Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

168 syf.
10/10 puan verdi
"Bu romanı büyük bestekârımız Eyyubi Bekir Ağa'nın ruhuna ithaf ediyorum" AHT Mahur Türk müziği makamlarının en önemlilerinden biri, Tanpınar'ın romanlarında Ebubekir Ağa'nın, Dede Efendi'nin ve Neşati'nin mahur besteleri geçiyor. “Gittin amma ki kodun hasret ile cânı bile İstemem sensiz olan sohbet-i yârânı bile” Neşati'nin bu mısralarını besteleyen Talat Bey romanın kahramanı Behçet Bey'in eşi Atiye Hanım'ın akrabasıdır, karısının kendisini terk etmesi üzerine bestelemiştir. Arka kapaktan; "...kırık bir aşkın ardından bestelenen Mahur Beste vardır. Tanpınar, bu bestenin ardındaki trajik hikâyenin talihini daha sonra Huzur ve Sahnenin Dışındakiler romanlarının kahramanları üzerinde bir hayalet gibi dolaştıracaktır. Böylelikle, ne kahramanların hikâyesi orada son bulacaktır ne de içine doğdukları medeniyetin nihayete ermeyen açmazları... Mahur Beste, bitmiştir; bitmeyen bütün hikâyeler gibi..." Mahur Beste Tanpınar'ın ilk romanı, belki bu yüzden Tanpınar'ın kuracağı evreninin başlangıcında ona vermiş olduğu bir isim gibi geldi bana. Alışık olduğumuzdan biraz farklı olarak tam bir olay örgüsü yok kitapta, birbirinden kısmen bağımsız yedi bölümden ve en son olarak yazarın karakteri Behçet Bey'e yazdığı mektuptan oluşuyor. Arka kapak yazısından esinlenerek sanki bölümlerdeki karakterlerle içine doğdukları medeniyeti oluşturan farklı insan örnekleri verilmiş. Eserin tamamlanmamış olduğu söylense de hiç öyle bir izlenim bırakmadı bende, zaten mektupta Behçet Bey'le dertleşir, sohbet eder gibi anlatılıyor bu bir yolculuk ve yeni başlıyoruz, bu yolculuğa yenileride katılacak diye. Bölümlerden bazıları: ✓İki Uyku Arasındaki Düşünceler 2.Abdülhamit devrinde yaşayan Behçet Bey'in kendisine, eşine evliliğine dair bu bölüm. Behçet Bey'in yaşamı ve kimliği üzerinden insanı tanıma, anlama açısından farklı bir bakış açısı katıyor. Behçet Bey'in kendi iç dünyasında ki çatışmaları, etrafındaki insanlarla ilgili gözlemleri ve tüm bunlarla ilgili muhasebeleri ayrıca eşyalarla olan kuvvetli bağı, özel ilgisi olan saatler üzerinden zamana dair tespitleri çok çarpıcı gerçekten. Tanpınar'ın kitaplarında zaman kavramı hep var, " Saat kendisi mekan, yürüyüşü zaman, ayarı insandır. " AHT (Buraya şunu eklemek isterim kitaptaki ayna metaforu hakkında, tesadüf Orhan Pamuk okumalarımın üstüne geldi bu kitap. Pamuğun Beyaz Kale ve Kara Kitap'ında da ayna imgesi var uzunca anlatılan -burası bence tabii ama- Pamuk kesinlikle Tanpınar'ın ayna ve zaman kavramı ile ilgili yazdıklarını okumuş ama Tanpınar'da ustalıkla bir cümleyle sunulanı sayfalarca anlatmış) Syf 26 " Behçet Bey aynaları hem sever hem onlardan korkardı. Aydınlıkta her karşılaştıkları şeyi güler yüzle içlerine alan bu sevimli mevcutların bazen o kadar haşin ve sert bir şekilde kendi üzerine kapanışları, sizi acayip bir sükût içinde sarıp mumyalayışları vardı