Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Yavaşça Kayboloyuruz
Ailece doğa belgeselleri izliyoruz bugünlerde. Doğaya pek fazla çıkma imkânımız olmayınca en azından çocuklarımız görsün, bilgi sahibi olsun, diyorum. Köy hayatı, bahçeler, şelaleler, küçükbaş hayvanlar, yumurta, süt, yoğurt, peynir, dalından koparılan doğal sebze ve meyveler, sonbaharın rengârenk ağaçları ve yollara serpilen yapraklar, kar, kış, odun kırma, soba ile ısınma, doğada yemek yapmak gibi insanın içini ısıtan ve ruhuna dokunan güzellikler. Ne yazık ki bunların çoğunu ancak ekranlarda izliyoruz. Sekiz yaşındaki oğlum İbrahim heveslendi ve adeta oralarda olmak istedi. "Baba beni de doğaya götür. Biraz gezelim, toprakta yürüyelim, biz de ağaçlara dokunalım." dedi. Şehrin içinde doğadan izler kalan yerlerde biraz yürüyüş yapma kararı aldık ve çıktık dışarı. Hava iyi değildi, yağmur yani rahmet her an inebilir. Bu sebeple şehrin dışına çıkmayı başka zamana bıraktık. Daha önceki yıllarda sıkça giderdim doğaya. Belki de bir parçamız doğaya bağlı olduğu için gitmek ihtiyacı hissediyoruz. Zeytin ağaçları çoktur bizim buralarda. Çoğu tarla zeytin ağaçları ile dolu. Bize yakın zeytin ağaçları arazilerinde beton ve asfaltlara temas etmeden toprakta biraz yürümek istedik. Giderken bizden üç beş bina ötede yeni apartmanlar dikmek için zeytin ağaçları kesilmiş yerde yatıyor. Belli ki yeni kesilmiş. Daha taze duruyorlar. Baktık ve üzüldük. Elimizden bir şey gelmiyor. İbrahim anlam veremiyor. "Bina dikmek için ağaçlar neden kesilir?" diyor. Buradaki çoğu zeytin ağacı belki bir asırlık belki de daha fazla. Ne yazık ki oturduğumuz binanın yeri de bir zamanlar zeytin ağaçlarının mekânıydı. Kim bilir vaktiyle ne mahsuller alındı buralardan. İnsanoğlu vefanın büyük bir kısmını da ağaçlara kıymakla kaybediyor belki de. Oysaki beton yapılar dikmek için daha alternatif yerler de vardı. Gün gelecek hayatımızdan çok şeyler kaybedeceğiz ama bunun farkına çok geç varacağız. Aslında kendi elimizle geleceğimizi katlediyoruz zeytin ağaçlarını katlederken. Zeytin ağaçlarını katledip yerine beton yapılar dikiyoruz. Şehir büyüyor fakat doğadan uzaklaşıyoruz. Gittikçe doğadan daha da uzaklaşıyoruz ve hayatımız doğadan uzaklaştıkça her şeyimiz sentetik olmaya başlıyor, yani yapay. Eskiden insanlar doğal malzemelerden eşyalar yapardı. Her şeyin doğal olanı tercih edilirdi. Doğayla iç içeydik. Doğallık yaratılış fıtratına hitap ediyor çünkü. Doğal olan her şey kalp ve ruha temas ediyor, bir bağ kuruyor. Bu da bir huzur kaynağı oluyor. Çocuklarımız şehirlerde doğanın yüzünü görmeden, ona dokunmadan ve hissetmeden büyüyorlar. Ekranlara ve telefonlara küçük yaşta hapsoluyorlar. Bu da onlardan çok şeyler alıyor. Onların çoğunu, duygusuz ve hissiz bırakıyor. Belki de çocukluklarını yaşayamıyorlar. Bizim kuşak az da olsa doğanın içinde büyüdü. Dağa, taşa, toprağa, ağaca dokunduk. Dalından meyve kopardık ve ağaçlar ektik. Çamurdan oyuncaklar yaptık. Yeni yavrusu olmuş koyunlarımızın o mis gibi yavrularını kucağımıza alır, koklar, sever oynardık. Bu bize tarifsiz mutluluk verirdi. Bunu ancak yaşayarak anlayabilirsiniz. Küçüklüğümde doğa ile bir nebze de olsa iç içe olduğum için doğada olmayı hala seviyorum. Şehrin sert zeminlerinde yürümek bedeni yoruyor, ayakları ağrıtıyor. Toprakta yani doğada yürüyüş yaparken yorulmadığımı hissediyorum. Toprakta yürümek yormuyor. Daha önce bir yazımda uzunca yazmıştım; bizler doğadan uzaklaştıkça hayret ve tefekkür duygumuzu da kaybediyoruz. En acısı da bu zaten, hayret ve tefekkürü kaybetmek. Böylelikle huzursuz bir toplumun içinde buluyoruz kendimizi. Gel gör ki bu durumun da farkında değiliz! Neden huzursuzuz? Şimdi geçmişi düşünüyorum, o çocukluk günlerimi. Herkes kendinden bir şeyler bulur geçmişe bakınca. Geçmiş günler daha huzurluydu. Her şey sadeydi, doğaldı. Yapay şeyler daha azdı. Sade bir hayat insan fıtratına hitap ediyor çünkü. Kalp ve ruh sade bir hayatı istiyor toprak ve doğa ile iç içe olan. Gel gör ki şehirler ve yüksek katlı binalar bizi ruhsuz bıraktı. Böylelikle şehirler artık ruhunu yitirdi. Yüksek binalar komşuluk ve mahalle kültürüne de çoktan kilit vurdu. Şimdi apartmanlar da ruhsuz kaldı, güven duygusu azaldı. Modern binalar bizi büyük bir yalnızlığa sürükledi. Eskilerin izleri yavaş yavaş kayboluyor. Bizler yavaş yavaş kayboluyoruz ve izlerimiz siliniyor. Bir yerlerde az da olsa eskilerin izleri hala var. Kim bilir belki bir gün yeniden doğa ile iç içe oluruz. Bir yıl önce şöyle yazmıştım, yeri gelmişken buraya ekleyelim: Huzur, muhabbet ve samimiyetin simgesiydi bir zamanlar evler. Teknoloji çoğu şeyleri aldı bizden. Bizleri de aldı çoktan. Kaybolduk. Kendini bulan kaldı mı? Pek kimse kalmadı eskilerden. Mehmet Kazar / Yoldan Geçerken 27 Kasım 2022
Çıra Yayınları / Mehmet KazarKitabı okudu
·
59 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.