Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

184 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
33 günde okudu
insan mıyız?
Bu incelemede kurduğum cümleler sadece kendi fikirlerim veya başka kaynaklardan alıntıladıklarım değildir. Aşağıda yazanlar, kitabı okurken altını çizdiğim cümlelerin benim kafamda yeniden kurulup, özet mantığına çevrilmiş halidir. Yani, yazarın asıl anlatmaya çalıştığı veya özeti, bir bakıma kitabın bölümler halinde tahlili de diyebiliriz. 1. Bölüm: Birey ve Toplum Yazar, insanlığın birey halinden toplum haline geçişini anlatan bir bölüm ile kitaba giriş yapar. Birey ve toplum önemsiz gibi görünen iki kelime gibi görünse de tarihte insanlığın bireyden topluma doğru yürürken geride bıraktıkları ve yeni öğrendikleri şeyler o kadarda önemlidir ki, insanlığın hemen hemen bütün tohumları bu iki kelime arasında atılmıştır. Doğanın ürkütücü gücüyle başedebilmek için diğer insanlarla bir araya gelen insan farkında olmasada toplumu oluşturur. Toplum oluştuktan sonra savaş içgüdüsü olmayan insan, sahip olma dürtüsüyle savaşmaya başlar. Savaşın gelmesi politik bir düzenin başlamasına en büyük sebep olur. Çünkü savaşları yönetecek bir yönetici kısıma ihtiyaç duyulur. Dolayısıyla ortaya başkanlar, önderler çıkar. Gruplar ve savaşlar büyüdükçe, topraklar fethedildikçe belirli başlı kurallar ve düzen hakim olmaya başlar. Bunun sonucunda da devlet kavramı ortaya çıkar. Yazar, "Devlet, istilanın bir ürünüdür ve kazanan grubun yenilene egemen olmasından kaynaklanır." diyerek devletin başlama sebebini çok net özetler. Devlet varsa yasada olmalıdır. Egemen azınlık kendi gücünü giderek yasal bir sisteme dönüştürür ve halkın kendilerini kabul etmesini, kendilerine bağlanmasını sağlar. "Samimiyetsizlik uygarlıkla gelişmiştir. Çünkü uygarlıkla birlikte diplomasi de gelişmiş, çalınacak şeylerin sayısı artmıştır." diyen yazar diplomasinin temel direğine nokta atışı yapar. Bu durumlarla paralel olarak mülkiyetlerde çoğaldıkça hırsızlık ve yalan ortaya çıkar. Dolayısıyla halk arasında anlaşmazlıklar başlar ve o zamana kadar sadece savaşta insan öldürmeye alışan insan, savaş dışında da öldürmeye başlar. İşte adalet ve hukuk kavramıda burada ortaya çıkar çünkü bu anlaşmazlıkların önüne geçilmezse yöneticiler düzeni koruyamayabilirler. Bunlarla paralel olarak aile, eş, anne-baba kavramı gelişir. İnsanlar artık birbirine karşı daha ilgili, daha sosyal olmaya başlar. Zaman ilerledikçe kuşaklar arası bağlantı oluşur ve yeni kuşaklara tecrübeler ve bilgiler aktarılır. Bu bilgi aktarımları ve mülkiyet artışı, toprak savaşları, ekonomi, yasa ve yargılar, diplomasi, adalet gibi yeni olgular ortaya çıktığı için eğitime önem gösterilmeye başlanır ve eğitim değerlenir. Eğitimden sonrasını zaten hepimiz biliyoruz: Teknoloji... Teknolojiden sonra yine farklı bir boyut kazanan teknolojik savaşlar, gelişmiş ekonomi, değerlenen topraklar, ortaya çıkan madenler... gibi çoğaltılabilir. Görüldüğü üzere, bireyden topluma yürüdüğümüz bu yolda olumlu ve olumsuz çok şey katılmış bize. Anlamamış olanlar için dipnot geçelim. Biz önceden bireydik, şimdi toplum olduk gibi bir yanlış anlaşılma olmasın. Her insan bireydir, bireyler bir araya gelerek toplumu oluşturur. Yukarıda yazılanlar da ilk toplumu oluşturan atalarımızın beraberinde insanlığa (geleceğe) miras bıraktığı insanlık tohumları. Yani, dünyanın nasıl şekilleneceği bu atalarımıza bağlıydı ve şuanda