ki... Aynalar, istedikleri zaman, dört bir yana salıverdikleri bu sessizlikle taksim kabul etmiş bir zamanın timsaliydiler. Halbuki Behçet Bey, daha çok bizim olan zamanı, beraberimizde getirdiğimiz ve yine beraberimizde götürdüğümüz, her zerresine ayrı mana ve şekiller, ayrı çehreler vererek sahip olduğumuz zamanı, kendi eliyle tamir ettiği, temizleyip ayarladığı bir yığın saatin, kâh telaşla kâh büyük bir sabır ve dikkatle teker teker, küçük küçük, hiç yorulmadan, yanılmadan, şaşmadan saydıkları, nabızlarımızın munis kardeşi olan zamanı severdi." Syf28 "başıboş düşüncelerle yorulan Behçet Bey, yeniden gözlerini kapadı. Altın yapraklı bir ağaç gibi, gözlerinin önünde gene saat seslerini gördü. Bu, ömrün ağacı, Behçet Bey'in içinde büyüyen, dal budak salan ağaçtı. Behçet Bey onu yetmiş beş sene, her türlü afetten uzak beslemiş, büyütmüştü. Allah izin verirse birkaç sene daha böyle gidebilirdi. İçini çekti. Artık saat seslerinden bıkmıştı. Onları unutmak, duymamak istiyordu. Fakat bu sesler acayip bir ısrarla peşindeydiler. Kendi içinde, bilmediği bir zemberek kopmuş, bu küçük, acayip şeytanları ortaya atmıştı. Onlar, yorgun ve yarı uykulu dimağında uyandırdıkları garip hayallerle biteviye etrafında dolaşıyorlardı. Kâh altın sarısı renklere bürünmüş rakkaseler gibi önünden geçiyorlar, onu gülerek selamlıyorlar, kâh kol kola vermiş, sıkı saflarla, bilinmeyen bir hedefe doğru bir Roma taburu gibi geniş ve tesanütlü yürüyorlardı. Nereye gidiyorlardı?" ✓Baba ile Oğul "Çirkin ördek yavrusu" Hem fiziksel olarak güçlü hemde karakter olarak baskın bir babanın altında, kendisine hiçbir yönüyle benzemeyişinin bahanesiyle kenara itilmiş anne ve dadıyla evde büyütülmüş buna rağmen sanki bunlar kendi suçuymuş gibi yeterince erkek gibi olamayışıyla suçlanan, ne yaparsa yapsın babasının takdirini kazanamayan bir çocuk, Behçet Bey. Baba İsmail Molla gözünden ise ona hiç benzemeyen beğenmediği ve sevemediği oğlu hayatında onun için acı veren ezici bir gerçek olur. Sahi biz çocuklarımızı ne için severiz? Bize benzemeleri, yapamadıklarımızı onlardan yapmaları beklentimiz, soyun soyadının devamı için mi severiz? Bu kısmı evlat sahibi olmadan önce herkese okutulabilsek! Syf 34 " Fakat bu çalışma hiç de Molla Bey'in umduğu gibi değildi; sırtını geniş şehnişinden gelen aydınlığa dönmüş, elleri çiriş ve boya içinde, bir türlü çeviremediği kocaman bir mengenenin üzerinde, zayıf omuzları yukarıya doğru bir gölge gibi çırpınıp duruyordu. Sıcak yaz akşamında, iki kanadı birden açık pencereden dolan gölgeli ışıkta, Molla Bey oğlunu, bir insandan ziyade kendi ördüğü ağa takılmış çırpınan, büyük ve yaralı bir örümceğe benzetti. Bu çatı odası, duvar boyunca uzanan bir masa ile çeşit çeşit aletlerle, çiriş ve tutkal çanaklarıyla, şurada burada asılı renk renk bez, ebruli kâğıt, meşin hevenkleriyle hakiki bir ciltçi dükkânına benzemişti." Beni etkileyen gülümseten yerlerden biri, Tanpınar'ın üstü