Sağ ve sol beynimizin farklı işlevlerine dair popüler literatür bir şekilde sizin de kulağınıza çalınmış olmalı. Her ne kadar magazine bolca malzeme edilse de (ve sırf bu yüzden bazı popüler bilim habercileri sağ-sol beyin ayrımı meselesine şiddetle reaksiyon gösterseler de) modern sinirbiliminin gerçekten önemli bir konusudur bu. Sadece bilimsel olarak değil, güncel hayatımızda da pek mühim telmihleri olan bir mevzudur bu aslında. Özetle, çoğumuzun sol beyni otomatik ve düşünmeden yapılan görevlerde, seri hareketlerde, kalıp düşüncelerde ve çoktan seçmeli sorulara cevap verme gibi işlerde pek mahirdir. Mesela yazı yazarken çoğu insanın sağ elini kullanması bu nedenledir. Beynin sol yanı, bedenin sağ tarafını kontrol eder ve yazı gibi otomatik ve karışık bir işi en iyi o sol taraftaki devreler becerir. Sol elini kullananlarda durum genellikle bunun tersidir; onların mahir elleri sol eldir çünkü beyinlerinin sağ tarafı mezkur işlerde daha baskındır.
Peki ya sağ taraf? O iş biraz karışık ama özetle; bir şeyi olduğu gibi algılamamız gerektiğinde, renkleri ve armoniyi çözümleme ihtiyacı duyduğumuzda, ilişkileri ve örtük anlamları fark etmemiz söz konusu olduğunda sağ taraftaki şebekeler devreye girmek zorunda kalır. Ama biri olmadan diğeri hep eksiktir, hatta tabiri caizse sakattır.
Şimdi düşünelim: Yıllarca içinde çırpınıp durduğumuz şu “eğitim sistemi” bize neler yapıyor? O dörtgen sınıflarda yürütülen çoktan seçmeli sınavlarda, algoritma ve ezberlerle dolu bir sistem ancak sol beynin maharetleriyle üstesinden gelinebilecek bir eziyettir şu beynimiz için. Beyindeki devreler çalıştıkça geliştiğinden, yıllar süren bu eğitim sistemi cenderesi neticesinde çoğumuzun sol beyin devrelerinin aşırı çalışmaktan ötürü bir hayli kuvvetlendiğini hayal edebilirsiniz. Bu nedenle bahsettiğimiz seçici “editör”üçüz de pek bir kuvvetli ve etkilidir. Günlük yaşamda bize adeta göz açtırmaz.
Sadece eğitim sisteminin değil, içinde büyüdüğümüz o bol etiketli kültürün de zihinsel editörlerimizin kapasitesine katkısı çok büyüktür. “Bizlerden” olanları can kulağıyla dinler, bizim gibi konuşanlara kulağımızı dört açarken; ters bir şeyler söyleyenleri, aykırı fikir ve davranışları, başka “mahallelerin” yaşam tarzlarını hızla yok sayabiliriz mesela. Bizim gibi giyinmeyen, bizim gibi konuşmayan, bizim gibi inanmayan, bizim gibi olmayanlara karşı hemen “öteki” devrelerini ateşler editörümüz… Boşuna değildir bu kadar çalışma… Zira bu bize büyük bir konfor sağlar. Bildiğimiz tarzda rahat rahat yaşamamızı, son pişmanlık noktasına kadar zamanımızı hoyratça harcamamızı garanti eder.
Öte yandan sanatla, edebiyatla, felsefeyle ve düşünceyle uğraşan “uyumsuz” beyinlerde durum bayağı bir farklıdır çünkü bu işler sağ-sol demeden bütün devrelerin külliyen işe karışmasını gerektirir. Ağır mevzulardır bunlar… Bu beyinler zamanla “fikrini değiştirebilmek” gibi inanılmaz ve çoğu toplulukta kabul edilmesi çok zor bir “arızayla” donatılırlar. En temel yaşamsal inançlarını ve fikirlerini bile açık yüreklilikle gözden geçirip, yaşına başına ve konumuna bakmadan değiştirebilen bu tipler, toplumları tarafından genellikle “dönek” ve “kaypak” gibi sıfatlarla anılabilirler. Zira çoğu insanın beynindeki editör, böyle bir değişimin ahlaksızca ve insanlık dışı olduğu bilgisiyle tam kapasitede çalışmaktadır. O nedenle insanların çoğunda görülen bir duruma hiç de yabancı değilizdir. “Herkes gibi davranan, kendisi gibi davranmayana ‘mecburen’ kızar.” (Andre Gide)