bu kaderi yaşıyoruz. Şuan yaşadığımız kader değişir miydi? Dünya çok daha farklı şekillenebilir miydi? Bunlarda işin farklı bir boyutu... İnsanlığın bu evreye kadar gelmesi sadece insanlığı değil, doğayıda etkiler. Yukarıda yazılan bütün olguların tarihe verdiği yönler gibi doğaya da verdiği yönler olmuştur ne yazıkki. Yazar bu bölümde özellikle bunuda vurguluyor. Acaba biz insan olalım derken, gerçekten insan olamadık mı? 2. Bölüm: Ana-Baba ve Çocuk Kitabın ikinci bölümü, insanın hayatta ilk ilişkilerini kurduğu anne, baba ve çocuğu konu alır. İnsanın olgun çağda gösterdiği eğilim ve tepkiler, onun yetiştiği çevrenin aynasıdır ve bir insanın karakterinin, düşüncelerinin, hareketlerinin, tavrının oluşmaya başladığı zamanlar bebeklik yıllarında başlar. O yıllarda yanında annesi babası vardır ve çevresinden ne görüyorsa onu kabullenir. O gördüklerine eğim gösterir ve zamanla bu gördüklerini kendi varoluşunun bir parçası durumuna getirir. Bu sebeple anne, baba ve çocuk ilişkisi, çocuğun geleceği için hayati önem taşır. Çünkü insan olmak anne ve babada başlar. "İnsan, insan olmaya bebekken başlar," dedik. Otuzlu yaşlara gelen olgun insanlar otuz yıldır insan olamadıysa, ne mutlu türküm diyene! Bu bölümde son olarak, hayati olan bu aile kavramının yapısından bahseder yazar. Anne, baba ve çocuğun ailede kendi rolleri vardır. Ailede kararı anne verir, baba ilan eder. Kararların sonucunda ise baba sorumlu tutulur. Yani, otorite babada gibi görünse de aslında annededir. Buradan anlaşılacağı üzere; toplumumuzda aile yapısı babaerkil olarak görülse de anneerkil olduğu üstü kapalıda olsa anlaşılır. 3. Bölüm: İnsanlardan Korkmak Kitabın üçüncü bölümünde yazar; diğer insanlardan çekinen, iletişimden korkan bir yapıya sahip olan insanlardan bahseder. Bu çekingen yapının ikinci bölümde anlatılan çocukluk evresinden kaynaklandığını vurgular. Bahsedilen bu çekingen insanlar, maalesef çocukluğunda belleğine attıklarının sıkıntısı çeker. İnsanlardan korkmak; kızgın olmak ve kızgınlığın yarattığı düşmanca duyguların dıştan farkedilmesi tehlikesinden gelir. Tehlike dışarıdan gelecekmiş sanılır ama aksine tehlike kendi içindedir. Diğer insanların yanında tedirgin olan kişi, tüm düşüncesini kendi savunmaya adadığı için kendi potansiyelini ortaya çıkaramaz. Yani, insan kendisi olamaz. İnsanın kendisi olabilmesi için önce kendisini sevmesi lazım gelir. Tabii sonrada diğer insanları... Yazar bununla ilgili, "İnsanları sevebilmek, onlarla başedebilecek yöntemleri geliştirebilmeyi gerektirir." cümlesini kurar. İnsan kendi benliği olmadan da insan olabilmeyi becebilmiş mi? Cevabını çokta uzaklarda aramaya gerek yok: 'sosyal medya çılgınlığı' bu sorunun net cevabı olsa gerek. 4. Bölüm: Öfke ve Düşmanlık Yazar; bir insanın yaşadığı öfke ve kızgınlık, dozunu aşıp sürekli hale gelmişse, bunun geçmişden gelen bir saplantı olduğunu vurgular bu bölümde. Tam tersine, abartılmış mutluluk veya neşe, o kişinin bu duygularının tam tersini yaşadığı ihtimalini de beraberinde getirir. Yani, bir insan diğer insanları ne denli çok sevdiğinden sürekli bahsediyorsa, bunu neden ilan etme gereği duyduğu sorusu akla gelir. Belkide tam tersi olan duygularını saklamaya çalıştığı gerçeği varsayılabilir. Aynı şekilde, aşırı yardımsever görünen insanların gerçek yardımseverlerin aksine, birilerine yardım etmesinin arkasında farklı bir durum yatar. Onlar aslında, derdi olan insanların içinde