örtülü, iğneleyici, ince üslubuna güzel bir örnek. "Behçet Bey, baba sevgisini bir nevi din gibi alanlardandı. ... babasını çok sever fakat pek az tanırdı." syf32 ✓Garip Bir İhtilalci İsmail Molla Bey ile Sabri Hoca arasında geçen konuşmalardan, bir medeniyet değiştirme sorunsalı ve bu sorunsalın hem toplum hemde fertler üzerinde bıraktığı etki üzerine yapılan sosyal eleştiriler var. Batılılaşma, modernleşme, gelişme ama kendimize özgü değerleri kaybetmeden, kendi kültürümüzü koruyarak bu nasıl gerçekleştirilir? Tüm bu değişim içerisinde toplum, fert nasıl geliştirilir ve daha iyiye nasıl taşınabilir? Bu bölüm Huzur'da geçen bir cümleyi hatırlattı " Debussy'yi, Wagner'i sevmek ve Mahur Besteyi yaşamak, bu bizim talihimizdi." Batıyı sevmek beğenmek ona özenmek ama doğuda yaşamak, ne doğulu gibi ne batılı gibi. Syf97 #235744481 ✓Behçet Bey'e Mektup Daha önce hiç örneğini görmemiştim bunun, Tanpınar kitabın sonunda çok hoş nükteler barındıran 8sayfalık bir mektup yazmış Behçet Bey'e ve bence açıkça belirtmiş yazdığı karakterin kendisi olduğunu. En hoşuma giden bölümlerden biride bu oldu. Syf 153 " Çok değiştim, diyorsunuz, "nerdeyse filozof olacağım. Evvelce böyle şeyler hatırıma gelmezdi." Hakkınız var, Behçet Bey. Kendinizi tanımaya başladınız. Kendinizle meşgul oluyorsunuz. Felsefenin değilse bile, hikmetin eşiğinde olduğunuz muhakkak. Buna sebep de kendi kendinize dışardan bakmanızdır. Sokrat'ın, "Nefsini bil!" nasihatini hatırlayın. Size kendinizi seyretmek için bir ayna tuttular. Bu aynanın karşısında etrafınızı, kendi içinizi, elbette başka başka şekillerde göreceksiniz. Hayatınızda şimdiye kadar tesadüf diye bakıp geçtiğiniz nice nice şeyler üzerinde durdunuz; onlarda kendi payınızı, etrafınızdakilerin payını, yaradılıştan gelme hususiyetlerin payını aradınız. Talih dediğiniz şey gözünüzde bir muayyeniyet kazandı, içinizde işleyen bir yığın mekanizma ile karşılaştınız. Bunda biraz benim de payım oldu. Öyle ya, hikâyenizi yazmamış olsaydım hangi vesileyle kendinize bu kadar dikkat edecektiniz. Kapalı bir kutuya benzeyen bir hayatınız vardı. O kutuyu ben sizin için açtım. Belki yalnız sizin için... Çünkü başkaları, sizi tanımayanlar orada sadece uydurulmuş bir şey göreceklerdir. Fakat siz..." Syf 159 " Siz, Behçet Bey, suyun başında beklemeye mecbursunuz. Yaradılış sizi sadece bir istek, bir susuzluk olarak yaratmış. Talat Bey öyle değil. O, yaşayan adamdı. Hatta hayata örnek, moda veren adam. Meselesi bir şeyin yokluğu üzerinde kurulmamış. Talat Bey'in size benzediği hiçbir taraf yok. O, kırılmış adamdır. Siz mağlupsunuz." Keyifli okumalar
Mahur Beste
Mahur BesteAhmet Hamdi Tanpınar · Dergah Yayınları · 20236,3bin okunma
·
3 artı 1'leme
·
329 görüntüleme
Funda A. okurunun profil resmi
Bibliyofil
Bibliyofil
