anlatmış yazar. Kısa bir hikayeye koca bir evren sığdırmış adeta. Her açıdan incelenir. Okurken sıkıntı basıyor insanı ama bu bir şeyleri derin anlamanın işareti. Bir de Türkan Şoray’ım yönetmenliğini yaptığı filmi var. Esme’yi de kendi oynamış. Kitaba sadık kalınmış, bazı diyaloglarda aynı. Zülfü Livaneli de “Gözlerin” şarkısının fonunu kullandırmış. Yönetmen koltuğunda da fena değil Türkan Hanım. Hasan’ın sabırlarını ne güzel aktarmış. Yaşar Kemal güzel aktarmış. Yazar, Yılanı Öldürseler'i 1950'de Kozan hapishanesinde yatarken tanıştığı bir çocuğun başından geçenlerden esinlenerek yazmış. Gerçeğe yakınlığı dilden dile dolaşması. Ah şu sözlü edebiyat. Kitabı okuduktan sonra filmi izleminizi öneririm. Okuyup psikolojik tahlili kendiniz yapın. Ne özetler ne de filmler tutmuyor o sözlerin muhatabı olup cevap hakkını taşımanızın yerini. Keyifli okumalar!
Yılanı Öldürseler
Yılanı ÖldürselerYaşar Kemal · Yapı Kredi Yayınları · 202019bin okunma
·
146 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.