bulunduğu sıkıntılı durumu görmekten zevk duyarlar. Bazende insanları zor durumda bırakacak ortam sağlarlar ve zor durumda olan insanların bocalamasını gözlenmekten sinsice bir haz duyarlar. Yazar, "Bir insan olumsuz duyguların bastırılmasını zorunlu kılan bir ortamda yetişirse, düşmanca eğilimlerin gelişmesine ve insanın kendisine yabancılaşmasına neden olur." der. Dolayısıyla bastırılmış olumsuz düşüncelerden korkmanın ve onları saklamaya çalışmanın bize geri dönüşü insanlardan korkmak olacaktır. İnsanlardan korkmak, korktukları için kızmak, kızdıkları için yine korkmak ve düşmanlık göstermek. Bu bir kısır döngüdür. Anlaşıldığı üzere asıl sorun insanın kendinden kaynaklanır. Ne yazık ki ben bir psikiyatri değilim yada balon kişisel gelişim kitapları yazmıyorum. Bu yüzden bu sorunun çözümü bende değil. 5. Bölüm: Değersizlik Duygusu Her insanın içinde doğası gereği eksiklik duygusu vardır. Bu bölümde yazar, içimizdeki bu eksiklik duygusunun nereden kaynaklandığını şu cümleyle açıklar. "İnsanın doğa güçlerine ve bazı hayvan türlerine göre daha zayıf bir varlık olması, onun varoluşunda 'eksiklik' duygusunun olması sorununu doğurur." Aynı şekilde insan hayata gözlerini açtığında etrafında yetişkin, büyük ve güçlü insanlar vardır. Kendisi bunların yanında küçük ve çaresizdir. İnsanlığın bu eksiklik duygusu evrenin bir parçasıdır. Çünkü bu eksiklik duygusu, bireyin gelişimi ve insanlığın evrimi için gerekli bir dürtüdür. Fakat değersizlik duygusu, yukarıda yazılanlardan çok daha farklıdır. Değersizlik duygusu, bir insanın kendini diğer insanlardan daha değersiz hissetmesi demektir ve kökenini çocukluk yıllarından alır. Bununla alakalı yazar şu cümleyi kurar: "Bir çocuğa değer verilmemesi, onu kendine özgü hakları olan özerk bir varlık olarak tanımama anlamına gelir." Dolayısıyla kendisine değer verilmemiş bir insan bir başkasına değer veremez. Değersizlik duygusu yaşayan biri için değişmez bir gerçek vardır: Diğer insanlar ya kendinden üstündür ya da aşağıdır. Bunun eşiti yoktur. Üstün olan bu insanlar, kendisinde bulunmayan özellikleri taşıdığı için üstündür. Aşağı olanlar ise kendisiyle aynı özellikleri bulundurduğu için aşağıdır. Çünkü kendi özelliklerini hiçbir zaman beğenmez. Buradan da şu sonuca varabiliriz: Kendisine değer vermeyen insan başkasına da değer vermez. Değersizlik duygusu taşıyan bir insan kendi benliğini kabul etmediği için bütün enerjisini gerçekdışı bir üstünlük düzeyine ulaşmak için harcar. Bu amaç, kendini tanrılaştırmaya kadar gidebilir. Yine bu amaç uğruna hiçbir insanı sevmeyecek ve doğal olarak kendi de sevilen bir insan olmayacaktır. Elde var sıfır! 6. Bölüm: Kaygı Kitabın altıncı bölümünde yazar kaygılı insanlardan bahseder: Kaygılı insanların olaylara bakış açısı oldukça karamsardır. Sadece kendileri değil diğer insanların yaşantılarına ilişkin bakış açılarıda olumsuzdur. Ürettikleri felaket senaryolarıyla sadece kendini değil herkesi bunaltırlar. Çünkü kaygı bulaşıcı bir duygudur. Kaygının yanında getirdiği diğer bir duygu çaresizliktir. Her insanın başına gelebilecek çaresizliğin aksine kaygılı insanlarda bu duygu her zaman hakimdir. Çünkü kaygı duyan kişi korkar ve kendini güçsüz hisseder. Sonuçta çaresiz kalır. Kaygı duygusunun kökeninin yine çocukluk dönemlerine uzandığını söyleyen yazar, "Bir insanın kaygılarınından kurtulabilmesi için tek yol kendi varoluş sorumluluğunu üstlenebilmesidir." diyerek kaygımızdan kurtulmanın anahtarını bize verir. 