Hocam bunlar Kara Kitap'tan, Beyaz Kale'ye bakamadım bu akşam. Şunu belirteyim Pamuk benim için zor bir yazar son okuduğum iki kitabında da kendimle cebelleştim bitirmek için. Tanpınar'ı okurken bulutlara yükseltiyor gibi hissediyorum akıp gidiyor, Pamuk'ta faytona binmiş gibi içim dışıma çıkıyor kafam allak bullak😁 Benim için erken olduğundan olabilir belkide. Keyifli okumalar 🍀💞📚
Funda A. okurunun profil resmi
Bibliyofil
Bibliyofil
Günaydın hocam, çok mu iddalı bir cümle olmuş? Böyle bir cümle için bu alanda daha uzman olmak gerekebilir, bilemedim şimdi😁 Bende oluşan 'a bunu daha önce okumuştum bir yerlerde' hissiydi, insan okuduklarından etkilenebilir bu doğal hatta yazarsa edebilir bence buda öğrenmenin bir yolu, benzer olmasında bi beis görmüyorum. Demek ki Pamuk kitaplarını bir daha gözden geçirmem gerekiyormuş, akşam bakıcam sizin için🙋💞
Bibliyofil okurunun profil resmi
Orhan Pamuk
Orhan Pamuk
bahsettiğiniz kitapları merak ettim.. Özellikle aynalar ile ilgili cümleleri..
Funda A. okurunun profil resmi
Bibliyofil
Bibliyofil
Yüzünün üzerindeki harflerin işaret ettiği şeyin bir yanılsama değil, gerçek olduğuna karar verince Galip, aynanın karşısından çekilip koridora çıktı. Sonraları "dehşet" diyeceği şeyin suratının bir maskeye, bir başkasının yüzüne, bir işaret levhasına dönüşmesinden çok, bu levhanın gösterdiği şeyle ilgili olduğunu sezmişti artık. Çünkü en sonunda güzel oyunun kurallarına göre herkesin yüzünde vardı bu harfler. O kadar emindi ki bundan, bir avuntu olarak bile görebilirdi bunu, ama koridordaki dolabın raflarına bakarken, içinde öyle derin bir acı yükseldi, Rūya'yı ve Celâl'i öyle bir özledi ki, ayakta durmakta güçlük çekti. Sanki gövdesi ve ruhu kendisini işlemediği günahlarıyla bırakıp gidiyordu, sanki bütün belleğinde yalnızca yenilgi ve yıkımın sırrı vardı, sanki herkesin unutmak isteyip mutlulukla unuttuğu bir tarihin ve esrarın bütün keder ve anısı kendi belleğine ve omuzlarına kalmıştı. Daha sonraları, aynaya baktıktan sonra üç beş dakika içinde -çünkü çok çabuk olmuştu her şey- neler yaptığını her hatırlamak isteyişinde, koridordaki dolapla apartman aralığına bakan pencereler arasında geçirdiği o dakikayı hatırlayacaktı: "Dehşet"in içine girdikten sonra, nefes almakta güçlük çekerken, karanlıkta bıraktığı aynadan uzaklaşmak isterken, alnında soğuk ter damlacıkları birikirken. Bir an yeniden aynanın karşısına geçip bir yaranın üzerini kaplayan kabuğu kazır gibi yüzünün üzerindeki o ince maskeyi çekip çıkarabileceğini hayal etti, altından çıkacak yüzün üzerindeki harfleri, tıpkı o alelade sokaklarda, sıradan duvar ilanlarında, plastik torbalarda görüp de okumadığı harfler ve işa- retler gibi okumayacağını sanıyordu. Acıyı unutmak için, dolaptan çekip çıkardığı bir yazıyı okumayı denedi, ama artık biliyordu her şeyi, Celal'in yazdığı her şeyi kendi yazmış gibi biliyordu . Sonraları sık sık yapacağı gibi, kör olduğunu ya da gözbebeklerinin yerini mermerden deliklerin, ağzının yerini bir fırın ağzının, burnunun yerini paslanmış civata deliklerinin aldığını hayal etti. Yüzünü her düşünüşünde gözlerinin önünde