Ruhlarımız nişan tahtaları gibi delik deşik edilmişti. Uğramadığımız iftira, çekmediğimiz acı kalmamıştı. Bir tuhaf çalışmaydı bizim çalışmalarımız. Daha çok yararlı olalım diye çırpınıyorduk da milli eğitim müdürümüz "Bırak yahu, sana ne" diyordu. Valimiz, "Bırak" diye önümüze geçiyordu. Deyin ki, omuzlarımızda hep birlikte uzun bir ağaç götürüyorduk. Çoğu eğilmişti yere. Bize de eğilin diyorlardı. Ama yükümüz yere düşecekti, nasıl işti bu?