7. Bölüm: Sorumluluktan Kaçış Yazarın bu bölümde bahsettiği insanın ailesine veya çalıştığı yere olan sorumluluğu değil kendisine karşı görevi olan sorumluluğudur. Bu sorumluluğun adına 'iyi yaşama sorumluluğu' denir. 'Önce kendine, sonra başkalarına' ilkesi bencilce görülebilir fakat insan kendine ne kadar değer verirse başkalarına da o denli değer verir. Bu sebeple insanın kendini sevmesi, iyi yaşama sorumluluğunu bilmesi gerekir. Yazar, bu durumu bir başka deyişle şöyle açıklar, "Bir insanın kendisine karşı sorumluluklarıyla başkalarına karşı sorumlulukları iç içe geçmiş tek bir olgudur. Birbirinden soyutlanamaz." Yazar, insanın kendine karşı olan sorumluluğunu yerine getirememenin sebebini içsel yalnızlık olarak açıklar. Bu yalnızlığı da bir sonraki bölümde ele alır. 8. Bölüm: Yalnızlık Yazar yalnızlığın tanımını şu şekilde yapar: "Çevresiyle ilişkilerini en azına indirerek kendi seçimi ile yaşadığı yalnızlık ve insanın kendisini anlaşılmamış ve kimsesiz hissettiği gerçek yalnızlık gibi birbirinden çok farklı yaşantıların tümü 'yalnızlık' sözcüğüyle dile getirilir." Dolayısıyla yalnızlığın, kendi seçimimiz veya istemsiz olması gibi farklı çeşitleri vardır. Yalnız olan, içine kapanık olan insanların öyle olmasının nedeni bebeklik döneminden saklıdır. Hayata ilk adım attığımızda, aile bireyleriyle yaşanılan kopuk ilişkiler daha o bebek yıllarında bireyin kendi içsel hayatına dönmesinin ilk adımlarını sağlar. 9. Bölüm: Ortak-Yaşam İlişkisi Farkettiyseniz sekiz bölümde de anlatılan her sorunun temel nedeni hemen hemen aynıdır: Çocukluk dönemi ve yetişme tarzı. Bu bölümde de yazar, bir anne-babanın çocuğunu nasıl yetiştirmesi, nasıl yetiştirmemesi örneklerini anlatıyor. Çocuğu ayrı bir varlık olarak algılayabilen ve benliğinin sınırlarını geliştirebilmesi için gerekli ortamı sağlayan anne ve babaların yetiştirdiği çocuklarının yetişkinliğe ulaştığında aldıkları sonuçlar diğer anne-babalara oranla çok daha olumludur. Burada unutulmaması gereken bir detay daha vardır. Anne ve babanın sadece çocuklarına değil, kendi ilişkilerine de önem göstermeleri gerekmektedir. Bu kitaptan çıkarılacak bir öz daha var. Bu bölümde yeri gelmişken aktaralım. Kişi önce kendine saygı gösterip, kendini sevip, kendini eğitmeli. Her insanın önce kendisi insan olmayı başarabilirse çocuğunu da insan yetiştirir, kurduğu ilişkilerde insanca olur. Her insan, dışında içini gösteren bir aynayla yaşar. Bu ayna o insanın geçmişini ve gerçek kimliğini yansıtır. Kimse bu aynayı saklayamaz. Yani, bir insan iyi yetişmemiş ve insan olamamışsa, onun geçmişine gidip o insanı suçlamak çözüm değil. Sorun sadece o insanda değil, onun anne-babasında ve onlarında anne babasında. 10. Bölüm: Nevrotik Kısır Döngü Nevrotik bozukluk güvensizlik, kaygı, huzursuzluk, nefret, odaklanamamak, plansızlık gibi belirtilerle ortaya çıkan bir duygu durum bozukluğudur. İnsanlar günlük yaşamlarında bir sorun yaşadıkları zaman, bu sorunla başedebilmenin yollarını ararlar. Nevrotik Kısırdöngüye kapılmış kişi, tam tersine bu sorunlarla başa çıkmaktan kaçınırlar. Nevrotik kişi; mutsuz, kaygılı, çevresiyle olan ilişkilerinde etkisiz ve suçluluk duyguları içinde yaşayan biridir. Çoğu kez kendisine ve başkalarına karşı sorumluluklarını yerine getirmediğinin farkındadır. Bu yüzden yetersizlik duygusuna kapılır. İlişkilerinde de bencil ve tutarsızdır ve davranışlarından kendini sorumlu tutmaz. Olaylar hakkında derhal yorum yapar. Bu yorumların doğru olup olmadığı konusunda hiç düşünmez. Sürekli kendini gözlemler ve kendisini aşırı bir biçimde eleştirir. Yukarıda sayılan özelliklerin tümü bir insanda olamaz, bunların hepsinden arınmış bir insan da olamaz. Dolayısıyla hepimizin içinde nevrotiklik bulunur. Allah çoğundan esirgesin diyelim. 