Enver Paşaya gittim ve “Anlaşılan savaş Devlet-i Aliyye’yi de sarıp sarmalayacak, demiryolu projesi de savaştan sonraya bırakılacak” dedim. “Gayet tabiî” dedi ve “ancak savaşa katılmaları için Arap gönüllüler arıyoruz” diye devam etti. Ben “İki tarafımızda da düşman var, nerede savaşacağız?” diye sordum. Paşa “Kafkaslar’da kaybettiğimiz toprakları ve Mısır’ı geri almamızı istemiyor musun?” diye sordu. “Düşmanı Edirne’nin ötesine kovmak isterim. Ama hem Kafkaslar’da savaşmak zor, hem de orası orduya yardım ulaştırılamayacak kadar uzak bir yer. Ayrıca, Mısır’ın özel bir statüsü varken orayı nasıl geri alacaksınız?” diye karşılık verdim. “İngilizleri oradan çıkartarak” dedi. “Bu daha doğru bir ifade oldu” dedim. Paşa “Hicaz’dan muhtemelen ne kadar gönüllü çıkar?” diye sordu. "Vallahi bilemem” dedim. “Kaç kişiye giyecek ve yiyecek te min edebilirsiniz, onu söyleyin?” dedi. “Onu da bilemem” dedim ve “Peki bu gönüllüler hangi cephelere gidecek?” diye sordum. Paşa “Düzenli birlikleri Rumeli ve Mısır cephelerine sevk edeceğiz. Ayrıca bütün gönüllüleri, Erzurum’da bulunan askerlere ek olarak Kafkas cephesine göndereceğiz” dedi. Ben “Arap gönüllülerin Mısır’da savaşmaları gerekir, soğuk bölge ler onlar için ölümcül olacaktır. Bulgaristan, Avusturya ve Al manya Osmanlı Devletinin müttefiki olduğuna göre Rumeli cephesinde kime karşı savaşılacağını anlamış değilim” dedim.
“Sırplar ve Romenler” dedi. “Bundan şu anlaşılıyor ki, sizler düzenli birliklerle müttefiklerinize yardım etmek niyetindesiniz” dedim. Paşa kıpkırmızı kesildi ve “îlk vasıtayla gönüllü toplamak ve bu kutsal vazifeyi üstlenecek birilerini bulmak üzere gitmeniz gerekiyor” dedi.