beliren harfleri Celal'in gördüğünü, bir gün kendisinin de göreceğini bildiğini bütün bu oyuna birlikte girdiklerini anlıyordu, ama bunları o ilk dakikada açık seçik düşünüp düşünmediğinden sonraları o kadar emin de olamayacaktı. Ağlamak isteyip ağlayamıyormuş, nefes almakta güçlük çekiyormuş gibiydi; boğazından denetleyemediği bir acı inleyişi çıktı; eli kendiliğinden pencerenin kulbuna uzandı; oraya bakmak istiyordu, apartman aralığına, "karanlık" denen o yere, bir zamanlar kuyunun olduğu yere. Kim olduğunu bilemediği birisini taklit ettiğini hissetti, bir çocuk gibi. Pencereyi açmış, gövdesini karanlığa uzatmış, dirsekleriyle pervaza yaslanırken yüzünü apartman aralığının o dipsiz kuyusuna uzatmıştı: Pis bir koku geliyordu oradan, yarım yüzyılı geçkin bir zamandan beri biriken güvercin pisliklerinin, atılmış öteberinin, apartman kirinin, şehir dumanlarının, çamurun, ziftin, umutsuzluğun kokusu. Unutmak istedikleri şeyleri buraya atarlardı. Boşluğun geri dönülmez karanlığına, apartmanda bir zamanlar yaşayanların hafızalarında artık tortusu bile kalmamış o anıların içine, Celal'in yıllarca sabırla ördüğü ve eski şiirin kuyu ve esrar ve korku motifleriyle bezediği bu karanlığın içine atlamak geliyordu içinden, ama bir sarhoş gibi hatırlamaya çalışarak yalnızca karanlığa baktı. Rüya'yla bu apartmanda geçirdikleri çocukluk yıllarının anıları bu kokuyla yakından ilgiliydi, bir zamanlar kendisi olan o saf çocuk da, iyi niyetli delikanlı, karısıyla mutlu olan koca, esrarın kenarında yaşayan sade vatandaş da bu kokudan yapılmıştı. Celâl ve Ruya ile birlikte olma isteği, içinde öyle bir yükseldi ki, bağırmak geçti içinden; sanki gövdesinin yarısı bir rüyada olacağı gibi gösterile gösterile kendisinden koparılıp uzak ve karanlık bir yere götürülüyordu da, ancak sesini soluğunu yükseltip bağırırsa bu tuzaktan çıkabilirdi. Ama yalnızca soğuk kış gecesinin ve karın nemli soğuğunu yüzünde hissederek dipsiz karanlığa baktı. Yüzünü karanlığın kör kuyusuna doğru tuttukça içinde günlerdir tek başına gezdirdiği acının paylaşıldığını, korkutucu olanın anlaşıldığını, daha sonraları yenilginin, sefaletin ve yıkımın sırrı diyeceği şeyin çok önceden, tıpkı Celal'in bütün ayrıntılarıyla hazırlayıp bu tuzağa çektiği kendi hayatı gibi açığa çıktığını hissediyordu. Orada, karanlığa bakan pencereden yarı beline kadar sarkıp aşağıya, bir zamanlar dipsiz kuyunun olduğu yere uzun uzun baktı. Yüzünde, boynunda, alnında sert soğuğu iyice hissettikten çok sonra içeri çekildi, pencereyi kapattı.
1 sonraki yanıtı göster
Funda A. okurunun profil resmi
Bibliyofil
Bibliyofil
Hocam günaydın, dönemedim kusura bakmayın, akşam şarjım bitmişti. İki gündür şehrin göbeğinde elektrik kesintisiyle uğraşıyoruz, memlekette iş bilen insana rastlamak nimet oldu, bulunamayan. Ben teşekkür ederim, denk getirebilirsek huzuru beraber tekrar okuyalım Keyifli okumalar 🙏📚
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.