11. Bölüm: Yaşam ve Ölüm Kendisine ayrılan zamanın sınırlı olduğunun ve bir gün yaşamanın sona ereceğinin bilincinde olmak, insanı anlamlı yaşayıp yaşamadığı konusunda kaygılandırır. Bu bölümde yazar, yaşamın tadına varabilen ve varamayan insanlardan bahseder. Yazar bu durumu, "Dünyada iki tür insan vardır: Yaşayanlar ve yaşayanları seyredip eleştirenler." diye tanımlar. Yaşamak, kendin olabilmeyi ve yaşama etkin bir biçimde katılabilmeyi tanımlar. Bu, insanın kendi sorumluluğunu, bir başka deyişle yaşamına anlam katma sorumluluğunu içerir. Sorumluluğunu üstlenen kişi özgürdür. Özgür insan daha az korkar, onun için sevebilir! 12. Bölüm: Kendini Yaşamak Yazar kitabın son bölümünde, bir önceki bölümden çıkarılması gereken ana fikrin derinine iner: Kendini yaşamak! Kendini yaşamak önce kendinden başlar ve kilit bir yardımcısı vardır: Sevmek. Yaşamak ve sevmek birbirinden ayrı olgular değil, bir bütündür. Kendimizi yaşayabildiğimiz ve beraberliklerimize bir şeyler katabildiğimiz her yerde sevgi vardır. Önemli olan bunu farkına varmaktır. Kapanış Notu Kitabı 12 bölümde merceklemeye çalıştık ve kitaptan çıkarılması gereken en net mesaj kuşkusuz şudur: İnsan olmak bir süreçtir. Bebeklikten başlayıp toprak olana değin giden bir süreç. İnsan olmanın en büyük ve kalıcı adımları bebeklik ve çocukluk çağında atılır. İnsan çevresinden ne görüyorsa onu benimser. Dolayısıyla bir insanın, insan olamamasının en büyük sorumluları ailesidir. Buradan anlaşılacağı gibi çocuk yetiştirmek çok önemli bir sanattır. Büyüklerimizin bize bırakacağı en önemli miras insan olmayı öğretmek, bizi eğitmektir. İnsan diye tabir edilen fakat insan mı değil mi bilemediğimiz insanların, insan olması adına okuması değil yutması gereken bir kitap. Saygılarımla.
İnsan Olmak
İnsan OlmakEngin Geçtan · Metis Yayınları · 201922,8bin okunma
··
7 artı 1'leme
·
7,4bin görüntüleme
Mizgin ÇİÇEK okurunun profil resmi
O kadar güzel anlatmışsınız ki zihninize sağlık.
1000okur okurunun profil resmi
Okuyup yorum yapma zahmetinde bulunduğunuz için teşekkür ederim.
Tuna okurunun profil resmi
Hocam kitap okuma listemdeydi , İlk defa bu kadar uzun bir inceleme okudum diyebilirim 👌
1000okur okurunun profil resmi
Bundan gurur duydum. Teşekkür ederim 🙏
Nurnisa okurunun profil resmi
Bu kitabı lisedeyken bir hocamız okumamızı zorunlu kılmıştı ve tam da sizin incelemenizde öne çıkan kavramları okumadan önce araştırıp,önceden bilgi edindikten sonra okumamız gerektiğini söylemişti.Gerçekten de donanım ve geniş bir anlama kapasitesi gerektiren bir kitap.Her detayını,her bölümünü içselleştirerek yorumlamanız harika,âdeta incelemenizi okurken kitap gözümde yeniden canlandı.
1000okur okurunun profil resmi
Vay be! Güzel iş çıkarmışız. Bende sizin gibi düşündüğüm için; böylesine derin ve kapsamlı bir kitabı okurken, her bölümü sırasıyla bitirdikten sonra kafamda yoğrulan düşünceleri not ettim. Ortaya böyle bir şey çıktı.
3 sonraki yanıtı göster
Mizgin ÇİÇEK okurunun profil resmi
Ben teşekkür ederim:)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.