Hint, Çin ve mistik görüşlerde kişinin dinsel görevi doğru düşünmek değil, doğru hareket etmek ve/veya Birle yoğun bir düşünce eyleminde olmaktır. Batı felsefesinin genel çizgisine göre doğru olan bunun zıddıdır. Son gerçeği doğru düşüncede bulması beklendiği için, doğru eylem önemini korumuş fakat en önemli yer doğru düşünceye verilmiştir. Dinin evriminde bu durum, dogmaların formulasyonuna, bu dogmatik formulasyonlar üzerine bitmez tükenmez tartışmalara ve «inançsızlara» ve kiliseye karşı çıkanlara karşı bağışlamasız bir tavra yol açmıştır. Sonunda dindar tavrın temeli «Tanrıya inanmak» olarak öne çıkmıştır.
Düşünceye verilen önemin tarihsel olarak son derece önemli bir başka sonucu daha vardır. Gerçeğe düşüncede ulaşmak, sadece dogmaya değil aynı zamanda bilimin doğmasına da yol açmıştır.