bir hayal gibi, merdivenleri uçarak,
yağmurlarla ıslanmış
leylakların arasından geçirip,
aynanın ötesindeki ülkene götürürdün beni.
gece çöktüğünde,
bana mutluluk verirdi.
mihrabın kapıları açılır,
ışıldardı yavaşça, yere uzanan çıplak bedenin.
ben uyanır, “tanrı seni kutsasın” derdim.
oysa bilirdim bunun ne kadar cüretkar ve manasız olduğunu.
sen uyurdun.
masadaki leylak uzanırdı,
mavi gözkapaklarına dokunmak için.
soğuk olurdu mavi göz kapakların.
ellerinse sıcak.
içeride, kristal ırmaklar akar, dağlar tüter, denizler ışıldardı.
kristal bir küre tutardın ellerinde.
ve uyurdun tahtında, huzur içinde.
ulu, tanrım!
yalnızca benimdin.
uyanır, değiştirirdin sıradan
ve fani sözlerimizi.
gırtlağım yeni bir güçle dolardı.
“sen” sözcüğüne yeni anlam verirdin.
“hükümdar” anlamına gelirdi artık.
her şey değişirdi.
leğen, sürahi gibi sıradan şeyler bile.
aramıza uzanırken, durmadan akan su.
sürüklenir giderdik, karşımızda serap gibi duran mucize şehirlere.
yolumuz nanelerle döşeli olur kuşlar eşlik ederdi bize.
balıklar akıntıya karşı yüzerdi,
gökyüzü açılırken önümüzde.
kaderimiz takip ederdi bizi.
usturalı bir deli gibi.