Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Dar kapıdan girmeye çabalayın. Çünkü kişiyi yıkıma götüren kapı büyük ve yol geniştir. Bu kapıdan girenler çoktur. Yaşama götüren kapı ise dar, yol da çetindir. Bu yolu bulanlar azdır. ( Matta Luk.13:24) Beled Suresine dair okurken aklıma Andre Gide'nin şimdilik iki kez okuduğum Dar Kapı isimli kitabı geldi. Daha önce kitaba dair aldığım notlardan birkaçını iktibas ediyorum buraya: *** Dar Kapı'nın henüz başında "çok sâde bir dille" anlatacağını söyler Gide hatıralarını. Aynı paragrafı bitirirken "hikâyeyi anlatarak bulacağını umduğu en son mutluluk kırıntısı"nı, yazarken harcayacağı çabaya feda edeceğini itiraf eder. Evet hikâyenin dili sâde olabilir belki ama aşkın değil! Ve aşk önce tecrübe sonra hikâye edilen bir sergüzeşttir. Ve aşk gerçekten dinlenilmek ister, Mevlana Mesnevî'yi aşkı hikâye etmek babında söylemiştir ve bu yüzden "bişnev" yani "dinle" diyerek başlamıştır söze. Can kulağıyla dinlemek gerekir aşka dair hikâyeyi. Çünkü orada gerçekten bir çaba vardır. Hem yürek ve hem kalem çabası. *** Sayfanın kenarına kurşun kalem ile aldığım bir diğer not ise şöyle: "Aşk evet bir hikâye. Ne kadarı anlatılabilir?" Ne kadar zor bir soru. Cevabını bir ömrün sonunda bedel ödeyerek bulabilir insan, peşin bir cevap beni tatmin etmeyecek hiçbir zaman! *** Gide, hikâyeyi "Babamı kaybettiğimde on iki yaşında bile değildim." cümlesi ile başlatıyor. Bir zaman zarfında ölümü kullanmak kadar etkileyicisi yoktur. Ölüm kum saatini ters çevirir. Ölüm hayatımızın en anlamlı sessizliklerindendir ve bir kum saatinin bir kıvılcımı andıran sesi ancak böyle bir sessizlik içinde işitilebilir. Kum saati sâf bir sessizlik içinde kendi musikisini inşa ederken, derinleşen zamanda bir yokluk nöbeti tutuyordur. Ve ölüm zamanı unuttururken, zaman da sessizce ölümü unutturuyordur. *** Şimdi, yeniden bitirdim Dar Kapı'yı, bir kez daha geçtim dar kapıdan ardımda aralık bırakarak. Kaç kez daha okuyup, kaç kez daha geçeceğimi bilmeden. Öyle yorgun hissediyorum ki... başımı yastığa koydum güneşin son ışıkları guruba meyledip günün son güzergâhı daralırken. Başımın ağırlığını kaldıramadım, yastık avutamadı beni.  Bir mezar taşı gibi bedenimin arta kalanının sıkletini yaslayıverdim yastığa. Kum saatinin gırtlağından çekilir gibi çekiliyordu zaman... Ne uyku, ne uyanıklık, ne gerçek, ne hayal... Daracık bir kapı, iğne deliğinden geçirmeye çabalıyordum varlığımı. Cümleler geçiyordu ama nereden? Aklım değil, kalbim değil, ben sadece seslerini işitiyordum. Herkesten, her şeyden saklanmaya çalışıyordum da yakınından birileri geçiyordu sanki.  *** Nice cümle birikti içimde. Bir kitabın cümlelerden oluştuğunu unutmuştum sanki. Cümle cümle çözülüyordu sanki beni saran yumak. Cümle cümle kalın bir zincir çekiliyordu bileklerime. Esâretin lezzeti, özgürlüğün sahte yüzüne tokat atıyordu. Âh Alissa! Ne kadar benziyordun bana. Tesadüf! Doğum günlerimiz bile aynı. Ne kadar çok yırtılmış sayfa bırakmışız arkamızda. Ne kadar içten dualarımız varmış. "Kalbimin pazarlığını yapmak istemiyorum artık." dediğin satırda paylaştım sükûtunu. "Hakimiyetin gelsin artık! Öyle bir ulaşsın ki bana, sadece sen, bütün benliğime hükmet!" Duadan yanmış dilim kaç kez meyletti bu cümleye. Sükût gibi yakıcıydı duan. "Kendimi ölüme böyle hazırlamak isterdim." cümlende bir gizli özne de ben olmak istedim. "Hissettikleri sıkıntıyı yaymak büyük kalplere yakışmaz." Ne kadar küçükmüş kalbim. Ben, ona tüm kalbimi açmanın derdine düşmüşken, ben bir aynanın karşısına geçip yüzümdeki çizgilerde hüznümün manasını ararken, ben bir iğne deliği ile dertleşirken... O'nu cümlelerime özne olmaya ikna etmeye çalışıyormuşum meğer!  Ey Kâdir-i mutlak! Tüm insanları aynı acziyet ile şereflendirinişini anlıyorum bir kez daha. Alissa'nın diliyle sana nida eden Gide ile aramda neden fark göremiyorum? *** Birkaç yıl önce eşim Şaban Ali Düzgün Hoca'nın Sarp Yokuşun Eteğinde isimli kitabını hediye etmişti. Beled Suresinde geçen "Akabe" kelimesinden mülhemdi kitabın ismi. Sözlükte "sarp yol, dağdaki aşılması zor dik geçit” anlamına geliyor bu kelime. "Hiç kuşkusuz biz insanı zahmetli bir hayat için yarattık." (Beled 4) "Doğrusu ayetlerimizi yalan sayıp, onlara karşı büyüklük taslayanlara, göğün kapıları açılmaz; deve iğnenin deliğinden geçmedikçe cennete de giremezler." (Araf 40) "İğne deliğinde itikafa girmek" ve "iğne deliği ile dertleşmek" olarak ifadesini bulmuştu bende teksif olan hisler. Bu dünyada iken dar kapıya yönelen ve dar kapıdan geçen diğer tarafta rahata erebiliyor... Bu dünyayı geniş kapılarda ve geniş yollarda harcayanlar ise devenin iğne deliğinden geçmesini bekliyor. (Bazı meallerde deve değil halat manası veriliyor.) Sarp yokuşların eteğindeyiz... Dar kapıların eşiğinde... Hiç kuşkusuz zahmetli bir hayat için yaratıldık... Ve her zorlukla beraber bir kolaylık olduğu öğretildi bize...
··
346 görüntüleme
Mahza okurunun profil resmi
Tesadüfü tevafuk ile değiştirsek güzel bir ileti olmuş.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.