Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Bilinmezlik Sınırları
Beyinler, öğrenme uzmanlarıdır. Her canlının sinirsel sistemi, o canlının tabiatta işine yarayacak bilgi ve deneyimleri kalıcı bir şekilde kazanmasını mümkün kılacak kayıt ve dönüşüm (plastisite) yetenekleri ile donanmıştır. Bundan dolayı beyinler aslında temelde “hareket kalıplarını öğrenen” sistem veya organlardır. Aslında “olayların iz bırakması” anlamında, her şey, tüm maddesel nesneler “öğrenir”. Mesela bir kaya parçasının yüzeyindeki izler, içindeki farklı katmanlar ve o kayanın şekli, aslında o kaya parçasının geçmişine dair sayısız izin birleşmesiyle ortaya çıkar. Bir başka deyişle, her maddi nesne bir bellek taşır. Canlı sistemler ise bu bilgiyi tekrarlanabilir ve uygulanabilir deneyimlere dönüştürür.
Sayfa 129Kitabı okudu
·
11 görüntüleme
Emirhan okurunun profil resmi
Beyinlerin bilgileri “belirli model ve kalıplar” uyarınca alıp işlediğini fark ederiz, yani her beyin her şeyi olduğu gibi algılayamaz. Buna gerek de yoktur zira canlıların yaşayabilmeleri, çevrelerinden gelen uyarılar arasında kendi faydalarına olacak “seçimler” yapmalarını gerektirir. Bir kedinin, sokağa atılmış bir kitaba yaklaşıp onu koklaması fakat okuyamaması bundandır. Kediler için bir şeyin yenilip yenilemeyeceği daha önemlidir. O kitapta yazılı olan metin ise kediler için değil, insanlar içindir. Bizim zihin ve beyinlerimiz benzer bir mantıkla organize olsa da ileri düzey bilişsel bir canlı olmak, durumu daha bir karmaşık hale getirir. Zihinsel şartlanmalarımız, neyi görüp neyi göremeyeceğimize, neyi duyup neyi duyamayacağımıza, neyi düşünüp neyi düşünemeyeceğimize sürekli karar verir. Bazen zihnimizin şartlanmaları izin vermeyince en bariz işaretleri bile göremeyiz. Mesela insan dışındaki hayvanların “duyguları olmadığına” inanan biri, hayvanlardan gelecek her türlü tepkiyi başka açıklamalarla yorumlama veya görmezden gelme eğiliminde olacaktır. Belki şaşırtıcı gelecek ama laboratuvarlarda hayvan deneyleri yürüten araştırıcıların büyük bir kısmı böyle bir şartlanma ile davranır. Bir dönem, özellikle davranışçılık akımının baskın olduğu zamanlarda, insanlar dahil tüm canlıların sadece uyartılara tepki veren otomatlar olduğu fikri, yaygın kabul gören bir bakış açısıydı. Bu garip bakış açısı, davranışçı ekole göre düşünen insanların duygusuz yahut aptal olmasından kaynaklanmıyordu; sadece kalıplarını açıklayabilecek bir kabulle bakıyorlardı meseleye: “Gördüğümüz davranış kalıplarını açıklayabilecek sade bir model işe yarıyorsa onunla yetinilmeli ve hayvanlara insanlarda olduğu gibi duygu farkındalığı atfetmenin “insan merkezli” (antropomorfik) bir yanılsama oluşturacağı unutulmamalı. Aslında iyi niyetli bir sınırlama çabası olarak da görülebilecek bu çerçeve, maalesef sıklıkla “insanlarda bile aslında duygu diye bir şeyin olmadığı” noktalarına kadar varan yorumlara neden olabilmişti. Duyguların içsel farkındalığının hayvanlarda var olmadığına bilinç dışında bile inanıyorsanız, karşınızda sizden merhamet isteyen yahut sizi sevdiğini göstermeye çalışan bir canlının davranışlarını anlamanız beklenemez. Kısacası, zihnimiz neye izin veriyorsa “biz” onu algılayabiliriz.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.