Toplum öylesine düzenlenmelidir ki insanın sosyal ve seven doğal yapısı, onun toplumsal varlığından ayrılmasın, onunla bütünleşebilsin. Eğer bu doğruysa göstermeye çalıştığım gibi insanın varoluş sorununun en sağlıklı ve doyumcul yanıtı sevgidir.
Çağdaş insan işlerini hızla yapmazsa bir şey —zaman— yitirdiği kanısındadır, fakat kazandığında ne yapacağını bilemez o zamanı, öldürmekten başka yolu yoktur.
Böylesi sevgi ve evlilik kavramında asıl önemli olan tek başına olmanın dayanılmaz duygusundan kaçıp bir şeye sığınmaktır. İki kişi, dünyaya karşı bir tür ortaklık kurar ve bu iki kişilik bencilliğin sevgi olduğu yanılgısına düşülür.
Geniş ölçüde merkezileşmiş işletmelerde yer alan katı iş bölümü, bireyin birey olma niteliğini yitirmesine neden olmakta onu makinenin bir parçası haline getirmektedir. Çağdaş kapitalizmde insan, sorunu şöyle formüle edilebilir:
Çağdaş kapitalizm büyük sayılarla, uysallık içinde bir araya gelecek insanlara gereksinim duyar. Bunlar giderek artan bir şekilde tüketime yönelmeli, beğenileri kalıplaşmalı ve kolayca etkilenip yönlendirilmelidirler. Çağdaş kapitalizm kendini özgür ve bağımsız hisseden, hiçbir otoriteye ilkeye ya da özduyuya kul olmamış insanlara gereksinim duyar -ama bunların, buyruk almaya, kendilerinden isteneni yapmaya, toplumsal mekanizmayla sürtüşmeden yaşamaya yatkın olmalarını ister. Öyle ki zor kullanmadan yönlendirilmeli, öndersiz yönetilmeli ve iyi ya da kötü bir amaca sahip olmadan çalıştırılmalıdırlar.
Hint, Çin ve mistik görüşlerde kişinin dinsel görevi doğru düşünmek değil, doğru hareket etmek ve/veya Birle yoğun bir düşünce eyleminde olmaktır. Batı felsefesinin genel çizgisine göre doğru olan bunun zıddıdır. Son gerçeği doğru düşüncede bulması beklendiği için, doğru eylem önemini korumuş fakat en önemli yer doğru düşünceye verilmiştir. Dinin evriminde bu durum, dogmaların formulasyonuna, bu dogmatik formulasyonlar üzerine bitmez tükenmez tartışmalara ve «inançsızlara» ve kiliseye karşı çıkanlara karşı bağışlamasız bir tavra yol açmıştır. Sonunda dindar tavrın temeli «Tanrıya inanmak» olarak öne çıkmıştır.
Düşünceye verilen önemin tarihsel olarak son derece önemli bir başka sonucu daha vardır. Gerçeğe düşüncede ulaşmak, sadece dogmaya değil aynı zamanda bilimin doğmasına da yol açmıştır.
İşte anne sevgisi de, bu ikinci adımda, çocuğa, dünyaya gelmek ne de iyiymiş duygusunu verir. Çocuğa salt hayatta kalma isteğini değil yaşama sevincini de aşılar.
Sevgi aslında özgün bir kişiyle olan ilişki değil, sevgi bir tavır, sadece bir sevgi «nesnesine» değil tüm dünyaya karşı bağlılığı belirleyen bir karakter yönelimidir.
Topluma uyumla gerçekleştirilen de sahte —birlik— dir. Bunların tümü varolma sorununun, bir bölüğüne çözüm getirmektedirler. Tam çözüm, insanlar arası birlikteki başarıda, bir başka insanla sevgi içinden kaynaşmada yatmaktadır.